Masters of the Air: Uçan Kalelerin Romantizmi
Steven Spielberg ve Tom Hanks’in 1998 tarihli epik draması Er Ryan’ı Kurtarmak filmi çok ses getirmiş ve beş akademi ödülünün dışında yüze yakın farklı ödüle ulaşmıştı. II. Dünya Savaşı’nın “D-Day” olarak anılan Normandiya çıkarmasıyla başlayan filmde Birleşik Devletler ordusunun cefakâr ve vefakâr yaklaşımları beşeri duygularla soslandırılarak başarılı bir biçimde sunulmuştu. İkili bu başarıyı ve toplumdan gelen ilgiyi takiben benzer temalı bir dizi projesine imza atmışlardı.
Band of Brothers, 2001 yılında ekrana geldiğinde umulan beğeniyi hemen toplamıştı. Üzerine Emmy ödülleri yağdırılan dizide savaşa gönderilecek yağız Amerikan gençlerinin eğitimde karşılaştıkları çilelerden başlayarak esir kamplardaki hayatın zorluklarına giden bir akış seyircinin içindeki “savaş sevdası” ile karışık “Avrupa’yı kurtaran kahraman Amerikalı” fikrinin pekişmesini sağlamıştı.
Beğeniler üzerine Spielberg ve Hanks savaşı ekrana getirmek için bu kez kısmen muharebenin üvey cephesi olarak görülen Uzakdoğu’ya kamerayı çevirmiş ve 2010’da “Pacific” dizisini yaratmışlardı. Nitekim Japonlarla yürütülen bu destansı mücadele de kamuoyunun takdirini kazandığı için ödüller yine ikilinin müzesindeki yerlerini almıştı. Artık olayı taçlandırmak için ikilinin yeni bir hedefi vardı; kara savaşlarından uzaklaşıp havada geçen mücadeleleri yansıtabilmek.
Masters of the Air Hikâyesi
Hanks ve Spielberg kararlarını verse de Masters of the Air dizisinin yapım hikâyesi 20 yıllık bir zaman dilimine yayılmak zorunda kaldı. 2013 yılında ilk iki yapımı da üstlenen HBO tarafından çekimlere başlanmıştı. Ancak süregelen aksaklıklar sonrası 2019 yılında Apple diziyi devraldı. Bu kez COVID pandemisi nedeniyle çekimlerine ara verilen dizi ancak bu yıl başında tamamlandı. Masters of the Air adı verilen yapım, tarihçi Donald L. Miller’ın 2006 yılında yazdığı ve Hava Ustaları: Nazi Almanya’sına Karşı Hava Savaşında Savaşan Amerika’nın Bombacı Çocukları kitabında yer verilen gerçek bir hava bölüğünün hikâyesine dayanıyor.
Masters of the Air‘in başlangıcını Buck ve Bucky lakaplı iki subayın birbirlerine takılmaları ve dertleşmeleriyle yapıyoruz. Buck’ın gerçek adı Gale Cleven (Austin Butler) ve Bucky’nin ise John Egan’dır ( Callum Turner). Her ikisi de kokpitte oldukça yetenekli pilotlardır ve adamlarına hem gökyüzünde hem de yerde ustalıkla liderlik yapabildiklerinin ipuçlarını alırız.
İlk bölümler, Birleşik Krallık’ta Doğu Anglia’daki bir üsse konuşlanan bombardıman filosu ekibinin hayatlarının nasıl olduğunu gösterir. Chester koltuklarda sohbetler, alkol ve sigara serbestisi, dans geceleri savaşın daha Amerikalılara uğramadığının göstergesidir. Ancak bir süre sonra ABD’nin aktif olarak savaşa girmesiyle bombardıman grubunun da sahneye çıkma vakti gelmiştir.
Yüksek irtifadan bombardıman yapan ve muhtelif yerlerine yerleştirilmiş makineli tüfek yuvalarıyla düşman unsurlarına karşı yakın plan savunma ve saldırı da yapabilen B-17 tipi bu uçaklara “Uçan Kale” denmekteydi. O yüzden kendi aralarındaki jargonlarda komuta pilotunun adına göre Bucky’nin Kalesi, Jo’nun Kalesi gibi ifade edilmekteydi. Dışarıdan iri gözüken gövdesine karşın 10 civarı personel son derece dar bir alanda, minimal hareket serbestisiyle görev yapmaktaydı. Seyir ve uçaksavar saldırısı esnasındaki sarsıntıları nedeniyle bulantı ve kusma kaçınılmaz durumlardı. Yapımda da seyir subayı olarak önemli bir rol üstlenen Binbaşı Harry Crosby ( Anthony Boyle) başlarda bu işi bu nedenle beceremeyecek gibi gözükürken yetenek ve azmi onu başka bir noktaya doğru götürüyor.
İlk birkaç bölüm ağırlıklı olarak Almanya içlerine yapılan saldırılarla geçiyor. Uçakların, hazırlıkların, mürettebatın ve hava muharebesinin başarılı canlandırmaları bu sahnelerin ışıltısını artıran unsurlar. İlk bölümlerde benzer koyun postu ceketleri, gözlükleri ve maskeleri arasında kimin kim olduğunu karıştırılsa da zaman içinde karakterler oturmaya ve aşinalık yaratmaya başlıyor. Vurulan uçaklarda paraşütle kurtulmaya çalışanların diğerlerince takibi takım arkadaşını kaybetmenin hüznü yanında sonrasında ne olacağının merakını artırıyor.
