Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Röportaj │Jeremy Strong, J. Smith-Cameron ve Alan Ruck ile Succession Üzerine
Bir dizideki hiçbir karakteri sevmeden o diziyi sevmek mümkün mü? Bahse konu dizi Succession ise bu sorunun cevabı tartışmasız evet. Türkiye’de “Bein”de izleyiciyle buluşan dizi, üçüncü sezonuyla 2021’e damga vurdu desek yanılmış olmayız.
Güç, politika, para… son derece işlevsiz bir aile hanedanı hakkında bu kışkırtıcı, komik dizide her şey aile içinde. Dünyanın en büyük medya ve eğlence şirketlerinden birinin CEO’su Logan Roy (Brian Cox) emekliliği düşündüğünde, dört yetişkin çocuğunun her biri, kardeşlerinin veya babalarınınkiyle her zaman uyuşmayan kişisel bir gündem izler. Aile reisi Logan Roy (Cox) ve dört çocuğu – en büyük oğlu Connor (Ruck), güce susamış Kendall (Strong), saygısız Roman (Culkin) ve politik açıdan liberal Shiv (Snook) – hepsi şirketle değişen derecelerde bağlantıya sahip, yeni bir geleceğe hazırlanmaya başlar.
Senaryosu, oyunculukları ve müzikleriyle eleştirmenler tarafından büyük beğeni toplayan Succession, En İyi Uluslararası Program dalında İngiliz Akademisi Televizyon Ödülü, En İyi Televizyon Dizisi – Drama dalında Altın Küre ve En İyi Drama Dizisi dalında Primetime Emmy dahil olmak üzere birçok ödül ve adaylık aldı. Cox, En İyi Erkek Oyuncu – Televizyon Dizisi Drama dalında Altın Küre alırken Strong, Drama Dizisinde En İyi Başrol Erkek Oyuncu dalında Primetime Emmy kazandı.
Craig Mclean’in, Succession oyuncuları Jeremy Strong, J. Smith-Cameron ve Alan Ruck ile karakterleri ve hikayeyi konuştuğu röportajı, Türkiye’de ilk kez Episode’da paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz.
Jeremy Strong
Üçüncü sezonun başlarında, karakterlerden biri, Kendall’ın ikinci sezonun sonunda Logan’a ve Waystar Royco’ya yaptığı aleni saldırıyı “tarihi ve gereksiz gösterişli” ve Kendall’ı da “kendini bir şey sanan züppe” olarak tanımlamıştı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Öncelikle, mükemmel yazılmıştı. Bir virtüözlük işiydi. Bu konudaki görüşüm… Kesinlikle katılmıyorum. Bence İkinci Sezon’un sonunda babam İngiltere’deki çocuk için “gerçek bir insan değil” dediğinde acı ve son bir netlik içinde kalbindeki karanlığı görüyorum. Ahlak kurallarından öyle yoksun oluşu ve içindeki o muazzam boşluk gözlerimin önüne seriliyor. Bununla birlikte, adeta ışığı yaymak için, daha parlak bir ışık olmak için ilahi bir davet alıyorum.
Bence Kendall, basın konferansına giderken bir aydınlanma anı yaşıyor ve ne yapması gerektiğini, hayatının bu güne kadar ne yapması için serpildiğini, bir tür asli görevi olduğunu anlıyor. O da şirket kültürünü arındırıp temizlemek. Bu iş onun işi.
Bir şekilde tanımlamam gerekirse üçüncü bölümdeki karakterim için vizyoner ve lider diyebilirim. Bir görev bilinci var. Karakter artık bir mesihe evriliyor. Başka insanların bu konuda farklı hisleri olabilir Kendall’ın gözünde ne yapılması gerektiği çok net. Bu açıdan oğul ve doğruluk ışığı aynı anda ortaya çıkıyor.
Kısa süre önce “Yol gösterici şeyler yaşadım. Kuzey ışıkları gibiydiler.” dediniz. Jesse Armstrong’la karakter üzerine yaptığınız ilk konuşmalarda Kendall hakkındaki o yol gösterici tanımlamalar nasıldı?
Dört, beş yıl önce ilk sezona başlarken Güney Londra’daki Brixton’ta yazarlar odasını ziyaret etmeye gittim. Jesse Armstrong bir not kartına “Kendall kazanıyor ama kaybediyor.” yazmıştı. Bu paradoks, bu iki şeyin karakterinde aynı anda olabiliyor olması aklımda kaldı. Ne olursa olsun zirvedeyken dipte de. Aynı anda hem dünyanın zirvesinde hem de cehennemin dibinde olabiliyor.
