Röportaj: Dizi ve Film Müzikleriyle Tanınan Saki Çimen
Onun için, “dizilerin sakisi” demek yanlış olmaz. Sofrada nasıl ki kadehleri saki dolduruyorsa o da notaları öyle güzel kurguluyor ki, izlediğimiz hikâyenin duygusunu tema tema diziye yerleştiriyor. Merak ettiğim hikâyesi ve dizi müzikleriyle Saki Çimen!
Doğduğun evden gelen müzikle Saki Çimen müziğinin arasındaki farkı bize nasıl tanımlarsın?
Aslında pek fark yok. Söylemim aynı, aynı yerden sesleniyorum. Kattığım bir yorum var, blues ile türkü arasındaki gibi farksız bir fark aslında. İkisi de aynı konu üzerine ama farklı tınılarda. Biri “sweet home Chicago” diyor, diğeri “aman sıla hasreti” diyor.
Ben bunu hep kompozisyon dersine benzetirim. Tüm sınıfa aynı konu başlığı verilir, herkes aynı konuya farklı cümlelerle kendi yorumunu ve düşüncesini yazar. Evimizdeki müzik benim temelim tabii. İlk duyduğum ses, ilk duyduğum melodi, ilk yola çıkışım aslında.
Şimdi kendi yolumda, emanet edilen seslerle kendi müziğimi yapıyorum.
Birçok dizi ve filmin müziğinde imzan var. Projeleri neye göre seçiyorsun?
Bana bir yerden dokunması önemli. Komedisi, dramı fark etmiyor. Çukur’un şarkıları da öyle oldu mesela. Bazen komik bir şarkı oldu, bazen dertli. Örnek vermek gerekirse “Ich bin Çukur” diye komik bir rap şarkı yaptık, sevgili Eko Fresh ve Heja ile.
Ama Eypio ile de “Gömün Beni Çukur’a” yaptık. Bergen gibi ağır bir dram filminin de müziklerini yaptım, Umut Evirgen’in Annesinin Kuzusu gibi art house projenin de. Hepsinin bir derdi ve anlatmak istediği bir şey var, ben de bu derdin ve anlatımın destekçisi oluyorum.
Senaryoyu okuyup aldığın kısa bilgiyle kafanda hemen dizinin müziği şekillenmeye başlıyor mu?
Brief bizim işimizde çok önemli bir konu. Müzik bir kainat. Yönetmenin ya da yapımcının nasıl bir atmosfer ya da müzik dünyası kurmak istediğini anlatması çok önemli. Bazen aynı yerden bakamadığımız da olabiliyor. Sadece bana bırakılan durumlar da olabiliyor, o da bir tercih meselesi. “Sen nasıl hissediyorsan,” diyebiliyorlar ya da “Biz şöyle bir şey düşündük,” diyebiliyorlar.
Ben gayet açığım brief konusuna. Bazen nadir görülecek şekilde enstrümanına hatta kompozisyonuna kadar detaylı örnekler de gelebiliyor ki bu keyifli oluyor. Müzik anlatılması çok zor bir sanat. Bir yapımcı bir keresinde durmadan, “Daha yaylı istiyorum, daha da yaylı olsun!” diye söyleniyordu. Resmen senfoni yazmıştım günün sonunda ama hâlâ yeterli olmuyordu ve “Hayır, daha yaylı!” diyordu.
Bunalıma girmek üzereydim. Kontrbasından kemanına, yaylı tamburuna kadar tüm yaylıları eklemeye çalıştım ama istediği olmuyordu. En sonunda aslında “daha acıklı, daha hüzünlü” demek istediği ortaya çıktı ve bir tane kemanla bitirdik sahneyi. (Gülüyor)
Dizi süreleri çok uzun, temalardan ana jeneriğe kadar oluşturduğun bu dünyayı son dakika bölüm teslimleriyle nasıl bir ruh halinde hazırlıyorsun?
İlk mesaime babamın yanında 13 yaşında başladım. Çok uzun zamandır dizi ve film müziği yapıyorum. Tabii teknik olarak bazı refleksler çok gelişiyor. Süreler uzun tabii ki ama yapacak bir şey yok. Çok son dakika durumlar oldu, örneğin Hanımın Çiftliği dizisinin bir bölümü yayına 12 saat kala gelmişti, 5 saatte 140 dakikalık bölümü yetiştirmiştim.
Kendi müzik üretiminde ise bambaşka bir boyut var. Çiçekli, hüzünlü ve kokusu olan şarkılar. Saki Çimen böyle biri mi yoksa çok neşeli de şarkılarda göstermiyor mu?
Ben keyifliyimdir ama akşamüstü keyfi var bende. Günün hangi zamanısın desen akşamüstüyüm derim. Yani gün bitmek üzere, yaşamışsın güzelce, bir yorgunluğun da var, kendinden vermişsin ama kendine kalmak üzeresin.
Gündüzün renkleri sana kalan, renklerle birleşmek üzere. Manzara hem keyifli hem hüzünlü… Yüzde küçük bir tebessüm. Çiçek.
Dizi, film müzikleri derken klip dünyasına pek giriş yapmamış görünüyorsun? Sebebi nedir?
Aslında birkaç şarkım var. Verdiğim besteler var mesela Halil Sezai “İçim Paramparça”. İlk Ömür Gedik ile düet yapmıştı. Sonra Halil Sezai kendi albümünde tekrar yorumladı. Oğuzhan Uğur’un seslendirdiği “Gereksizse Söndür” var mesela.
