‘The Flash’: DC Sinematik Evreni’ni Sıfırlayan Çoklu Evren Çarpışması ve Michael Keaton’ın Batman’e Dönüşü
The Flash, 2023’ün en merak edilen filmleri arasındaydı. Aslına bakılırsa 2014’ten beri gündemde olan yapım, Justice League fiyaskosu ve senaryo revizeleri nedeniyle yıllardır erteleniyordu ama nihayet derin bir oh çektik ve filmin vizyonunu gördük.
Tabii Discovery ile Warner Media’nın birleşmesinden ve yola “Warner Bros. Discovery” şeklinde devam edilmesinden sonra DC Sinematik Evreni’ne (DCEU) dair planlar da baştan sona değişti. Doğrusu DC evreni Batman markası haricinde yıllardır beyazperdede beklenileni tam manasıyla veremiyordu, Marvel Sinematik Evreni’nin (MCU) de hayli gerisinde kalmıştı. Bu nedenle yönetim bazlı değişim de kaçınılmaz oldu.
Bu birleşmenin ardından Guardians of the Galaxy serisi, The Suicide Squad ve Peacemaker spin-off’uyla süper kahraman mitlerine dair ezberleri bozan isimlerden biri olan James Gunn ile yapımcı Peter Safran DC Studios’un başına atandı, birçok proje de hızla rafa kaldırıldı. Wonder Woman 3, Batgirl, Wonder Twins, Strange Adventures ve Black Adam‘ın devam filmi iptal edildi. Hatta Henry Cavill’in Superman olarak döneceği de duyurulmuştu ama bu anlaşma da bozuldu.
Dolayısıyla stüdyodaki değişim rüzgarları şiddetli esiyor. The Flash filmi de DCEU’nun geleceğini ve dinamiklerini değiştirme açısından hayli kritik bir yerde duruyor. Zaten Gunn ve Safran’ın amacı da sinema deneyimini canlandıracak ve hayranları mutlu edecek yeni bir DC evreni inşa etmek. Bu doğrultuda da The Flash filmindeki çoklu evren hikayesini kullanarak DCEU’yu sıfırlamak istediler.
Ancak masada bir de Ezra Miller’ın kontrol edilemeyen davranış bozuklukları ve mental problemleri bulunuyordu.
Ezra Miller’ın Sorunları ve Kafa Karıştırıcı Bir Süreç
Ezra Miller, son yılların yetenekli ama skandallarıyla gündemden düşmeyen oyuncularından. Birden fazla taciz ve saldırı suçlamasına adı karışan Miller’ın dosyası da hayli kabarık. Son olarak komşusunun mülküne izinsiz giren ve birkaç şişe içki çalan Miller, suçunu kabul etmiş ve denetimli serbestlik ile hapisten kurtulmuştu.
Hatta büyük bir kriz döneminden geçtiğini, komplike akıl hastalığı sorunları ile boğuştuğunu ve tedavi sürecine başladığını belirten Miller, davranışlarından ötürü üzdüğü insanlardan da özür dilemişti.
Tabii bu olaylardan sonra büyük tepkiler çeken Miller, Warner Bros. tarafından kovulmanın da eşiğine gelmişti. Öyle ki stüdyo filmi iptal etmeyi ya da başka bir oyuncuyla yola devam etmeyi dahi düşünüyordu.
Miller’ın profesyonel bir destek almayı kabul etmesinin ardından sular durulmuş, filmin yönetmeni Andy Muschietti de oyuncuya destek vermişti. Fakat buna rağmen Miller’ın geleceği hala belirsiz ve filmin vizyonu öncesinde de Miller’a stüdyo tarafından bir basın kısıtlaması getirildi.
Filmin vizyonu öncesinde Miller’ın DC’ye zarar veren skandalları yetmezmiş gibi General Zod’u canlandıran Michael Shannon da süreçle ilgili kafa karıştırıcı açıklamalarda bulunmuştu.
Çoklu evren temasına sahip filmlerin kendisini korkuttuğunu belirten Shannon, sürecin de kendisi için tatmin edici olmadığını dile getirmişti. Man of Steel‘daki karakter çalışmasına da atıfta bulunan oyuncu, The Flash‘in cast’ına katılmadan önce de Zack Snyder’i aradığını ve onun onayını aldığını söylemişti.
Tüm bu yaşananları düşündüğümüzde ise The Flash‘in kafalarda bir sürü soru işareti yaratacak biçimde vizyona girdiğini söylemem gerek.