Jesse’in bu iki kutbu aynı karakterin içinde yaşatabilme yeteneği var. Galiba oyuncu olarak benim görevim de bu iki kutbu kendi içimde yaşatmak ve zapt etmeye çalışmak.
“Kendall kazanıyor ama kaybediyor.” Bu, benim için bir kuzey ışığı mıydı bilmiyorum. Daha çok cehennem ateşi gibiydi ama aklımda kaldı ve çok bilgilendirici oldu.
Kendall’ın, sizin deyiminizle “düğümlü ıstırabı” neden kaynaklanıyor?
Bence hayatı boyunca dizginlenmekten, önünün tıkanmasından geliyor. Anne ve babasından sevgi ve ilgi görmemesinden geliyor. Bence bu karakterin içinde çok öfke var.
Dizi de zaten bir bakıma bunu araştırıyor, değil mi? Miras aldığı hasarı, ailesinde yerleşik olan o istismar mirasını, bunun kültüre nüfus edişini inceliyor. Bu ailedeki zehir yer altı sularına karışmanın yolunu buluyor ve yer altı suları zehirleniyor.
Peki bu ıstırap nereden geliyor? Bence bunun kaynaklarından biri de ilk sezonun sonlarında yaşananlar. O güne kadar ben epey… Bu bir ihtiras hikayesi. Birinci Sezon’da bir üstünlük ve üzerine düşeni yapma hikayesi var. Sonra bir trajedi yaşanıyor. Karakterini dönüşü olmayan bir şekilde değiştiren bir trajedi.
Jesse’le “Suç ve Ceza” üzerine çok konuştuk. Sonra o cümleyi kurdum, belki de biraz tepeden bakar gibi oldu ama bunun üzerine çok düşünmüştüm. Dostoyevsky’nin “azman acı” olarak tanımadığı şey. Raskolnikov’un gizliden yaşadığı o azman acı ve onu dünyadan nasıl ayırdığı. Bu acı, eski hâliyle, içinde kalmış olan iyiliklerle şimdiki hâli arasına kapanması imkansız bir uçurum sokuyor. Öyle korkunç bir ıstırap ki düğüm hâlinde olduğu için paylaşamıyor. İçselleştirilmeli. İşte buradan çıkıyor.
Brian Cox’la ikinci sezonda çok yoğun, iki kişilik sahneleriniz oldu adeta o sezona bir parantez açtılar. Üçüncü sezonda daha yoğunları ve daha fazlası da olabilir. O sahnelerin çekimi sizin için nasıl?
Çekimi nasıl mı? Brian her açıdan yer yüzünü adımlamış olan oyuncuların en iyilerinden biri. Onunla ringde olmanın verdiği heyecanın tanımı yok. O da Logan gibi bir ilkel güç ama oyunculuk açısından. Brian tehlikeli bir oyuncu ve bence bu, bir oyuncu için söylenebilecek en büyük iltifattır.
Üzerinde çalıştığımız tuvali doldurmak için beraber çok şey yapabildik ve üçüncü sezonda da yapacağımız çok şey var. Ama onunla hep dağın zirvesinde karşılaşıyoruz ve her seferinde, ortaya konulabildiğince şey konmuş oluyor.
Nasıl tarif edebilirim? Sahnelerimizin provasını yapmıyoruz. Galiba, işi bu şekilde yapmayı benimsemiş. Film çekimlerinde veya televizyon işlerinde prova yapmayı ben de sevmem ve zaten film çekiyormuş gibiyiz. Ringe karşılıklı çıkıyoruz ve ağır sıklet karşılaşmalarında olduğu gibi toplayabildiğim tüm cesarete ve sanatsal yeteneğe ihtiyacım oluyor.
Senaryo ezberinin zorlukları bir yana, İkinci Sezon’un sonundaki o sürprizin çekimine nasıl hazırlandınız? Mesela, kendinizi, Kendall’ın o an olduğu kadar tecrit edebilmek için diğer oyunculardan ayırdınız mı?
İşin aslı, ben zaten kendimi sürekli uzaklaştırıp tecrit ederim. Kendall öyle olduğu için değil. Gerçi bunun da payı var tabii ama aslında öyle çalıştığım için. Boş ve sakin bir yerde olmam gerekir.
O sahne için de diğer sahnelere hazırlandığım gibi hazırlandım. Oyunculuğun temelindeki disiplinlerden biri de bir anı, bir diğer andan daha önemli hâle getirmemektir. Bunu yaparsanız, işinize baskı katarsınız bir şeylerin olmasına engel olabilirsiniz. Oyuncu olarak tek işiniz bence olabildiğince pervasız olmak. Ve o anda mümkün olabildiğine dürüst.
