Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
RuPaul’s Drag Race: Mama Ru’nun sezonlara yayılan sırrı
Yiğit Karaahmet’in bu RuPaul’s Drag Race incelemesi Episode’un 26. sayısında yayımlanmıştır.
Bitmek bilmeyen pandeminin bana kattığı şeylerden biri de RuPaul’s Drag Race programına düşmem oldu. Ama başladığım yerden yaşadığım şeye düşmek denilemez aslında, bitmek bilmeyen dipsiz bir okyanusa dalmak gibi bu durum. Çünkü an itibarıyla drag race’in Amerika’daki 13. sezonu bitti, hemen peşinden Avusturalya’daki ilk sezonu başladı. Amerika’yla eşzamanlı olarak İngiltere’deki ikinci sezonunu da izledim. Hollanda, İspanya gibi ülkelerde de sezonlarının yapıldığını, bir de tabii en önemlisi tüm sezonların en iyilerinin toplandığı All Stars’ların da altıncısının yapıldığını düşünürsek…. Bitmeyen bir külliyattan ve neredeyse 20 yıla yayılan bir tarihten bahsediyoruz.
Bazı programları başladıktan 20 sene sonra yorumlamak gündemi ne kadar takip ettiğim hakkında bir fikir veriyordur herhalde. Aşk-ı Memnu’yu da böyle değerlendirmiştim, seksen küsur bölümü televizyonda üç tekrarı yayınlandıktan sonra izlemiştim.
Tabii ki tüm RuPaul sezonlarını izleyedim henüz ama Facebook sayfalarından lyp sync müsabakalarını gösteren bir siteye üye olmuşum, oradan en iyi karşılaşmalara bakıyorum eski sezonlardan. Yenileri ise güncel takip ediyorum. Gecikmiş bir RuPaul deliliğinin ortasındayım özetle. Ağzım yüzüm sim, pul, payet, otriş doldu ve hâlâ dead drop’un yani zıplayıp oldukları yerden bacaklarını açarak kendilerini güm diye yere nasıl vurduklarını anlamıyorum.
Çok samimi söylüyorum, eğer yaşım biraz daha genç olsaydı kesinlikle draq queen olurdum. Ve her işte olduğu gibi onda da en iddialı olacağıma eminim (Dead Drop konusunda emin değilim).
Ama sanırım bir tek ben bu fikre sahip değilim. Çağımızda aynı yönelimi paylaştığımız pek çok unciorn kardeşimiz de drag queen olmak konusunda istekli gibi. En azından RuPaul’un yarışmasının dünyadaki örneklerine bakarsak bir akın olduğunu söyleyebiliriz. Herkes çok iyi, çok fazla, gün geçtikçe sayı artıyor ve yine gün geçtikçe sezon sezon herkes çok daha iyi oluyor. Bir yarışmanın, üstelik başlangıcında kablolu televizyondan sınırlı sayıda yere ulaşan bir yarışmanın geldiği noktada sezonlar boyunca sürmesi, dünyanın her yerinden hayranlarının olması, Emmy ödülleri kazanması ve her şeyden öte bir jenerasyonun kendini ifade etme biçimini bu şekilde geliştirmesi inanılmaz bir şey bence.
Eski model, kulüp personası, şarkıcı ve daha pek çok mesleği bünyesinde barındıran RuPaul Charles, Vh1’dan arkadaşı ya da daha doğrusu “Oya”sı Michelle Visage’ı koluna takıp jüri koltuğuna oturtarak bu şova başladığında işlerin bu noktaya geleceğini tahmin ediyor muydu acaba?
Genel olarak RuPaul’s Drag Race programını tüm dünyada bu kadar başarılı kılan şey bence herkesi bağlayacak ortak bir hikâyeyi çok net sahiplenmesi ve bunun nasıl yansıtacağıyla ilgili yol göstermesi.
Şova tapınma ayini diyebileceğim RuPaul’s Drag Race maratonumda bu şovun bu kadar sevilmesinin nedenleri üstüne de düşündüm biraz. Elbette ilk sırayı sezonlar boyunca gelen yarışmacıların muhteşemliği alıyor. Hepsi birbirinden yetenekli, çoğu yaşadığı şehrin kulüplerinde hatırı sayılır hayran kitlesine sahip, dans edip şarkı söyleyebilen (dead drop’u saymıyorum bile) ve tabii ki çok gullüm insanlar. Ardından kıyafetler geliyor. İnanılmaz bir moda anlayışı, tiplemeler ve değişimler bile saatlerce insanı tutabiliyor. Jürinin tercihleri, Mama Ru’nun kendi karakteri ve yarışmacılara yaklaşımı ve şovun kendi içeriği de belki sonraki kalem. Editöryal olarak çok hayranı sayılmayacağım yerleri de yok değil. Bazı espriler aşırı Amerikalı ve bende çalışmıyor pek bu tür şeyler. Ru ve Michelle Visage’ın podyum açılırken karşılıklı yaptıkları espriler, yarışmacılara bir metin verildiği çok belli olan kelime oyunu nüanslarıyla süslü açıklamaların iyi bir editörün elinden çıktığı çok belli. Ben olsam tercih etmezdim, her şeyi daha doğal, daha vahşi hayat belgeseli gibi izlemek isterdim ama benim tercihimin çok önemli olduğunu sanmıyorum. Elimde bol sezon olduğu için bu aşırı abartılı yazılmış yerleri atlayarak izlemek gibi şansım var.
Genel olarak RuPaul’s Drag Race programını tüm dünyada bu kadar başarılı kılan şey bence herkesi bağlayacak ortak bir hikâyeyi çok net sahiplenmesi ve bunun nasıl yansıtacağıyla ilgili yol göstermesi. Makyaj odası çekimlerinde tüm queenler kendi aralarındaki konuşmalarda hikâyelerini, çocukluk travmalarını, uğradıkları tacizleri, zorbalıkları, ailelerinin onlara yaklaşımını, hayal kırıklıklarını anlatıyor. Ve anlatılan tüm bu hikâyeler dünyaya dağılmış, farklı zaman dilimlerinden pek çok çocuk için de ortak bir hikâye. Diğerlerinden farklı büyümenin ne derece zor olduğunu, Amerika taşrasında büyüyen siyah bir çocuk da Türkiye taşrasında büyüyen bir kıvırcık çocuk da aynı şekilde hissedebiliyor. Ve bu duygu hepimizi bağlayan ortak bir misina gibi. RuPaul’s Drag Race, o yollardan geçip sonu RuPaul’un sahnesinde biten çocuklar üstünden tüm dünyadakilere farklılıklarına sahip çıkmasını, kendini sevmesini, onları özel ve güzel yapan şeyin o farklılar olduğunu gösteriyor. Onu diğerlerinden ayıran şey, aynı zamanda o sezonun Drag kraliçesi de yapabilir. İşte bu hisle dopdolu bence RuPaul’s Drag Race.
Şovun bitiminde Mama Ru’nun klasik kapanışını yaparsak, buraya bir Amen alabiliriz bence: Amen!