Atatürk 1881-1919 Filminin Yönetmeni Mehmet Ada Öztekin ile Söyleştik
Oben Budak ve Orçun Onat Demiröz tarafından Mehmet Ada Öztekin ile yapılan bu söyleşi, Episode Dergi’nin Aralık 2023 sayısında yayımlanmıştır.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili bir film yapmak, onu bir drama anlatısı içinde portrelemek oldukça zor. Atatürk 1881-1919 filmi ise Atatürk’ün hayatını hayli uzun bir döneme yayarak ve uzun soluklu ele alarak daha zor bir işe kalkışıyor.
Filmde Atatürk’ün İttihat ve Terakki dönemi, çocukluk ve dava arkadaşlarıyla ilişkisi, pek bilinmeyen ama hayatındaki en özel karakterlerden olan Madam Corinne ile bağı, batılı devrimci vizyonu ve Kurtuluş Savaşı’nın öncesi detaylı biçimde işleniyor.
Oben Budak ile birlikte keyifli bir akşamüstü, filmin yönetmeni Mehmet Ada Öztekin ile buluştuk ve hem Mustafa Kemal Atatürk’ü hem de ona dair bir film yapmanın zorluklarını konuştuk. Keyifli okumalar.
Oben: Taze taze duygularınızı almaktan başlayalım, Los Angeles’tan, Hollywood Türk Film ve Drama Günleri’nden geldiniz. Dünyaya Atatürk ile ilgili bir eser bıraktınız. Her şekilde çok heyecanlı olmalı. Neler yaşandı Los Angeles’ta?
Filmin gösterimine çok ciddi bir talep oldu. Sadece Los Angeles’tan değil, diğer şehirlerden, eyaletlerden de insanların geldiğini söylediler. Yabancı katılım da çok iyiydi. Bir filmci olarak açık konuşmak gerekirse Los Angeles özel bir yer. Sonuçta sinemanın kalbi orada atıyor. Bir sinemacı olarak oradaki insanların dikkatini çekmeyi ümit ediyorsunuz. O yüzden çok gergindim ama beklediğimden çok daha iyi geçti.
Oben: Türk filmleri haftasında tek gösterim yapıldı değil mi?
Evet, Atatürk açılış filmi olarak gösterildi. Ayrıca ABD’de bir vizyon planlanıyor film için. Doğrusu Amerika’da her şey çok önceden planlanıyor. Özellikle rezervasyonlar çok önceden yapıldığı için bizim film maceramız biraz son dakikaya kaldı. Ama orada da vizyona gireceğiz diye tahmin ediyorum.
Orçun Onat: Dünya dağıtımını sorayım. Film dünyada da yoğun bir şekilde dağıtılacak sanırım, özellikle Balkan bölgelerinde.
Türkiye ile eşzamanlı olarak oralarda da vizyona gireceğiz. Ancak sadece Balkan bölgelerinde değil, ciddi sayıda Avrupa ülkesinde de vizyonda olacağız. İngiltere, Fransa…
Orçun Onat: Sanırım Selanik’te de bir çekim yapılmak isteniyordu ama lokasyon sebepleriyle olmadı değil mi?
Ben çok istiyordum Selanik’te bir çekim yapılmasını. Duygusal olarak da çok istiyordum. Selanik’e hayatımda ilk defa bu filmin hazırlık çalışması için gittim. Çok etkilendim, çok garip bir duygu. Devrimi yaşadım orada. O yüzden de bir şey çekelim istedim ama Selanik, 1917’de çıkan büyük yangından sonra 1940’larda farklı bir şehir görüntüsüne bürünmeye başlamış. Dolayısıyla yeni bir şehir görünümüne sahip. Bir iki eski yapı var, o da yine Osmanlı döneminden kalma yapılar. Onlar da tadilattalar. Şehrin dokusu komple değişmiş.
Oben: Çekim yapılmadı ama Atatürk’ün evinde dolaşmak insana iyi geliyor değil mi?
O ev de yanıp tekrar yapıldı ama bahçesine girdiğimde bile çok heyecanlandım. Bir kesik oluyor orada. Bahçede Ali Rıza Efendi’nin diktiği ağaç duruyor. O ağaç bir şekilde kalmış. Onu görünce mesela çok kötü oldum. Yazmışlardı üstüne. O çok dağıttı beni. Atatürk’ün dokunduğu bir şeye yaklaşınca tuhaf oluyorsunuz.
