Ayvalık Uluslararası Film Festivali Devam Ediyor
Seyir Derneği tarafından düzenlenen Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nin üçüncü günü, katılımcıların yoğun ilgisiyle geride kaldı. Festivalin anısına bölümünde Yüzler ve İki Başlı Dev; Ulrike Ottinger 80 Yaşında bölümünde yer alan Dorian Gray’in Magazin Basınındaki Portresi; Türkiye’den Filmler’den Suna; belgesel bölümünden Koudelka: Aynı Nehirden Geçmek ve Eat Your Catfish; Uluslararası Seçki’den ise Güzel Bir Sabah veÜç Bin Yıllık Bekleyiş adlı yapımlar 18 Eylül Pazar günü sinemaseverlerle buluştu. Program kapsamında Funda Eryiğit, Hare Sürel, Gülçin Kültür Şahin ve Nihal Yalçın’ın katılımlarıyla, Özen Yula moderatörlüğünde düzenenen “Bir Zanaat Olarak Oyunculuk” ve Armağan Çağlayan, Çiğdem Sezgin, Nurcan Eren’in konuşmacı olarak yer aldığı “Boyun Eğmeyen Bir Kadının Hikâyesi: Suna” başlıklı paneller de gerçekleşti.
Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nin üçüncü gününde, yakın zamanda kaybettiğimiz isimler için düzenlenen Anısına başlıklı bölüm kapsamında Cem Madra anısına John Cassavetes’in yönettiği Yüzler (Faces) gösterildi. Filmin başında Tulya Madra, Cem Madra’nın yüzlerce saat çekim yaptığı ama bitiremediği Sulukule’nin yıkım sürecini anlatan belgeselini kendilerine emanet ettiğini ve belgeseli tamamlamak için her türlü desteğe ihtiyaç olduğunu ve bunun için bir web sitesi de oluşturacaklarını duyurdu. Cüneyt Arkın anısına Orhan Oğuz imzalı İki Başlı Dev de Eski Köylü Pazarı’nda gösterildi.
Alman avangard sanatçı Ulrike Ottinger’in 80. yaş gününe özel ise Dorian Gray’in Magazin Basınındaki Portresi (The Image of Dorian Gray in the Yellow Press) adlı film seyredildi. Film gösterimi öncesinde Engin Ertan, Ottinger ve sineması üzerine bir konuşma yaptı.
Adana Altın Koza Film Festivali’ndeki dünya prömiyerinin hemen ardından Ayvalık’ta gösterilen Suna, festivalin üçüncü gününde izleyiciyle buluştu. İlk filmi Kasap Havası ile dikkat çeken Çiğdem Sezgin yeni filmi Suna’da, hayatta kendi istediği gibi var olmaya çalışan yersiz yurtsuz bir kadının erkek egemen dünyadaki hikâyesini anlatıyor. Yönetmen Çiğdem Sezgin, başrol oyuncuları Nurcan Eren ve Tarık Pabuçcuoğlu ile yapımcı Betül Sezgin, gösterimin ardından merakla söyleşiyi bekleyen izleyicilerin sorularını yanıtladı. Filme gösterilen ilgi karşısında gözyaşlarını tutamayan Çiğdem Sezgin “Bundan 20 sene önce başladığım bir yüksek lisans tezim vardı. 20 sene sonra bitirmeye karar verdim. Bu proje yüksek lisans tezim olsun istedim ve şu anda Google Akademik’ten ulaşılabilen ‘Suna filminin anatomisi ve Türkiye sinemasında yoksul kadın karakter temalı filmler’ adlı bir yüksek lisans tezim var,” cümleleriyle filminin ortaya çıkış hikâyesini anlattı. Film hazırlığının ve çekimlerin, pandemide sokağa çıkmanın yasak olduğu dönemde yapıldığını aktaran Sezgin, filmde Suna’yı canlandıran Nurcan Eren için “Nurcan, oynamayan, olan biri. Bu filmde de Suna oldu ve 3 hafta gibi kısa bir sürede çekilen filmde her sahnede rolü olduğu için çok yoruldu,” dedi. Tarık Pabuçcuoğlu’nun canlandırdığı Veysel karakterini aslında başka bir oyuncunun oynayacağını ama son dakika meydana gelen bir değişiklik nedeniyle rolü Tarık Bey’e teklif ettiklerini ve bu seçimin film için çok isabetli olduğundan bahsetti.
