Barış Aytaç: Plan Yapmıyorum, Nehrin Akışındayım
[highlight]Yasak Elma‘nın Caner’i Barış Aytaç, oynadığı karakteri, hayatta kalabilmek için zekâsını kullanan biri olarak tanımlıyor. “Caner kötü biri mi; bence bu sorunun cevabı çok karışık. Caner, sistemin açıklarını bulmaya çalışan bir virüs. Sistemin açıklarını bularak kolay yoldan gitmeyi haklı gören biri,” diyen oyuncu, gerçek hayatta durduğu yeri bilenlerden. Şöyle diyor Aytaç: “Elinizden gelenin en iyisini yapsanız da sizin dışınızda çok fazla etken var ve bunlarla savaşmak, değiştirmeye çalışmak, yel değirmenleriyle savaşmak gibi. Plan yapmıyorum, nehrin akışındayım…”[/highlight]
7 yıldır dizi sektöründe Barış Aytaç. Yasak Elma‘nın başarısında pay sahibi olan isimlerden. Şevval Sam’ın canlandırdığı Ender karakterinin kardeşi Caner’e hayat veren oyuncu, sektörün geldiği nokta ve geleceği konusunda pek de iyimser değil. “Değişmeyen belki de hiç değişmeyecek şey, oyunculuğu meslek edinmiş birinin gelecek kaygısı, ağır vergi yükü, emeklilik,” diyor Aytaç. Dijital platformların önemine değinirken “çölde vaha” tanımını yapıyor ve ekliyor: “Üretebilmek, yaratabilmek ve tüm bunları yaparken kısmen de olsa özgür hissedebilmek, çok önemli…”
Oyunculuk serüveniniz TED Ankara Koleji’nde okurken başlamış, nasıl yöneldiniz oyunculuğa? Konservatuvar yılları nasıl geçti?
TED Koleji’nde her yıl bir temsil düzenlenirdi, daha ortaokuldan itibaren her sene olanları izleme fırsatım oldu, orta sonda ben de ilk sahne deneyimimi yaşadım bu temsillerden biri vasıtasıyla. Lüküs Hayat oynamıştık. Daha sonra derslerimin kötü gitmesi, tiyatroyla ilgilenmeme neden oldu (gülüyor). 1-2 sene tiyatrodan uzak durdum, lise sonda dayanamadım tekrar bir tiyatro topluluğunun içine girdim. O sene tiyatro topluluğunu yönetenler, Onur Saylak ile Filiz Alpgezmen’di. Onların deneyimlerinden yararlanarak yetenek sınavlarına hazırlanabileceğimi öğrendim ve böylece tiyatro bölümüne yelken açmış oldum. Konservatuvar yılları bir ayrılıp bir barışan sevgililer gibiydik, çok tutkulu bir aşk yaşadık (gülüyor); ayrılsam da kopamadığım bir sevgili konservatuvar. Ama en genel anlamıyla, konservatuvarda kendimi mesleki olarak tanımak için ve tanımlayabilmek için hangi soruları sormam gerektiğini öğrendim.
Geçen sezondan beri başarıyla yoluna devam eden “Yasak Elma”da Caner’i canlandırıyorsunuz. Onu bir de sizden dinlesek…
Caner, benim kurduğum çatıya göre -Çelebilerin çocukluklarının geçmişlerine dair çok da bir şey bilmiyoruz henüz- dünya bir yana ablam bir yana diye düşünen, ablası ne yaparsa yapsın ona sinirlenmeyen, kırılmayan, onu kabul eden bir yapıda. Kim bilir bu hayatta ne büyük zorluklara göğüs gerdiler ve Ender’in zekâsı (yoksa politikaları veya planlarımı desek) sayesinde belli bir statü elde ettiler. Dolayısıyla Caner’in ablasına itimadı sonsuz. Caner de bu acımasız çevrede hayatta kalabilmek için zekâsını kullananlardan bence. Bir borsa simsarı daha doğrusu borsa dolandırıcısı olabilecek kadar kurnaz ve etrafını çok iyi analiz edebilen bir zekâya sahip; dolayısıyla farklı çevrelerde farklı kişilerle duruma göre, kendi çıkarına göre davranıp nabza göre şerbet verebilen bir karakter.
“Caner bu sistemin açıklarını bulmaya çalışan bir virüs”
Caner, aslında “kötü” olan tarafta ama bir yandan da bu sezonda duygusal tepkiler vermeye başlayan, “iyi” tarafa yönelen, yani siyah-beyaz olmayan bir karakter. İlk sezondan bugüne Caner’in karakter analizine dair neler söylersiniz; neler değişti, neden değişti?