Orçun Onat: Filmin ön hazırlık süreci çok yoğun geçmiş, hemen sete çıkılmamış. Bu durum filmi izlerken çok belli oluyor. Bir de çok uzun bir dönem anlatılıyor aslında. Çocukluğundan milli mücadelenin başlangıcına kadar geçen bir süreçten bahsediyoruz. Bir de bunun Atatürk biyografisi olduğu düşünülünce çok zor bir iş. Nasıl planladınız?
Çok iyi bir soru bu. Bu proje bana geldiğinde dediler ki, biz 3 film düşünüyoruz. Birinci film 1919’a kadar, ikinci film 1923’e kadar, üçüncü film de 1938’e kadar. Dönemler böyle ayrılmış. Bana da çok mantıklı geldi. Hayatına baktığınız zaman bu ayrım çok doğru. Bu sürece ben dahil değildim. Karar verilmişti; hatta karar verilip yazılmış. Biz ondan sonra 2,5 yıl daha hazırlandık. O 2,5 yılın içinde senaryo yazım süreci yok. Aslında onu da eklersek 3,5-4 yıllık bir süreçten bahsediyoruz.
Mehmet Ada Öztekin: “Bu proje bana geldiğinde dediler ki, biz 3 film düşünüyoruz. Birinci film 1919’a kadar, ikinci film 1923’e kadar, üçüncü film de 1938’e kadar. Dönemler böyle ayrılmış. Bana da çok mantıklı geldi. Hayatına baktığınız zaman bu ayrım çok doğru.”
Orçun Onat: Esasen bu Hollywood çalışma tarzı.
Çalışma sürelerini düşününce yakın bir tarz, evet. Fakat ben asistanlık dönemimde Avrupa’da çalıştım. Çok az filmde böyle çalışılıyor orada da. Evet, uzun hazırlık yapıyorlar ama bu kadar uzun hazırlık yapılmıyor. (Gülüyor)
Oben: Tarihçilerle birlikte mi çalıştınız?
Tarihi danışmanlarımız ayrı, askeri danışmanlarımız ayrıydı. Atatürk ile ilgili her şeyi bilen Dr. Orhan Çekiç ilk danışmanımızdı. Saadet Özen, Hacı Mehmet Duranoğlu tarih danışmanlarımızdı. Tuncal Koç ise askeri danışmanımızdı. Bunların yanı sıra Kadir Geçer kostüm danışmanımızdı. Kitabı da var hatta, Osmanlı Ordusunda Kostüm. Kıyafetler o dönemin ruhunu çok yansıtıyor, o kumaş, o doku. Ayrıca Osmanlıca danışmanımız vardı. Senaryoda zaten epey Osmanlıca vurgu vardı. Hem onun için hem de yazı olarak kullandığımız görseller için. Nasıl kalem tutar, hangi kelimeyi nasıl yazması lazım? İkinci bölümü izledin herhalde. İkinci bölümde kullandığımız Samsun belgesi, gerçek belge. Yazıyor yani orada.
Orçun Onat: Evet, izledim ikinci filmi de. Hatta bir ev planında Atatürk çocuklara Osmanlıca öğretmeye çalışıyor. O yüzden ora ya da özellikle dokunulduğu belli.
Evet, o nedenle danışmanlarımızla çok vakit geçirdik. Çok uzun vakit geçirdik. Danışman dendiğinde Türkiye’de şöyle olur: İki toplantı yapılır, notlar çıkartılır. Danışmanlara sorulacak sorular yazılır. Arada da bir telefon açılır. Biz 6-7 ay birlikte vakit geçirdik. Farklı konuklarla birlikte yemekler yedik. Bir hafta mesela sadece Zübeyde Hanım için buluştuk. Madam Corinne için ayrı, Ali Rıza Bey için ayrı toplantılar yaptık.
Bu toplantıların da bir başlığı oldu. Her hafta bir konuyu baştan sona tartıştık. Bu filmle direkt alakalı olsun ya da olmasın, dönemle ilgili her şeyi tartıştık. O yüzden danışmanlarla çok ciddi bir mesai yapıldı.
Oben: Bu, bütün karakterleri yaratırken öyle değil mi? Mesela ben filmi izledikten sonra düşündüm, Zübeyde Hanım’ın bir görselini hatırlıyorum.