Ama dizide bazen böyle şeyler oluyor tabii. “Bu önemli bir sahne.” Onun önemli bir sahne olduğunun farkındaydım. Ama oyuncu olarak çıtayı bunun belirlemesine izin veremezsiniz. Bu, karakterin yapması gereken bir şeydir. Kendall’ın basın toplantısında ne yapacağı net olduğu için oldukça kolay da oldu. Hamlet’in gemide ölümün kıyısından döndükten sonra geri dönmesi gibi. “Ne gelecekse hazırım.”
O yüzden, hazırlık süreci aslında o sahneye kadar sezon içinde yaptığım seyahat oldu. Sonra, o aşamaya gelen kararı verdiğimde çok kolaydı. O sahneyi yakalamak şaşılacak kadar zor oldu. “İlk çekimde hallederiz ve biter.” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ama çoğu zaman olmadığı gibi yine öyle olmadı. Mikrofonlarla ilgili bir sorun vardı. Aksesuar mikrofonlar vardı ama gerçek olmalarını istiyordum çünkü beni sahnenin gerçekliğinden çıkarıyorlardı.
11. veya 12. denemede bir an yaşandı. “Ama” dedikten sonra duraklamayı düşündüğümüz bir yer vardı. Gerçekten yaptık da. O, benim için tüm sahneyi açtı. Her şeyin askıda kaldığı bir an gibiydi. Kullandıkları çekim de o oldu. Gerçekten olduğunu hissettiğim tek çekim de oydu.
Emmy kabul konuşmanızda Stephen Dunn’un şiirinden alıntı yaptınız. “Tek dileğim, öyle iyi bir kitaptı ki hayatımın sonunda dek bitireyim.” Succession’ı o kitap yapan şey ne?
Bunu sormanıza sevindim çünkü o alıntıda bir şeyi atladığım için açıklama fırsatı bulmuş olacağım. Onun aslı, “Tek dileğim, kitap gibi öyle iyi bir iş ki ki hayatımın sonunda dek bitireyim.” olmalı.
Şimdi, Succession’ı benim için öyle kılan ne? Her şeyi. En yüksek ve en derin düzeyde yazılıyor. Bu, Jesse Armstrong’un başarısı. Muazzam oyuncular var. Vadiler ve zirveler var. Bu işi Everest’e tırmanmak olarak tanımlamıştım. O hep tırmanmak istediğim bir dağdı. Ama aslında bir dağ değil, bir sıradağ ve hem derin yarıkları, hem muazzam zirveleri var.
Bu nedenle oyuncu olarak isteyebileceğiniz en iyi şey öyle vadileri ve zirveleri aşmaktır. Metnin zenginliği ve karşımıza çıkardığı zorlukları hiç eksik olmuyor. O yüzden, dikkate değer bir risk de söz konusu. Buradan sonra nereye doğru gideceğini bilmiyorum ama üçüncü sezon kesinlikle şimdiye kadar çıktığımız en yüksek zirve.
J. Smith-Cameron
Geçen sezonunda sonunda Gerri’yi ne hâlde bırakmıştık?
Hepimiz, Hırvatistan’daki o süper, mega yattaydık ve bu felaketin altında kimin kalacağı bilinmediği için herkes ecel terleri döküyordu. Sonra herkes her şeyin Kendall’ın üzerine kalacağını düşündü ve ardından Kendall, Logan’ı suçlayarak herkesi şaşırttı. Son bölümde o açıklamayı seyreden Logan’ı, Roman’ı ve Shiv’i gördük. Ama Üçüncü Sezon’da geri döndüğümüzde herkes Hırvatistan’dan çıkmak ve bu işi çözmek için debeleniyor.
Bu sezonun başlangıcında Gerri’nin ruh hâlini nasıl tarif edebilirsiniz?
Sanki, nasıl bir belanın içinde olduklarında dair bir fikri olan tek kişi oymuş gibi. Frank ve Karl son derece “evetçi” adamlar. Bunu söylediğimi onlara söylemeyin. O yüzden, nihai sorumluluk Gerri’de. O yüzden, üçüncü sezon boyunca Gerri’nin hepsini gerçeğe uyandırmak, gizli tuzakların yasal yanlarının üstesinden gelmek için verdiği çabayı izliyoruz.
Çekimlerdeki böyle uzun bir aranın ardından Gerri’nin ruh hâlini yakalamak ne kadar zor oldu veya zor oldu mu?
Galiba böyle uzun bir aranın ardından eski uyumumuzu ve sempatimizi yakalamanın çok zor olacağından hepimiz endişe ettik. Çünkü bununla tanınıyoruz, biz birbirine sıkıca bağlı bir grubuz. Şirket de çok iyi işbirliği yapıyor. Nasıl bir sihirdi bilmiyorum ama nasıl olduysa oldu, tüm zorluklara ve gecikmelere rağmen galiba Jesse Armstrong da hemfikirdir, hepimiz kaldığımız yerden devam ettik.