Caner kötü biri mi; bence bu sorunun cevabı çok karışık. Kötü nedir, kötü neye deriz? Şöyle söyleyebilirim: Caner bu sistemin açıklarını bulmaya çalışan bir virüs. Sistemin açıklarını bularak kolay yoldan gitmeyi haklı gören biri. Kimseye zarar verecek, şiddet uygulayacak, kimseyle kavga edecek, dövüşecek yapıda biri değil. Dolayısıyla en fazla kendi çıkarı için duygusal zararlar verebilir, ki bu da onu yeteri kadar kötü yapar belki ama “Yine de beterin beteri vardır,” diye cevap verirdi Caner bu soruya.
Caner, hazırcevap, iyi kelime oyunları yapan, esprili bir karakter. Senaryoya müdahale ettiğiniz, doğaçlama yaptığınız oluyor mu bu sahnelerde?
Senaristlerimiz Zeynep Soyata ve Melis Civelek, gerçekten Caner karakterinde çok renkli bir yapı kurmuşlar. Bana Caner’i okurken neyi nasıl söyleyeceğimi hayal etme imkânı sağladılar. Ancak her şeyden önce senaryoda Caner’in en büyük şansı, Ender gibi bir ablası ve Ender’i canlandıran Şevval Sam gibi bir oyuncu olması. Caner’in ablasını sorgulaması, onun hamlelerine ve yaptıklarına sağduyulu yaklaşmaya çalışması, belki de bu hayatta Caner’in en büyük donanımı oldu. Dolayısıyla elbette bazı replikleri eğip büküyoruz sahneden önce prova yaparken, aramızda bir şaka bulursak onu da ekliyoruz, tadını çıkarmaya çalışıyoruz ancak Caner’in bu renkliliği, senaristlerimizin eseridir.
“Ortada başarı varsa bu, ekibin ve
ekibin her şeyiyle ilgilenin Fatih Aksoy’undur”
Yeni sezonda büyük emekle ve umutla başlayan pek çok yeni dizi, kısa sürede yayından kaldırıldı; sert bir sezon geçiriyor diziler fakat “Yasak Elma” zor bir günde yoluna devam ediyor. Sizce neden sevildi dizi?
Bu koşullar altında yayına başlamaya cesaret eden her yapım için her sezon sert geçecek, geçmek durumunda. Koşullardan kastım, başta dizilerin çok uzun olması… 5-6 günde bir sinema filmi kadar çok şey anlatan, aynı zamanda sıkılmadan izlenilebilir ve her hafta hikâyenin belli bir kısmını tekrara düşmeden heyecan uyandıracak şekilde devam ettirmek zorundayız. Basit bir benzetmeyle; 110 metre engelli temposuyla maraton koşmak gerekiyor. Bu, TV işindeki herkes için sert ve acımasız şartlar yaratıyor. Maalesef bir yarış bu. Yasak Elma neden sevildi? Eğer ortada bir başarı varsa bu tamamen 40 küsur kilometrelik maratonun her metresinde birbirini destekleyen, yapabileceğine, başarabileceğine inancını artıran ekibindir. Hepsinin temelinde bu ekibi oluşturan, tepeden tırnağa her şeyiyle ilgilenen Fatih Aksoy’un başarısıdır.
7 yıldır ekranlardasınız, dizi sektörüne dair gözlemleriniz neler? İçinde bulunduğunuz 7 yılda neler değişti olumlu ve olumsuz anlamda sizce?
Her şey daha çetin ve zorlu bir hal aldı. Dünya pazarında TV yapımlarımız hatırı sayılır bir pay elde etmeyi başarsa da maalesef bölümlerin uzunluğu çok daha kaliteli, akıcı, steril işler üretilebilecekken sektör çalışanlarını ne yapıyoruz, ne çekiyoruz, ne oynuyoruz sorularıyla başbaşa bırakıyor. Bu durum da kaliteyi potansiyelinin çok altında bırakıyor. Olumlu açıdan bakarsak; birkaç sene öncesine kadar çalışma saatleri korkunç uzun ve yorucuydu. Yapımcımız Fatih Aksoy, çalışma süreleri konusunda haftada 5 gün, günde 12 saat kuralını büyük bir terslik olmazsa uygulatıyor. Bu da her şeyden önce set ekibinin bir nebze olsun nefes almasını sağlıyor. Küçük bir dipnot; değişmeyen belki de hiç değişmeyecek şey, oyunculuğu meslek edinmiş birinin gelecek kaygısı, ağır vergi yükü, emeklilik vs…
Sosyal medyanın da etkisiyle artık yayınlanan bir bölüme anında tepki alabiliyorsunuz. Takip ediyor musunuz sosyal medyadaki yorumları, eleştirileri? Ve sizi nasıl etkiliyor?