Serkan (Kaya) ağabeye de bestemi verdim, harika yorumladı, gerçekten çok etkilendim. (Daha çıkmadı şarkı ama sana dinletirim.) Ara ara açıp dinliyorum. “Masal” var, ben seslendirdim. Hatta şarkıyı 2012 gibi yapıp çıkarmıştım, geçen yaz TikTok’ta, YouTube’da inanılmaz dinlendi ve beğenildi. Spotify’da 1 ay 1 numara oldu, epey dinlendi, sevildi.
Sevgili Merve Kayacan da tekrar yorumladı “Masal”ı. Harika oldu o da. Şimdi yeni bir şarkım var, onu çıkarmaya hazırlanıyorum. Bu arada bunu ilk defa sana söyleyeceğim: Mithat Körler’in “Güneşimi Kaybettim” şarkısının klibinde klarnetçi rolünü oynuyorum. Bir de Edip Akbayram’ın “Aşk Olsun” şarkısının klibinde koşan çocuk benim. (Gülüyor)
“SAKİ, BANA CEHENEMDEN DÖNEN BİR BEHZAT TEMASI YAPSANA”
İşin dışında neler izliyorsun? Yabancı dizilerden hangisinin müziğini yapmak isterdin?
İşimiz gerçekten çok zaman alıyor ve çok yoruluyoruz. Durmadan müzik içerisindeyiz. Sessizlik bizim için çok kıymetli oluyor açıkçası ama tabii işimiz gereği fırsat oldukça bütün yerli yapımlara bakmaya çalışıyorum. Keyif için daha çok dijital platformlara bakıyorum.
Favorim Ayak İşleri; tabii müziklerini sevgili kardeşim ve ortağım Alper Aytekin ile birlikte olağanüstü bir keyifle yaptığımız Prens dizisi dışında. Konusu açılmışken Giray Altınok mükemmel bir karakter yaratmış. Konusu, çekimi, oyunculukları muazzam bir dizi. Sevgili yönetmenim Bülent İşbilen ağabeyim de harika bir iş çıkardı.
Müzik olarak da bizim için çok özel bir çalışma oldu, 2. sezon da yolda. Bir de Çekiç ve Gül – Behzat Ç.’nin 2. sezon müziklerini yapıyorum hatta son bölüm kaldı, bitmek üzere. O da 7 Aralık’ta yayınlanacak. Sevgili yönetmenim Devrim Yalçın, “Saki, bana cehennemden dönen bir Behzat teması yapsana,” dedi.
Ben de blues, rock ve tabii ki bozlak (Angara olduğu için) türlerini karıştırıp “bozrock” diye bir ana tema yaptım. Çok keyifli oldu. Değerli Behzat Ç. seyircisinin beğenisine sunmak için sabırsızlanıyorum.
Hanımın Çiftliği ilk dizi müziği işin, o günden bugüne müzikle ilgili nasıl bir değişimin oldu?
Teknoloji çok büyük lüks oldu tabii. Hanımın Çiftliği zamanından bugüne kocaman bir dünya yaratıldı ve aslında bazen ne kadar şımarık olduğumuzu da fark ediyorum. Bu kadar lüks ve imkân içinde hâlâ dertlenip beğenisiz ve tatminsiz olabiliyoruz.
Elimizde gerçekten muazzam bir imkân var. Biz genelde kararları düşünüyoruz, sadece uygulamaya üşeniyoruz.
Dizi/film müziklerinin terzisisin, yoğun bir sipariş formatı seni yoruyor mu? Özetle müziğine çok karışılıyor mu?
Tabii ki yoruyor ama insanın sevdiği işi yapması ve bundan geçimini sağlaması çok değerli, onun için yorgunluğun da kıymeti var. Karışmak değil, daha çok arzu ettikleri dünyayı dile getiriyorlar, ben de olabildiğince kendi dünyamla harmanlayıp bir çalışma çıkarıyorum ortaya.
Yerli dizilerin yaylı enstrümanları bu kadar çok kullanmasının sebebi nedir? Brass ise hiç kullanılmıyor gibi…
İnan ben de bilmiyorum ama haklısın, bir yaylı merakımız var (daha da yaylııı). (Gülüyor)
Brass ve üflemeli çalışmalar var tabii ama çok göz önünde değil. Yaylı meselesi aslında yapılan dizilerin dram altyapılı olmasından kaynaklanıyor. Yaylılar gerilimi, dramı, hüznü, aksiyonu kendi içinde paylaşan, mantıklı bir enstrüman grubu.
Onun için çok tercih ediliyor aslında.
Son iki yılda yaptığın işlere baktığında ne hissediyorsun? Yapay zekâ da geldi geliyor derken karışır mı işler?
Son 2 yıl… Bergen, Gelsin Hayat Bildiği Gibi, Annesinin Kuzusu, Neslican, Prens… Müziklerini yaptığım ama henüz yayınlanmayan projeler de var hatta epey güzel çalışmalar, onların da yayınlanmasını sabırsızlıkla bekliyorum. Hepsinin yeri çok ayrı ve hepsini de çok büyük bir keyifle yaptım.
Yapay zekâ… Biz onu döveriz. Adı üstünde işte, yapay zekâ.. Acıyı ve mutluluğu yaşamayanın melodisi olmaz. Ancak taklit eder.
Bu röportaj, Episode’un 51. sayısında yayımlanmıştır.