Sezon ilerledikçe kolaylaştı ve uyum sağladık. Yani zordu ama ileriye yönelik bir çabaydı. Tekrar bir araya geldiğimizde birbirimize yardımcı olduk.
Sence Gerri’nin şirketle ve Logan’la olan hikayesinin geçmişi nasıl?
“Sence” demen iyi oldu çünkü Jesse Armstrong bana katılır mı, bilmiyorum. Oyuncuların bu gibi şeyleri kendi kafalarında çözmeleri gerekir. Bir televizyon dizisindeyseniz biraz esnek olmanız gerekir. “Karakterimin başına şunlar, şunlar gelmiş.” diye düşünürsünüz. Sonra sezon ilerler ve bunun doğru olmadığını görür, uyum sağlamak zorunda kalırsınız.
Bununla birlikte, Gerri’yi gördüğümüz ilk sahnede kocasının ölmüş olduğunu ve belki de eskiden Logan’ın meslektaşı olduğunu fark ediyoruz. Belki Danny Huston’ın canlandırdığı Jamie Laird gibi bir bankacı veya mali danışman. Gerri’yse bu beyefendinin genç eşiydi. Sonra öldü ve Logan bir aşamada o aileden biri olarak Gerri’yi işe aldı. Gerri şirkette hızla tırmandı.
Şimdi, kişisel bağlarına gelirsek, Brian Cox ne derdi bilmiyorum ama bir geçmişleri olmadığını hayal edemiyorum çünkü adeta eski bir karı kocaymışçasına yakın bir bağları varmış gibi davranıyorlar. Bir bakıma yaşlı bir çift gibiler. Gençliklerinde aralarında, artık o duyguyu unuttukları bir tür flörtün olduğunu duyarsam hiç şaşırmam. Orada bir yakınlık var.
Brian’la karakterinin şahsiyeti üzerine konuşmuşsunuzdur. Belki geçmişini de biraz paylaştınız mı?
O kadar çok değil. Bu iş, tiyatro oyunlarından veya filmlerden farklı çünkü o işlerde bir başlangıç, gelişme bölümü ve son olur. Hikayenin nereye gittiğini bilirsin. Ama bu, çok eşsiz bir iş. Diziler devam eden süreçlerdir. Kaç sezon olacağını kimse bilmez ve her şey ansızın değişebilir veya hiç değişmez. Bunu da öngöremezsiniz. Oyuncular için benzersiz bir durumdur. Çabuk düşünüp hareket etmek gerekir. Bir bakıma doğaçlama yapmak gibi. Özellikle de bu insanlarla doğaçlama kısmı daha da fazla oluyor.
Bana Logan’ın kişisel mücadelesi de bu gibi geliyor, aklında her ne varsa onu bu şekilde çözüyor. Bence bu, geçmişlerinden kalan ve baş etmeye çalıştıkları şeyler açısından kardeşler için de geçerli.
Sette Jesse, diğer yazarlar ve yönetmenler sahneleri senaryoya göre oynamanızı istiyor. Ama sonra, doğaçlama hakkınızın olduğu çekimler de ekliyorlar. Bu kadar detaylı bir senaryoyla çalışmak heyecan verici ama insanın gözünü de korkutuyor. Bir yanda da sahnelerde başınızı alıp gitme seçeneği sunuluyor.
Şahane. Onları yüzüstü bırakmak istemediğin için insanı biraz zorluyor. Çok yetenekli yazarlarımız var. Dilinizin dolanıp cümleleri karıştırmak istemezsiniz. Doğaçlama yaparken de size sundukları olanakların hakkını vermek istiyorsunuz.
Bazen, iş, sadece sahne sonunda kamerayı kapatmamaktan ibaret oluyor. Çünkü gerçek hayatta odada öylece konuşmadan durmazsınız. Bir şeylerin devamı olmalıdır.
Bu iyi bir yazarlık egzersizi, dürüst olmamızı sağlıyor. Bazı şeyler bu şekilde çıktı. Çok nadiren kullanılıyorlar ama bazen kendiliğinden ilişkilerin örgüsüne ekleniyorlar. Heyecan verici.
Succession’ın seçmelerini duyduğunuz zamanlardan neler hatırlıyorsunuz?
Sahne parçalarını, bütün içinde olmadan okuduğumda genel içeriğini anlamamıştım. Ama şakaların ne olduğunu anlamadan bile çok komik olduğunu sezmiştim. “Umutsuzca o olmak istiyorum!” diye düşündüm ama nasıl bir durumun söz konusu olduğunu bile bilmiyordum.