İlerleyen bölümlerde hikâyenin, mürettebatın uçakların dışındaki yaşamlarıyla ilgili kısımları başlıyor. İşgal altındaki Fransa ve Belçika’da düşen uçakları sonrası müttefiklerin safına dönmek için yerel direnişçilerle beraber çalışmalarına tanık oluyoruz. Bir başka bölümde ise muharebenin getirdiği stresi atması için “evci” olarak İngiltere’ye veya bir otel tatiline gönderilen mürettebatın duygularına, hayallerine, gelgitlerine ve bir an önce cephede yalnız bıraktıkları arkadaşlarının yanına gitme arzularına şahitlik ediyoruz.
Nihayetinde düşen uçakları nedeniyle Nazi savaş esiri kamplarına düşen pilotların mücadelesini ve savaşın sonuna doğru yaşadıkları travmaları, umutları ve zaferleri merak, hayret, sevinç ve hüzünle izliyoruz. Nazilerin savaşı kaybettiği sırada esir kampında çıkan isyan neticesi buldukları Amerikan bayrağını, gamalı haçı indirerek göndere çeken havacı bize İstanbul surlarına ilk bayrağı diken Ulubatlı Hasan’ı hatırlatıyor.
Amerika’nın uzun zamandır etkisinde olduğu “wokeness” akımı yani farkındalık göstergesi olarak siyasi ve toplumsal eşitsizlikleri kültürel alanda telafi etme çabasına uygun bir şekilde tamamen siyahlardan oluşan efsanevi Tuskegee Havacıları son bölümlere doğru devreye sokuluyor. Alabama, Tuskegee yakınlarında bulunan Tuskegee Enstitüsü’nde (şu anda Tuskegee Üniversitesi) eğitim gören bu pilotlar 922 kişiydi. Dizide savaşın son dönemlerinde bombardıman uçaklarını koruyucu ve kollayıcı bir görev yaparak izlediğimiz bu gruptan çok sayıda kayıp ve esir verilmişti. Savaş sonrasında da benzer zorlukları yaşamalarına rağmen beyaz havacılarla eşit şartlarda günlük yaşama kabul edilmedikleri konusunda tartışmalar yapılmıştı.
Yapımcılar Masters of the Air için 300 milyon dolarlık bütçe ayırdı. İngiltere’deki çekimlerde B-17 uçaklarının tam ölçekli modelleri kullanıldı. İlk kez kullanılan bazı özel efektler ve CGI teknolojisiyle hava muharebesinin tehlikeleri, dramı, fiziksel ve psikolojik zorlukları başarıyla canlandırılıyor. Ayrıca bir hava üssündeki hayat, yer ekipleri ve diğer destek personelinin katkılarına da yapımda yer veriliyor. Ancak kara savaşlarındaki daimi sefalete karşın havacıların gündüz havada savaşta, akşam dönüşte barda şeklindeki görüntüleriyse yapımın savaşın gerçekliğini yansıtmadaki hatalı yanı olarak göze çarpıyor.
Savaşın bitiminde havacılar açlıktan ölmek üzere olan Hollanda’ya yiyecek bırakmak için son seferlerini yaparlar. Bu esnada lale tarlalarında yukarıdan görülecek şekilde yazılmış “Çok teşekkürler Yankiler!” mesajı kahraman Amerikalılara eski kıtanın vedası niteliğindedir. İzleyiciye de bu dramatik sona gözyaşlarıyla eşlik etmek için mendiline uzanmak kalır.
Masters of the Air‘e ilham kaynağı olan 100. Bombardıman Grubu o dönem “Kanlı Yüzüncü” olarak anılmaktaydı. Çünkü Ekim 1943 itibarıyla filonun dörtte birinden azı bireysel hedef olan 25 görevini tamamlayabilecekti. 20 Nisan 1945’teki son görevini yaparken geride kaybedilmiş 177 uçak bırakmıştı. Dönemin popüler uçağı B-17’ler bu filonun ana grubunu oluşturuyordu. Gurur verici bir teknoloji harikası gibi gözükse de zırhının kolayca delinmesi ya da parçalanması gibi unsurlar savaş şartları nedeniyle göz ardı edilmişti. Mürettebat ise 25000 feet (7,62 km) yükseklikte -50 derece soğukta sadece düşmanla değil şartlarla da mücadele etmek zorundaydı.
Savaş temalı yapımların ana sorunu konuya hep “bizimkiler” ve “düşmanlar” olarak bakılması ve izleyiciyi de bu pencereye sokmasıdır. Bu yapımda her ne kadar diğer öncü iki dizi gibi Amerikalıların bir kahramanlık destanı olsa ve karşı cephedekiler duygusuz bir vahşi olarak gösterilse de bunun sebebinin şu anonim söz olduğunu unutmadan da edemiyoruz: “Tarihi kazananlar yazar.”
Yine de ekran karşısında üzerinde çalışılmış, uğraşılmış ve kaliteli diyebileceğimiz bir yapım görmek isteyenlerin beğeniyle 9 bölümü tamamlayacaklarını düşündüğümüz bir yapım.
*Bu yazı, Episode derginin 55. sayısında yayımlanmıştır.