İşte bütün ders kitaplarında olan ama hatıratlardan yakalanan, başka söylencelerden çıkartılan birtakım sonuçlar var. Kesin sonuçlar var. Sarışın ve mavi gözlü olduğu kesin örneğin.
Orçun Onat: Filmdeki özel efektler ve plastik makyaj da çok iyi. Enver Paşa olsun, Mustafa Kemal Atatürk ya da diğer karakterler olsun. Oraya da yoğun emek verilmiş.
Evet, makyaj ekibimiz İngiltere’den. Mark Coulier yaptı tüm makyajları.
Orçun Onat: Suspiria’da da çalışan…
Evet, Suspiria’da çalışan hatta Harry Potter, Game of Thrones ve bir sürü başka üst düzey yapımda çalışan. Roberto Benigni’nin Pinokyo’sunu hatırlıyor musunuz? O çocuk makyajı da onun. O neydi ya, olacak iş değil o! (Gülüyor)
Bizim make-up sorumlumuz Ahsen Gülkaya Heinly idi. Ahsen bu ekibi topladı. Aslında ekip çok büyüktü. Aras Bulut İynemli’nin plastik makyajlarını yapan sanatçı, ABD’den Türkiye’ye hiç gelmedi. Ölçüleri alıp Türkiye’ye gönderdi. Ben hiç görmedim mesela. Şuraya otursa tanıyamam yani. (Gülüyor)
Orçun Onat: Çok büyük bir figürasyon ekibini de yönetmek du rumunda kalmışsınız.
Özellikle Çanakkale çekimlerindeki figürasyon bayağı ciddi bir işti. Orada 700 figürasyon, 200 kadar da dublör vardı. Sadece kamera önünde neredeyse 1000 kişilik bir ekip vardı. Kamera arkasıyla 1500 kişiye ulaşmıştık. Çok acayip sayılar bunlar.
Oben: Ben senaryo size ilk geldiğindeki tepkinizi merak ediyorum. Bir Atatürk filmi çekilecek ve bunu siz çekeceksiniz.
Ben uzun süre senaryoyu okumadım. Hatta baskı yapıyorlardı, niye okumuyorsun diye. Diyordum ki, “Kocaman senaryo, niye okuyayım, çekmeyeceğim ki, kesin kötüdür.” (Gülüyor) Sonra bir şekilde okumaya karar verdim. Bir yandan da itiraf etmek gerekiyor; iyi bir Atatürk filmi yok. Bugüne kadar yapılmış örnekler iyi değil. Peki, niye? Çünkü biz hiç “insan” Mustafa Kemal’i görmüyoruz bu filmlerde. Kahramanın yolculuğu böyle olmaz, bir kahraman böyle yürümez. Biz buna çok dikkat ettik. Güncel bir örnek vereyim, Peter Parker’ın lisede itilip kakıldığını göstermezseniz, direkt “Örümcek Adam” olarak hikâyesini başlatırsanız kahramanınıza topraklama yapmış olursunuz.
Oben: Bu arada biz bayağı Marvelcıyız.
Harika, o zaman daha iyi anlaşacağız. (Gülüyor) Heroik filmler böyle gerçekleşiyor. Filmde bir sahne var, Mustafa Kemal’in babası ölüyor ve öğretmeniyle görüyoruz. Yani orada aslında o ilk tohum zihnine düşüyor ve hikâye başlıyor.
Orçun Onat: Film boyunca tekrar eden bir simge var; bir atlı ve suret simgesi. O simgeyi kullanma biçimi de filmde çok önemli bir yere oturuyor. Özellikle ikinci filmde, Mustafa Kemal o sureti öldürdükten sonra dönüşümünü tamamlıyor.
Evet, simgeleştirmek bir film açısından çok önemli meseledir. İşte o, bizim dramatik olarak yaptığımız bir katkı. Tabii ki hiçbir yerde böyle bir şey yok fakat o dramatik dokunuşlar karakterin kendisiyle, bahsettiğimiz “insan” Mustafa Kemal ile bağ kurmak açısından önemli.
Orçun Onat: Film boyunca o drama tarafının iyi örüldüğünü görüyoruz.