Gerri başta aynı Frank, Karl veya Hugo gibi erkek olarak düşünülmüş. Sonradan belki kadınları da göz önünde tutmaları gerektiğine karar verdiler. Onu belki oğlanlardan biri olarak oynayabilirim diye düşündüm. Kendall veya Roman ona kaba saba, adi bir şey söylediğinde soğukkanlı karşılamasına karşın ürkecekti de ve bu muazzam olacaktı. Bu Gerri’nin bir özelliği hâline geldi. Çoktandır acı çekiyor ama bir şekilde bunlara hiç takmıyor.
Tiyatro oyunculuğunda derin ve uzun bir geçmişiniz var. Succession çok güçlü bir oyuncu kadrosuna sahip, adeta bir tiyatro kumpanyası gibiler. Bu doğru mu? Doğruysa, bu sizin için ne kadar önemli?
Kesinlikle, çok iyi bir topluluk. Oyuncu seçimi ve oyunculuk standartları açısından da öyle. Ama yazarların, en başta Jesse’nin böyle tasarlamış olmasının da önemi var. Succession gerçek bir dünya. Bir dünya bakışı var, kendi mantığı var. Bütün ve detaylı düşünülmüş. Sağlam bir yapısı olduğu için bunu geliştirebiliyorsunuz çünkü o dünyanın parametrelerinin ne olduklarını biliyor ve anlıyorsunuz. Bu şekilde tasarlanmış.
Yani bir kumpanya, bir topluluk oluşturmak için tüm doğru şartlar oluşmuş.
Hollywood Reporter, Gerri’yi “Derin sorunları olan Roman’ın anne figürü ve psikoseksüel battaniyesi.” olarak tanımlamış. Doğru bir yorum mu?
Evet. Bence on ikiden vurmuşlar.
Kieran Culkin’le o sahnelerin çekimi nasıl oluyor?
Açıkçası, çok eğlenceliler. Kieran’la çalışmayı seviyorum. O bir afacan. Hikayede olduğu gibi sahne dışında da öyle. Daha önce de demiştim ve daha birçok kez tekrarlayacağım. Çok rahat ve doğal bir oyuncu. Çok serbest, çok yaratıcı. Onunla çalıştığınızda siz de o özgürlüğe ulaşıyorsunuz. Çok komik. Çok oyunbaz.
Birbirimizi epey uzun zamandır tanıyoruz. Kocamın (yönetmen ve oyun yazarı Kenneth Lonergan) birçok oyununda ve filminde rol aldı. Birbirimizi uzun zamandır tanıyoruz. O yüzden, aralarında bir flörtleşme olması bizi eğlendiriyor. Bunu hep yapıyorduk ama hikayenin temel bir parçası olacağını sanmıyorduk. Derken oldu. Galiba bunda ilhamı setteki maskaralıklarımızdan ve tutarlı olmamızdan aldık.
Kieran’la bu flörtlü paslaşmaları yaparken sette çekimi ne sıklıkla durdurmak zorunda kalıyorsunuz?
Onunla pek olmuyor çünkü nedense kendimi ona çok iyi bağladım. Ama Matthew Macfadyen’le olan sahnelerde hep oluyor. Onunla pek o kadar fazla sahnem yok. Howard’s End’de kocamla çalıştı ve onunla o vesileyle tanıştım. Çok mükemmel ve güzel bir oyuncu. En harika yanı da işin mizahından çok zevk alıyor olması. Öylece kaptırıyor. Çok komik, gerilim hemen ortadan kalkıyor ve herkes gülüyor.
Beni en çok güldürenler o ve Alan Ruck.
İkinci bölümde bir aşamada yapılan manevrayı “yılan makarna” olarak adlandırıyorsun. Bu Succession’ın dahiyane diline bir örnek. Böyle zengin bir senaryoyla çalışmak nasıl?
Tiyatrodan geliyor olduğum için çok heyecanlı. Tiyatroda bunun gibi zengin metinlerin desteğini hissedersiniz. Televizyonda hep böyle olmaz. Televizyon hakkında genel yorumlarda bulunmak istemem ama bu bir istisna. Çok zengin. “Yılan makarna.” “Kokuşmuş balık çorbası.” Dizi boyunca bunları çok komik şekillerde ekliyorlar. Harika. Bir keresinde doğaçlama yaparken Roman’a “sümüklü köpek yavrusu” dedim. Bir şekilde o dile ben de geçiş yaptım.
Logan’ın o patlayıcı öfkesinin karşısında veya yakınında olmak nasıl?