Andy Muschietti’nin ‘The Flash’i ve Keyif Veren Sürprizler
Filme geçmeden önce The Flash’in DC için öneminden biraz bahsetmeliyim. Aslında The Flash, DCEU’da yeni yeni ön plana çıkmaya başlasa da karakterin geçmişi oldukça eskiye dayanıyor. İlk kez 1940’ta görünen Flash’in orijin hikayesi de hayli derin. Ayrıca DC evreninde Jay Garrick, Barry Allen, Wally West, Bart Allen ve Avery Ho olmak üzere farklı Flash’ler de bulunuyor.
Jay Garrick ilk Flash ama DC’nin “Gümüş Çağı” adı verilen döneminde ortaya çıkan Barry Allen en bilindik olan. Zaten DCEU’da da onun hikayesini izliyoruz. Çizgi roman tarihinin en ikonik karakterlerinden biri olan Flash’in gücü de speed force’dan (hız kuvveti) geliyor. Flash bu eşsiz tanrısal gücünden ötürü de yaşlanmıyor, etrafına enerji duvarları örebiliyor, boyutsal bariyerleri aşabiliyor, uzay-zaman düzlemini değiştirebiliyor ve zamanda istediği gibi yolculuk edebiliyor.
Dolayısıyla Flash, DC evreninin en ikonik süper kahramanlarından biri ve Justice League’deki yeri de son derece kıymetli. Hatta Justice League’in atası olan Justice Society of America’nın da üyelerinden biri. Bu nedenle DCEU’yu çoklu evren hikayesiyle sıfırlayacak ve paralel dünyaları çarpıştıracak yegane karakter de o.
Buradan filme geçecek olursam, öncelikle The Flash filmi Barry Allen’ın orijin hikayesini iyi temellendiriyor, Barry’nin travmalarını ve duygusal motivasyonunu olabildiğince açıyor. Barry annesini çocuk yaşta talihsiz şekilde kaybettikten sonra duygusal çıkmaza giren bir karakter.
Filmin yönetmeni Andy Muschietti, Barry’nin annesi ile babası arasında sıkışıp kalan hayatını dramatik açıdan doğru bir yere oturtuyor. O yüzden bugüne kadar DCEU’da yanda izlediğimiz Flash’in karakter arka planını film boyunca daha iyi özümsüyoruz.
Bu arada Muschietti’nin son dönemlerin popüler yönetmenlerinden biri olduğunu ve Stephen King uyarlaması It‘in 2017 yapımı ilk filminde çok iyi iş çıkardığını söylemeliyim. It‘in prequel’i niteliğindeki “Welcome to Derry” serisi ile de gündemde olan yönetmenin DC Studios için Batman: The Brave and The Bold‘u yöneteceği de konuşuluyor.
Bu bağlamda Muschietti’nin The Flash‘e kattığı yönetmenlik dokunuşları da bulunuyor. DCEU, Zack Snyder’in Man of Steel filmi ile başlamıştı. Bundan ötürü The Flash‘in hikaye arkının Man of Steel ile bağlantılı olması da hayli yerinde bir karar olmuş. Bu kararın filme inanılmaz bir esneklik kattığı da aşikar.
Bu açıdan Michael Keaton’ı 30 yıl sonra Batman rolüne döndürmek de tam olarak “fan service” bir eylem. Doğrusu Keaton’ı yeniden Batman olarak görmek ve o nostaljiyi yaşamak yüzleri fazlasıyla gülümsetiyor. Özellikle Batman’in kostümlerinin ve araç gereçlerinin Tim Burton filmlerindeki gibi retro stilize edilmesi çok hoş bir detay.
Bunun yanı sıra filmdeki Kara Zor-El yani “Supergirl” tercihi de hedefi buluyor. Marvel’ın kadın süper kahramanlarını ön plana çıkardığı bir dönemde DC’nin Wonder Woman‘dan sonra Supergirl‘ü parlatması da zekice. Umarım Kara’yı başka filmlerde de görebiliriz, çünkü aurası ile filme feminist bir hava katıyor.
Ancak bu artılara rağmen filmin olay örgüsünün ve tonunun dağınık olduğunu da belirtmem lazım. Filmin sırtını yasladığı “doppelgänger” motifi ve anlatısı çalışıyor olsa da hikaye bazı kesişim noktalarında dağılıyor. Ayrıca filmdeki slapstick komedi, aile draması, fantastik macera ve aksiyon arasında gidip gelen tür kokteylinin de yalpaladığı anlar bulunuyor. Üstelik filmdeki bazı VFX’ler (görsel efektler) ve CGI’lar (bilgisayar tabanlı görüntüler) gerçekten sırıtıyor.
Yine de The Flash sunduğu easter egg’ler ile hayran kitlesi için son derece eğlenceli bir eskapizm sunuyor ve DCEU’nun gideceği yolu yeniden çiziyor. DCEU’nun kaderini belirleyecek esas yapımlara ise daha var.