Fotoğraf dünyasının yaşayan efsanesi Josef Koudelka’nın Ruins (Kalıntılar) adlı çalışmasının Türkiye ayağında, 6 yıllık süreçte çekilen Koudelka: Aynı Nehirden Geçmek belgeselinin gösterimi fotoğrafçı ve yönetmen Coşkun Aşar’ın ve ortak yapımcısı Ayhan Hacıfazlıoğlu’nun katılımıyla gerçekleşti. Aşar, Koudelka ile birlikte toplamda 11 şehri, 60’a yakın antik kenti ziyaret ettikleri bu yolculukta Koudelka’nın hem sanatsal hem de felsefi “maksimum” arayışına odaklanırken; neşe, şefkat ve sessizlik anlarına tanık oluyor. 2008 yılında Josef Koudelka ile tanıştığını belirten Aşar; “2010 yolunda yolculuklara başladık. Türkiye bu açıdan çok zengin topraklar. Bu yolculuklardan geriye bir şey bırakabilir miyim?” sorusuyla çekime yola çıkış öyküsünü aktardı. Ayrıca Coşkun Aşar, Koudelka’nın kendi sesini duymaktan ve görüntüsüne bakmaktan nefret eden bir insan olarak filmle ilgili “Benimle ilgili bugüne kadar böyle bir film yapılmadı. Bundan sonra da yapılacağını düşünmüyorum,” yorumunu yaparak beğenisini dile getirmesinin kendileri için çok büyük ödül olduğunu dile getirdi.
Senem Tüzen, Adam Isenberg ve Noah Amir Arjomand’ın yönettikleri Eat Your Catfish adlı belgesel, çaresi olmayan bir hastalık nedeniyle altüst olan bir ailenin hikâyesini sadece acı ve tükenmişlik üzerinden değil bütün yönleriyle mizahı da içeren şekilde anlatıyor. Filmin yönetmenlerinden Arjomand’ın ALS hastası annesi Kathryn’in bakış açısından çekilen film, 930 saatlik görüntünün kurgulanmasıyla ortaya çıktı. Filmden sonra seyircilerin sorularını yanıtlayan Noah Amir Arjomand “Sinemacı olmak istiyordum. Ailemi ucuz bir kamerayla çekerek başladım işe. Annemin omzunun arkasına bir kamera koyarak bu açıdan çekerek neler yapabileceğimi düşündüm. Uzun metraj bir belgesele dönüşeceğini düşünmemiştim,” diyerek sinemaya olan tutkusundan bahsetti. Ailesinin filme nasıl dâhil olduğunu ise “Annem fikirle çok ilgilendi. Kendi hikâyemizin anlatılmasını istedi. Ona her gün bakıcılık yaptığım için kendisini suçlu hissediyordu. Film için vakit harcamak, bunun bir projeye dönüşmesi hoşuna gitti. Film, oğluna verdiği bir hediye gibi olacaktı,” cümleleriyle aktardı.
Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nin yılın iddialı yapımlarının yer aldığı uluslararası seçkisinden ise Güzel Bir Sabah veÜç Bin Yıllık Bekleyiş filmleri de 18 Eylül Pazar günü gösterildi. Cannes Film Festivali’nde Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde yarışan ve geçen yıl Bergman Adası filmiyle izleyiciyle buluşan Mia Hansen-Løve’un, Güzel Bir Sabah (One Fine Morning) adlı filmi, küçük kızıyla yaşayan ve hasta babası için uygun bir bakımevi arayan genç bir kadını odağına alıyor. George Miller’in Mad Max: Fury Road’dan tam yedi yıl sonra yönetmen koltuğuna geri döndüğü Üç Bin Yıllık Bekleyiş (Three Thousand Years Of Longing),İngiliz yazar A.S. Byatt’ın 1994 tarihli “Bülbülün Gözündeki Cin” adlı öyküsünden uyarlama. Idris Alba ve Tilda Swinton’ın başrollerini paylaştığı, Cannes Film Festivali’nde prömiyerini yapan filmde Zerrin Tekindor, Ece Yüksel, Burcu Gölgedar ve karikatürist Erdil Yaşaroğlu başta olmak üzere Türkiye’den oyuncular da rol alıyor. Filmin gösterim öncesi gerçekleşen söyleşine filmin oyuncularından Ece Yüksel ve Burcu Gölgedar da katıldı. Film projesine dâhil olma süreciyle ilgili Ece Yüksel “İnanılmaz bir deneyim. Cast direktörümüz Ezgi Baltaş bir gün aradı beni ve George Miller’ın Türk castı olan bir film yapmak beni de auditiona çağırmak istediğini söyledi. Duyunca inanamadım. Auditiona gittim ve 8 saat süren bir workshop gibiydi. Sonrasında George Miller’la çalışacağımız haberini aldık,” dedi. Burcu Gölgedar ise “Rüya gibiydi. İzlemeden bunu anlamak çok zordu. Şu an burada izleyeceğiniz için de çok heyecanlıyım,” sözleriyle duygularını aktardı.
Festival programında merakla beklenen “Bir Zanaat Olarak Oyunculuk” başlıklı panel Özen Yula moderatörlüğünde Funda Eryiğit, Hare Sürel, Gülçin Kültür Şahin ve Nihal Yalçın’ın katılımlarıyla Ayvalık Belediyesi Büyük Park Amfitiyatro’da gerçekleşti. Türkiye’deki oyunculuk algısı hakkında Nihal Yalçın “Bu işi okudum ve hayatımın sonuna kadar yapacağım, düşüncesi oluyor. Ancak aslında aktif oyunculuk yapmadığım zamanlarda da kendimi oyuncu hissetmeye devam ediyorum. Oyunculuk hayatta her yerde bize yarıyor,” diye ifade ederken; Funda Eryiğit “Herkes oyuncu olabilir, eğitim şart değil. Ama oyunculuk kariyerini sürdürebilmek için kendini belli alanlarda eğitmek gerekli,” cümleleriyle düşüncelerini aktardı. Konuyla ilgili Hare Sürel “Oyunculuk aynı zamanda bir mesai. Ne kadar çok çalışırsak o kadar iyileşiyor,” şeklinde konuştu. Gülçin Kültür Şahin ise “Türkiye’deki algı oyunculuk mesleğinin uzak bir yerde kalmasına, öncelikle başka mesleklere yönlendirilmemize neden oluyor,” diyerek görüşünü ifade etti.
“Boyun Eğmeyen Bir Kadının Hikâyesi: Suna” başlıklı söyleşide ise Armağan Çağlayan, Çiğdem Sezgin ve Nurcan Eren konuşmacı olarak yer aldı. Çiğdem Sezgin, Armağan Çağlayan’ın “Suna muhtemelen hayatınızdan birisi?” sorusuna istinaden Sezgin, “Hayatımdan tek bir kişi değil; biraz ben, biraz ablalarım, biraz Nurcan Eren ve bir iki çocukluk arkadaşım. Yani en az dört beş kadının karışımıdır Suna,” şeklinde cevap verdi. Nurcan Eren ise Suna karakteri için “Benim çocukluğumdan beri izlediğim, tanık olduğum birkaç hikayelerin bana faydası oldu Suna’yı oynarken. Biz hayatımızdaki kadınları birleştirmiş olduk,” diye ifade etti.