Hani Peanuts’ta Lucy bağırır ve Snoopy geriye doğru takla atar ya? İşte öyle. Sanki Gerri, Logan’ın ona bağırmasına o kadar alışmış ki bu beklenen bir şey olmuş. Ama o an için yine dehşet verici. Kendi karakterim açısından, bunları doğal karşılıyor.
Sevilesi olmaktan bu kadar uzak karakterleri neden seviyoruz?
Galiba kendi adıma nedenini biliyorum ama başkaları için neden öyle olduğunu anlamıyorum. Oyunlarda mücadele eden kahramanlar vardır. Kahraman da olabilirler anti kahraman da ama o mücadele hep vardır. Hep bir şey istenir, bir iştah vardır. Bu insanlara kalıtımsal olarak çekici geliyor. Bununla bağ kurabiliyorlar. İnsanı yakalayan bir şey. İnsanların yarıştıkları veya bir şeylerden sağ çıkmaya çalıştıkları bu kadar çok realite programı olmasının nedeni de bu.
Yaşam iştahı olan, hamle yapmak isteyen insanları görmenin temel insan psikolojisinde bir yeri var ve gözlerinizi onlardan alamıyorsunuz.
İşte, koltuk psikiyatrı bakış açım.
Alan Ruck
Geçen sezonun sonunda Conner’ı ne hâlde bırakmıştık?
Ümitsizlik içinde. Çünkü babası, Başkanlık kampanyası için ihtiyacı olan mali desteği vermeyi kaba bir şekilde reddetmişti ve bir yandan da Willa’nın Broadway oyununun masraflarını karşılıyordu. Babası ona “Kes şunu. Beni utandırıyorsun.” demişti. Bu, duymak isteyeceğiniz bir şey değildir.
Sonra, Connor, gemi turu bozgununun sorumluluğunu üzerine alarak kendini otobüsün altına atmayı düşündü. Ama kabul görmedi. Para için endişeleniyor ve babası duygularını epey kırdı. İşte, böyle bir hâlde.
Bu sezonun başlangıcında Connor’ın ruh hâlini nasıl tarif edebilirsiniz? Neyi hedefliyor?
Şu aşamada bence derdi ayakta kalmak. “En iyi anlaşmayı nerede koparabilirim?” diye düşünüyor. Çünkü babasıyla yolunu pek iyi bir şekilde ayırmadı. Diğer bir seçenekse dengesiz kardeşi Kendall’ın tarafına geçmek. Hem onun için hem de Roman ve Shiv için mesele artık nereye oturdukları, bu çatışmada ne tarafta yer alacakları. Yani Conner için hatırı sayılır bir belirsizlik var.
Yeni sezonun başlarında Conner babasının ona “Parmak Bükme Operasyonu” olarak adlandırdığı bir görev verdiğinden bahsediyor. Connor, babasının ona nasıl değer verdiğinin ve onu nasıl gördüğünün ne kadar farkında?
Bence gayet farkında. Babasından ve kardeşlerinden bu muameleyi onlarca yıldır görüyor ve dışlanıyor. Aile adına bir katkısı yok. Şirketin başarısına bir katkısı yok. O yüzden, önemsiz ve göz ardı edilen biri. Ona da böyle muamele ediyorlar.
Bir de Conner üçüncü sezonda kardeşler arası haraketli bir konuşma sırasında “Bu işi çirkinleştirmemeye çalışabiliriz?” diyor. Conner, Sucession’ın Bay Kibar’ı mı? Belki de dizinin tek Bay Kibar’ı?
Aileden olmayan insanlar hesaba katılırsa o kadar da kibar sayılmaz. Çünkü diğer aile fertleri kadar hak sahibi ve kibirli. Ama galiba, gerçekte var olmayan tatlı aile ilişkilerine dair bazı hayalleri var. Ama bir şekilde, bir gün kardeşlerinin ona ihtiyacı olacağı veya tavsiyelerine değer verecekleri veya onunla yaşadıkları şeyler hakkında açıkça konuşacakları umudunu yaşatıyor. Dahil edilmek istiyor.
Ailenin parçası olduğunu hiç hissetmemiş. Küçük bir oğlanken babasıyla şehirde dolaşıyordu ve küçük bir prens olduğunu biliyordu. Çünkü nereye giderse gitsin insanlar babasının karşısında eğiliyordu ve kapılar açıktı, insanlar o veya babası için ne yapsalar azdı. Sonra Logan, Connor’ın annesinden boşanınca her şey değişiyor.
O yüzden, bence yıllardır umutsuzca tekrar aileye dahil olmak için çabalıyor.
Sence Connor’ın annesinin arkasında yatan hikaye ne?