Öyle olmasa çekmezdim gerçekten. Bir kere ben Atatürkçüyüm. Kişiliğine hayranlığım da vardır ve cumhuriyetin 100. yılında bir Atatürk filmi yaptık. Ama film yapmak başka bir mesele. Mesela Darren Aronofsky ateisttir. Ancak bana göre din ve tanrı kavramını sinemada en iyi imgeleyen yönetmenlerden biri Darren Aronofsky’dir. Biz sinemacıyız. Ben film yaparken bununla cumhuriyete nasıl hizmet edebilirim gibi bir yerden bakmam, öyle bir motivasyonum olmaz. Ben bir politikacı değilim, bir kanaat önderi değilim. Benim için bir film dosyası öncelikle bir film dosyasıdır. Yani bu, kimi anlatıyor olursa olsun. Dolayısıyla o dramatizasyon olmasaydı film çekme motivasyonum da olamazdı zaten.
Orçun Onat: Benim filmi sevme sebeplerimden biri de bu. Mustafa Kemal’in verdiği mücadeleyi, çocukluk arkadaşlarıyla ilişkisini, İttihat ve Terakki dönemini zaten biliyoruz. Bunlar okuduğumuz, detaylı şekilde bildiğimiz şeyler. Ama bence bu filmi iyi yapan unsurlar, o drama çatısı ve hikâye odağı.
Evet, dolayısıyla benim açımdan bir müdahale olduysa hep bu anlamda oldu. Bunu böyle yapalım, bu dramaya daha fazla katkıda bulunur. Şunu şöyle yapalım, dramatik olarak hikâyenin böyle ilerlemesi lazım gibi.
Atatürk’ün gerçek hayatında böyle ilerlememiş olabilir ama bu bir film ve konu Atatürk olunca işler zorlaşıyor. Ortada ciddi bir başka konu daha var. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun hayatını anlatıyorsunuz. Şu sorumluluk da var, birinin o sahneyi gerçek zannedip onu öyle bellemesi. Bu sorumluluğu da almak istemem. Ama mesela kız kardeşiyle ilişkisi bu kadar sıcak mıydı? Biraz daha soğuk muydu acaba? Bunu sıcak olarak gösterdiğinizde bu, Atatürk’ün anısına bir hakaret olmaz. Bu sizin Atatürk’le ilgili fikrinizi bir yerden alıp başka bir yere taşımaz. Bazı kararlar drama ile ilgiliydi yani.
“Madam Corinne belki de Atatürk’ün hayatındaki en önemli karakter. Bunu Madam Corinne ile ilgili sohbetimizde İlber Ortaylı da söyledi. Madam Corinne, Mustafa Kemal Atatürk’ün entelektüel gelişimindeki en önemli karakterlerden biri.”
Orçun Onat: Tam bu noktada Madam Corinne ile ilişkisine gelmek istiyorum. Madam Corinne, Atatürk’ün hayatında çok bilinmeyen karakterlerden ama aslında hayatındaki en özel karakterlerden…
Bizim de bildiğimizin ötesindeymiş. Açıkçası Madam Corinne bizim için ayrı bir çalışma konusu oldu. Araştırdıkça bayağı bir kuyu olduğunu gördük. O yüzden danışmanlarımız da bu konuda çok hassastı. Biz de çok sıkı çalıştık. Esra Bilgiç de çok incelikli bir iş çıkarttı. Sağ olsun, çok iyi hazırlandı.
Madam Corinne belki de Atatürk’ün hayatındaki en önemli karakter. Bunu Madam Corinne ile ilgili sohbetimizde İlber Ortaylı da söyledi. Madam Corinne, Mustafa Kemal Atatürk’ün entelektüel gelişimindeki en önemli karakterlerden biri. Atatürk’ün Fransızcasına kadar etkili. Hatta Madam Corrine bir mektubunda Atatürk’e, nasıl bu kadar iyi Fransızca yazıyorsunuz, mektubu başka birine mi yazdırıyorsunuz diye soruyor. Atatürk de bozuluyor. Bu unsurlar da Mustafa Kemal’in vizyonunu göstermesi açısından önemli.
Orçun Onat: O romantik dengeyi, ölçüyü tutturmak zor. Ama siz bunu başarmışsınız.
Orada benim gönül terazim devreye girdi. Monitöre baktığımda bir şey ya rahatsız eder ya da etmez. Etmediği sürece devam edebilir. Bir noktada rahatsız ediyorsa durmak gerekir. Yatak sahnesi mesela, onu kadrajlamak o kadar zor ki… Benim kafamda bile 5-6 kere değişti o sahne. O açıdan da ilişkilerini iyi aktardığımızı düşünüyorum.
Oben: Aras Bulut İynemli’ye gelmek istiyorum. Onun Atatürk ol masına ne zaman karar verdiniz? Birçok kere birlikte çalıştığınızı biliyorum ama bu rol çok başka.
