‘Sandık Kokusu’: Toparlan bırakma kendini

 ‘Sandık Kokusu’: Toparlan bırakma kendini

Sandık Kokusu dizisinin kaybolan bir çocuk hikayesiyle başlayan tanıtımlarını ilk gördüğümde ne yalan söyleyeyim, elem keder içinde boğulacağımız yeni bir dizinin daha başladığını düşündüm. Hatta “Tüh, güzelim kadroya da yazık oldu izleyemeyeceğiz,” diye de geçirdim içimden. İlk bölümü bitirdiğimde ise durumun hiç de olmadığını gördüm ve yanıldığımı sevinerek kabul ettim, böyle güzel yanılmalara bayılırım.

Özge Özpirinçci, Karsu’yu dizilerde eksikliğini hissettiğimiz bir doğallıkla canlandırıyor

Dizi, Karsu ve Reha’nın oğulları Kuzey’in anneanneleri Filiz ile İstanbul’a giderken yolda kaybolmasıyla başlıyor evet, ilk bölümün sonunda da Kuzey artık Deniz olarak bulunuyor. Bize ilk bölümün sonu, hikayede geçen bir 3 yıl aslında ve işte her şey tam da oradan sonra başlıyor.

Özge Özpirinçci’nin dizilerde eksikliğini çok hissettiğimiz bir doğallıkla canlandırdığı Karsu, Necip Memilli’nin muhteşem bir korkunçlukla hayat verdiği Reha ile evli ve biz dizinin beşinci dakikasından itibaren, “Neden bu kadın bu kütük parçası ile evlenmiş?” sorusunun peşine de düşüyoruz onca derdin arasında. Dizinin ilerleyen bölümlerinde bir perde aralanıyor ama bu satırları yazdığım sırada tam çözmüş değiliz konuyu.

Demet Akbağ’ın canlandırdığı anneanne Filiz ise bence dizinin dramını hem artıran ama hem de o drama müthiş bir perde aralayan, girdiği sahnenin mizah dozunu hınzırca yukarı taşıyan biri. Bir de gizemli komşu Atilla var tabii ki Metin Akdülger’in şu ana kadar bu role çok yakıştığını söyleyebilirim. Ufukta görünen Karsu-Atilla aşkı bana uzun zaman sonra bir çift ship’letecek gibi görünüyor.

Karsu’nun oğlunu bulduktan sonra kocasının kendisini yıllardır en yakın arkadaşıyla aldattığını görüp evi barkı hemen oracıkta terk ederek İstanbul’a gitmesi ve uzun zamandır küs olduğu annesinin yanına taşınmasıyla başlıyor hikâyemiz. Hemen oraya gitmiyor aslında ama teyzesi alıp getiriyor onu, annesi de artık küslük yok, diyor ve olaylar gelişiyor.

Bakın, diziyle ilgili sevdiğim bir diğer şeyse olayların akması, ne olacaksa hemen olması ve üzüntülü müzikler eşliğinde beş bölüm Karsu’nun aldatıldığını öğrenmesini beklemememiz mesela. Dizinin devamından en temel beklentim bu temponun düşmemesi açıkçası.

Sandık Kokusu hem üzücü ve büyük olayların olduğu ama hem de izlerken sıradan bir gün izliyormuşuz gibi sakinleştirip dinginlik verebilen bir dizi

Karsu ona yalan söylediği için annesi Filiz’le yıllarca konuşmamış mesela ama ertesi gün birlikte kahvaltı yaparlarken her şey gayet normal, sonra Filiz botoks yaptırmaya gidiyor ve yüzü alerji oluyor. Karsu onu hastaneye taşıyor yana yakıla. Ertesi gün teyzesi ve annesi, “Karsu çalışmaya başlarsa çocuklara biz nasıl bakarız?” diye birbirlerine kaş göz yapıyorlar kahve içerken, sonra Reha çocukların okul paraların ödemeyi reddediyor ve bunların hepsi bir potada eriyor, sıradan bir hayat gibi.

Önemli konuları anlatmak için her zaman aşırı iddialı cümleler ve dev hareketler gerekmiyor işte, anlattığına inanan bir hikayeci ve oynadıkları karakterleri iyi tanıyan oyuncular yetiyor bize. Zaten daha ne olsun?

Hâlâ izlemediyseniz bile bir yerlerinden girip başlayabilirsiniz Sandık Kokusu‘na, kendinizi dışlanmış hissetmeyeceğinize söz veriyorum.

İyi seyirler dilerim.

*Zeynep Gönenli’nin yazısı Episode derginin 53. sayısında yayımlanmıştır.

Zeynep Gönenli

Yerli-yabancı dizi izlemeye bayılan ve reality show'larda kavga çıktığı zaman aşırı mutlu olan bir ODTÜ'lü.

Related post