Jesse bir keresinde bana “Bence artık bu gezegende değil.” demişti. Herhalde en akıllıcası da bu olurdu. Psikolojik ve duygusal zorluklar yaşadığına dair tüyolar aldık, belki bağımlılık sorunları da vardı. O yüzden, Connor’ın çocukluğunun pek mutlu olduğunu sanmıyorum. Ya bu çok sorunlu kadınla yaşıyordu ya da yatılı okulda oluyordu ve arada sırada tatillerde Logan’ı ve diğer çocukları görmek için seyahat ediyordu.
Bir oyuncu olarak Connor’ın arkasındaki bu inandırıcı duygusal geçmişi ve arka planı oluşturmak senin için nasıl oldu?
Zor olmadı. Yazarlar harika, size harika ipuçları veriyorlar. Jesse bunları bana açtı. Annem gitmiş, artık burada değil. Ciddi bazı sorunları varmış. Gerisini doldurabilirsin. Hayal gücünü kullanabilirsin, boşlukları doldurabilirsin. O çocuk için nasıl olduğunu hayal etmek yeterli. Bence yalnızlık içinde geçen dönemleri olmuş. Bence Connor çok yalnız biri. Bu sebeple, galiba Willa’yı Tanrı’nın bir lütfu olarak görüyor. Hayatına yeni giren harika bir genç kadın var ve çok şeyi değiştiriyor.
Willa tam olarak öyle hissetmese de sonunda onu pes ettirecek.
Diziyi ilk duyduğunuz ve seçmelerine girdiğiniz döneme ait anılarınız nasıl?
Az kalsın yer almayacaktım. Chicago’da Geena Davis’le The Exortist’in televizyon dizisi uyarlaması üzerinde çalışıyordum. Uzun hafta sonları için uçakla eve gelip gidiyordum. Eşim de bir televizyon programı yaptığı ve günde on beş saat çalıştığı için çok stresliydi. Bakıcılarımız, dadılarımız falan vardı ama geceleri bekar anneye dönüşüyordu.
Sonra bir hafta sonu için eve döndüğümde oğlumuzu “annem ve ben” müzik derslerine götürmemi istedi. O zaman daha iki yaşındaydı. “Oradayım. Varım.” dedim.
Sonra menajerim aradı, bu bir pazartesi sabahı oluyor, “Bir HBO dizisi için seçmelere girmeni ayarladım.” dedi. Karıma, “Tatlım, bu HBO!” dedim. Çok stresli olduğu için gözyaşlarına boğuldu. Sonra menajerime karıma, küçük oğlumu müzik dersine götüreceğime söz verdiğim için katılamayacağımı söyledim.
Oraya üçümüz beraber gittik. Telefonunuzu dışarıda bırakmanız gerekiyor. Çıktığımda yarım düzine mesaj ve e-posta vardı. Menajerim “Şehirden ayrılıp Chicago’ya dönmeden önce Adam MyKay’in evine uğra.” diyordu.
Uğradım da. Oturma odasında beni denedi. Oyuncu yönetmenimiz Francine Maisler da oradaydı. Galiba Justine (Lupe, Willa’yı canlandırıyor) da oradaydı. Ama arkada, odanın karanlık bir köşesinde oturan bir adam daha vardı, oda büyüktü, o sanıyorum Jesse olabilir ama emin değilim.
Malzemeyi hiç bilmediğim için doğaçlama yaptım. Sonra benden rolü oynamamı istediler. Bu evrenin “Sadece git. Sadece git ve kapılar açılacak.” dediği o anlardan biri gibi oldu. Şahsen çok şanslıydım.
Bunun bir HBO dizisi olmasının senin için anlamlı olmasından bahsettin. İşkolunuzda bu bir şey ifade ediyor sanırım.
Bu insanların çıkardıkları yapımların geçmişine baktığınızda harika bir performansları var. Seyrettiğimiz en iyi dizilerden bazılarını yaptılar. HBO bu şekilde çalışır, nasıl olması gerektiğine dair seçenekleri olmadığından değil, zeki insanlar ve elbette fikirleri ve katkıları oluyor ama çok yetenekli, çok akıllı, ne yaptığını iyi bilen insanlarla anlaşıp işlerini yapmalarına olanak sağlıyorlar.
İşe karışıldığını söyleyemem ama zaman zaman yol gösteriyorlar. “İhtiyacımız olan şey. Böyle bir şey çıkarmayı umuyoruz.” Ama çoğunlukla rehberlikten ibaret. Sonra işi yapacak en doğru kişilerle anlaşıp yapmalarına izin veriyorlar. Bu özgürlüğü yakalamak kolay değildir.