Sosyal medya günümüzde artık kaçınılmaz. Ancak ben bu mesleği yapmasaydım çoktan bütün hesaplarımı kapatırdım. Zaman kaybı ve ciddi bir bağımlılık. İşimin gerektirdiği kadarıyla takip ediyorum, elbette gözümden kaçanlar oluyordur ama olumlu olumsuz tüm yorumları okumaya çalışıyorum. Sosyal medya beni pek etkilemiyor, etkilememesi için çaba harcıyorum.
“Dijital platformlar çölde vaha gibi”
Sinema ve tiyatro alanlarında önümüzdeki döneme dair planlarınız var mı?
Sinema filminde oynamak beni epey heyecanlandırır; kariyerimi planlamaya çalışmanın yersiz olduğunu bu 7 sene çok net öğretti bana. Elinizden gelenin en iyisini yapsanız da sizin dışınızda çok fazla etken var ve bunlarla savaşmak, değiştirmeye çalışmak, yel değirmenleriyle savaşmak gibi ve sanırım buna gücüm yok. Plan yapmıyorum, nehrin akışındayım.
Türk TV ekranlarında tür sıkışması yaşandı yakın dönemde; romantik komedi ya da dram dizileri arasında kalındı. Şimdi biraz daha farklı türlere doğru yol alınıyor, polisiye, aksiyon, komedi dizilerine dair de bir eğilim var. Sizce bu tür sıkışmasının nedenleri nelerdi?
Bu sıkışmanın sebebi, yine dizi sürelerinin uzunluğu bence. 12-13 bölümde anlatıp bitireceğiniz hikâyeler, 40-50 bölüme uzatılıyor, mecburen belli türler arasında gidilip geliniyor. Projelerin öncelikli amacı da uzun soluklu devam edebilmek olduğundan, daha önce denenmiş türler tekrar ediyor. Ve tabii ki sansür. Ciddi bir sansür sorunu varken örneğin siyasi mizah yapamadığınız bir sektörde hangi çeşitlilikten bahsedebiliriz?
Netflix, BluTV gibi dijital platformlar için yapılan dizileri takip ediyor musunuz? Bir oyuncu olarak dijital platformların, senaryo, sansür, oyunculuk performansı anlamında nasıl bir fark yarattığını düşünüyorsunuz? Önümüzdeki dönemde dijital platform dizilerine dair planlarınız var mı?
Dijital platformlar çölde vaha gibi. En azından dışarıdan öyle görünüyor; henüz böyle bir projede çalışma imkânım olmadı ama kısıtlanmamak, bu sektördeki herkesin ortak hayali olsa gerek. Üretebilmek, yaratabilmek ve tüm bunları yaparken kısmen de olsa özgür hissedebilmek, çok önemli. Ayrıca sinema-dizi sektörümüzün bu platformlar sayesinde uluslararası bilinirliği de olumlu etkilenecektir diye düşünüyorum.
“Ali Atay ne çekse izlerim”
Tutkunu olduğunuz diziler, bir tür ya da janr var mı?
Fantastik sinema ve edebiyat hayranıyım. Neil Geiman, Ursula K. Leguin en sevdiğim yazarlar. Film olarak Fight Club ve dizi olarak Breaking Bad, defalarca izlediğim eserler…
“Ne çekse izlerim,” dediğiniz yönetmenler var mı?
Son dönem mizah anlayışı ve oyunculuklar açısından en sevdiğim film, Ali Atay’ın yönettiği Ölümlü Dünya oldu. Sanırım Ali Atay ne çekse izlerim.
Tüm dünyada dizi sektöründe edebiyat uyarlamaları yükselmeye başladı. Romanlardan uyarlanan pek çok dizi çok iyi dönüş alıyor. Keşke uyarlansa dediğiniz yerli-çeviri romanlar var mı?
Kitaplarını okuduğum uyarlamalar beni Yüzüklerin Efendisi, Yüzük Kardeşliği dışında hep hayal kırıklığına uğratmıştı. Yakın zamanda Neil Gaiman’ın Amerikan Tanrıları, Netflix eliyle diziye uyarlandı. Çok da heyecanlanmıştım ancak yarıda kaldı sanırım. Genel olarak uyarlamalarda okurun kafasında canlananlar karşılığını bulmuyor bence…