İlk toplantıyı Cihangir’de yapmıştık, hiç unutmuyorum. Senarist, iki yapımcı ve ben. Bana Atatürk için kim var aklında, dediler. Üstüne çok düşündüm hakikaten. Aras’ı çok genç buluyorlardı ama Aras oldu. (Gülüyor) Karakter gelişimi için de Aras’ın olması iyi oldu. Bir de bizdeki “heroic” filmlere bir bakın. Daha ilk aşamadan karakterin kahraman olduğunu işaret ederiz. Bu aslında onun gücünü almak demek. Gelişimi film boyunca görmen gerekir. “Character building” (karakter inşası) böyle oluyor. Bir de biz 280 dakikalık devasa süreli bir iş yaptık.
Orçun Onat: Yine drama ve epik kodlara geldik…
Tabii tabii, mesela benim için bu türün dünyadaki en iyi örneği Braveheart’tır. Niye William Wallace çok büyük bir karakterdir? Çünkü William Wallace aslında savaşmak istemez. Evlenmek ve çiftçilik yapmak derdindedir. Hikâyenin başlangıcı da eşinin öldürülmesidir, hikâye orada başlar aslında. Oradaki dram, hikâyeyi güçlü kılar. O da der ki, bütün İngiltere’yi dize getireceğim. Bu intikam duygusu, kahramanın yolculuğu için çok büyük bir motivasyondur. Böyle büyük olunur. William Wallece’ı zaten kahraman doğmuş gösterirsen, kendi ayağına pranga bağlamış olursun.
Orçun Onat: Benim aklımda bir de kurgu meselesi var. Bunu film olarak tekrar kurgulamak bir mesele. Sanırım 6 bölümlük bir seri olarak planlanıyordu. O kurgu sürecinden biraz bahsedebilir mi yiz?
Çok zorlayıcıydı. Yani ikiye ayırmamızın sebebi de şuydu; uzunluk tan ötürü tek bir film olarak çıkmak istemedik. Kill Bill gibi ikiye böldük. (Gülüyor) Bölmek de daha mantıklı oldu. Ama aslında tüm yapım epizodik olarak üçer bölümden oluşuyor. Filmi izlerken fark etmişsinizdir, bölüm bölmeleri var arada. Doğrusu birçok film de bunu uyguluyor bugün. Ruben Östlund filmlerinde de vardır. Sistem olarak da çalışıyor. Sonuç olarak ortaya üçer bölümden oluşan iki tane film çıktı.
Oben: Peki, bundan sonrası için bir projeniz hazır mı? Devamını çekmek ister misiniz?
Tabii ki çekmek isterim. Aslında üç dönemden oluşan üç bölüm olarak hesaplamıştık. Bir yandan da aslında 1919-1923’ü çekmek lazım. Tüm hikâyenin en can alıcı yeri orası. Ama oradaki Mustafa Kemal’i oluşturan da burada anlattığımız dönem. Bir “film maker” (film yapımcısı) olarak söyleyeyim, asıl hikâye orada. Yani bu hikâyeyi alın götürün dünyadaki diğer sinemacılara, deyin ki böyle bir hayat var. Çoğu, bu dönemi çekmek ister. Esas epik anlatım orada yani. Ama tabii biz her şeyi detayıyla anlatalım dediğimiz için bu proje böyle başladı. Böyle de başlamalıydı bence. Ama şu an ortada öyle bir şey yok. Ne söylesem spekülasyon olur. Ben çekmeyi çok isterdim tabii ki.
Oben: Çok teşekkürler. Böyle işlenmesi de çok değerli.
Sağ olun, sizin yorumlarınız da çok değerli benim için. Bir yan dan benim en önemli derdim şuydu; kafamda da iki yol vardı. Türk halkının kafasındaki Atatürk’ün sağlamasını mı yaptıracaktım yoksa Atatürk’ü bilmeyenler için bir film mi yapacaktım? Filmde de var mesela, Churchill cepheden gelen raporları okuyor ve raporlarda Mustafa Kemal Atatürk’ün adına takılıyor. Mustafa Kemal’in büyüme hikâyesi de o şekilde. Yabancı basında da adım adım büyüme hikâyesi var. O da önemli. Bilmediğimiz, sonradan öğrendiğimiz ve filme bire bir kattığımız bir sürü şey var.