Jesse Armstrong yazarlar odasını her zaman Londa’da tutar. Kabaca yarısı Britanyalılardan oluşan bir yazar kadrosu var. Succession’da Britanyalı hassasiyetini görüyor musun?
Zaman zaman Amerikan olmayan bir anlatım şekline denk geliyorsunuz. Bunu, Roylar’ın aslında Amerikalı olmayışıyla aklıyoruz. Onlar kendi başlarına bir ulus sayılırlar. Zaten çocuklar dünyanın dört bir yanında büyümüşler. Üvey kardeşlerimin İskoç bir babaları ve İngiliz anneleri var. O yüzden, uluslararası bir dilde konuşuyorlar denilebilir.
Bence yazarlar odasında birçok Britanyalının olması güzel. Çünkü o çocuklar ve Avrupalıların, Amerika’da yaşanan şeyler üzerine farklı bir bakış açıları var. Biz, bazen ağaçlar yüzünden ormanı göremiyoruz. O yüzden, dışarıdan bir gözün “Oh! Ne yaptıklarına bak!” demesi güzel oluyor.
Amerikan dizilerinde oldukça geniş ve kalın bir öz geçmişiniz var. Bu diziyi, yıllar içinde çektiğiniz diğer televizyon dramlarından ayıran ne?
Birkaç dramda oynadım. Özellikle ilk yıllarda çok komedide de oynadım. İnsanlara otuz yıldır böyle bir şeyi beklediğimi söyleyip duruyordum. Yıllar önce NBC’nin Vietnam Savaşı’ndaki foto muhabirleri konu alan bir dizisinin pilot bölümünde oynamıştım. Dramdı ama ortamı yüzünden, Vietnam’da geçmesi yüzünden benzer bir kara mizah unsuru vardı.
Ondan çok zevk almıştım ama pilot bölümden sonra diziye devam edilmedi. O günden beri böyle bir şey çıkmasını umuyordum.
Succession’ı böyle harika kılan dram olması, ciddi bir dizi olması ama acayip bir komedi unsurunun da bulunması. Komedi aslında şakalardan değil karakterden doğar. Bu tipler kendi kuyularını kazan ahmaklar. Bunun çok komik ve tatmin edici bir yanı var.
Succession’ın çekimlerinde o komik unsurlar nasıl gelişiyor? Yani, güldürmek için çekmiyorsunuz. O kahkahalar bir aksesuar gibi. Bunun için çok ince bir oyunculuk gerekiyor olmalı.
İşin püf noktası Connor’a nasıl akla gelmez şeyler söyletirlerse söyletsinler dümdüz oynamak. Hayatınız buna bağlıymış gibi dümdüz ve içtenlikle oynamanız lazım. Bu şekilde başarılıyor.
Sevilmekten bu kadar uzak olan karakterleri nasıl seviyoruz?
Onlardan nefret etmeyi seviyorsunuz. Çeşitli dizilerde insanların trajik kusurları olur ama asil bir yanları da vardır. “Onu yapma! Onu yapma!” dersiniz. Ama bu gibi ahmaklar söz konusu olunca, “Haydi! Haydi! Kendi gırtlağını kes!” diyorsunuz. Birbirlerini canlı canlı yemelerini seyretmek eğlenceli.
Jeremy Strong
Jeremy Strong 25 Aralık 1978 doğumlu Amerikalı aktör. HBO televizyon dizisi Succession’daki (2018-günümüz) Kendall Roy rolüyle tanınır ve bu rolüyle 2020’de Drama Dizisinde En İyi Erkek Oyuncu dalında Primetime Emmy Ödülü kazanmıştır. Strong ayrıca Lincoln (2012), Zero Dark Thirty (2012), Selma (2014), The Big Short (2015), Molly’s Game (2017), The Gentlemen (2019) ve The Trial of Chicago 7 (2020) gibi birçok filmde rol aldı.
J. Smith-Cameron
J. Smith-Cameron (Jean Isabel Smith doğumlu; 7 Eylül 1957) Amerikalı bir aktris. Kariyerinin çoğunu tiyatroda geçirdi, ancak daha sonra sinema ve televizyona geçiş yapmaya başladı. Rectify adlı televizyon dizisindeki Janet Talbot ve Succession’daki Gerri Kellman rolleriyle tanınmaktadır.
Alan Ruck
Alan Ruck, 1 Temmuz 1956’da Ohio, Cleveland’da doğdu ve filmlerde, televizyonda ve sahnede 100’ün üzerinde rol aldı. John Hughes’un Ferris Bueller’s Day Off (1986) filmindeki Matthew Broderick’in arkadaşı ve umutsuz hastalık hastası Cameron Frye rolüyle tanınır.