‘The Penguin’: Gotham İçinde Açılan Farklı Kapılar ve ‘The Sopranos’a Göz Kırpan Bir Mafya Hikâyesi

 ‘The Penguin’: Gotham İçinde Açılan Farklı Kapılar ve ‘The Sopranos’a Göz Kırpan Bir Mafya Hikâyesi

The Penguin, 2024’ün en nitelikli tv serilerinden birisi olarak karşımızda duruyor ve The Batman ile The Batman Part II arasında enfes bir köprü kuruyor. Batman mitolojisinin gerektiği gibi genişlediği ve Gotham içinde birçok kapının açıldığı bir dönemdeyiz, tadını çıkaralım.”

Matt Reeves’in The Batman filmiyle birlikte Batman mitine ve Gotham’ın karanlığına dair yeni bir döneme girdik. James Gunn ve Peter Safran’ın DC Studios’un başına geçmesi ise çizgi romanların temel alınacağı yeni bir DC evreninin kapılarını araladı.

Sıfırdan yaratılan bu evrende The Batman gibi bağımsız yapımlar “DC Elseworlds” çatısı altında devam ediyor. Ayrıca Bruce Wayne’in oğlu Damian Wayne’e odaklanan ve Batman-Robin ikilisinin suçla mücadelesini anlatan The Brave and the Bold gibi projeler de geliştirme aşamasında bulunuyor. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte Batman mitolojisi farklı hikâyelerle, spin-off’larla genişleyecek.

Bu nedenle Matt Reeves’in The Batman’i Christopher Nolan’ın The Dark Knight Trilogy’sinden sonra DC’yi toparlamak adına çok önemli bir adımdı. Damarlarında 90’lar neo-noir üslubu gezinen ve “The Dark Knight” ruhunu geri getiren bu epik film, David Fincher sinemasını ve onun ikonik planlarını takip eden bir yapıya sahipti.

Çizgi roman efsanesi Frank Miller’ın Year One’ından, Jeph Loeb’ın The Long Halloween’inden ve “Detective Comics” serisinden izler taşıyan The Batman, bu özellikleriyle Christopher Nolan’ın Batman üçlemesinin yanına dikilmişti. Gotham’ın gotik prensinin yüreğini açan film, çizgi roman tutkunlarını doyuracak bir materyal de sunuyordu.

Batman’in dedektiflik ve iz sürme kabiliyetleri ön plana çıkarken filmin yapı tasarımı, estetik unsurları ve sinematografisi de göz alıyordu. Özellikle Gotham’ın tasvir ediliş biçimindeki kasvet, buhran ve pislik hem Todd Phillips’in Joker filmlerini hem de Tim Burton’ın Batmanlerini anımsatıyordu. New York’tan modellenen set uzantıları ve çarpıcı CGI’lar bu köhne metropolü tüm çıplaklığıyla gösteriyordu.

Tabii bunların yanı sıra Robert Pattinson’ın üstüne oturtulan hırpani “Kurt Cobain” imajı da çok çekiciydi ve Robert Pattinson bir “rock star” olarak parlıyordu. Paul Dano’nun canlandırdığı Riddler da bir supervilli- an olarak güçlü bir motivasyon ve çatışma sağlıyordu. Ancak Colin Farrell’ın hayat verdiği Oswald Chester- field Cobblepot namıdiğer “The Penguin” karakteri yan aksta filmi taşıyordu. O yüzden de Gotham’a ait bir yükseliş hikâyesini de hak ediyordu.

Oswald Chesterfield Cobblepot: Stratejik Bir Suç Dehası, Benzersiz Bir Manipülatör

The Batman’in yarattığı heyecandan ve ticari başarıdan sonra HBO yapımı The Penguin serisi 2024’ün en merak edilen işleri arasındaydı. Fakat seriye geçmeden önce Penguin’in karakter arkından bahsetmekte yarar var.

The Penguin, Bill Finger ile Bob Kane tarafından yaratıldı ve ilk olarak 1941’te Detective Comics’in 58. sayısında görüldü, Batman’in en eski düşmanlarından biri oldu. Tuhaf görüntüsü ve paytak yürüyüşü nedeniyle “Penguin” lakabı takılan Oswald Chesterfield Cobblepot, çocukluğundan itibaren küçümsenen bir karakterdi. Bu küçümsenme duygusu da ona yeraltını ele geçirmeye dair motivasyonu, erk isteğini verdi.

Aslında saplantılı ve aşırı koruyucu bir anne tarafından yetiştirilen Oswald, toplum tarafından dışlanan, hor görülen, yok sayılan bir arketiptir. Aynı zamanda “Oedipus Kompleksi”ne sahip olan bu karakterin süper gücü ise suç dünyasına dair keskin zekâsıdır.

the penguin

Batman’in patolojik bir öfkeden beslenen, psikotik bozukluğa sahip düşmanlarının aksine farklı bir varoluşu vardır. İnsanları manipüle etme, işbirliğine ikna etme, plan yapma ve suç ağını yönetme konusunda da uzmandır.

William Dozier tarafından yaratılan ve 1960’ların ortalarında TV’de yayınlanan Batman serisinde Burgess Meredith’in canlandırdığı Penguin, gülüşüyle ikonikleşmişti. Tim Burton ise Batman Returns filminde Danny DeVito’nun hayat verdiği Penguin’i hayli karanlık ve gerçeküstü şekilde resmetti, çizgi roman estetiği içinde canavarlaştırdı.

Daha sonra 2014-2019 arasında yayınlanan Gotham serisinde de yer alan Penguin, Robin Lord Taylor ile tekrar insanileşti.

The Batman’den Ayrışan ve Gotham’ın Zirvesine Giden Bir Yolculuk

Buradan Oswald Chesterfield Cobblepot’un kendi serisine geçersem, The Penguin’in pilot bölümü bu yılın en iyi TV bölümlerinden birini sunuyor. Chuck, Agents of S.H.I.E.L.D. ve Impulse gibi serilerden de tanıdığımız Lauren LeFranc, Gotham’ın karanlık, acımasız ve yozlaşmış yüreğinin Batman olmadan da hayli ilgi çekici olduğunu gösteren bir suç draması kuruyor. Açıkçası The Penguin’den TV tarihine damga vuran The Sopranos yaratmaya çalışıyor.

Ayrıca The Penguin serisi The Batman’den farklı bir istikamette gidiyor ve The Batman’de kurulan kasvetli çizgi roman estetiğinden ayrışıyor, izleyicileri gerçekçi bir mafya hikâyesinin ortasına davet ediyor.

The Batman filminde yaşananların sonrasına odaklanan yapım, Gotham’ın yeraltı dünyasını yöneten ailelerinden olan “Falcone”lar ve “Maroni”ler arasındaki güç savaşını da detaylandırıyor, ailelere dair bir haritalandırma yapıyor. Bu hırs, sinsilik ve pislik dolu seride gücü eline almak ve yeni “kingpin” olmak isteyen Oswald Chesterfield Cobblepot’un karakter arkı da çok iyi çiziliyor.

Doğrusu Oswald’ı “The Penguin” yapan özellikleri layıkıyla işaretleniyor ve The Penguin’in Gotham’ın zirvesine giden yolculuğu Brian De Palma’nın Scarface’ini de akıllara getiriyor. Gotham’ın sokakları, sınıfsal hareketliliği, açgözlülüğü “World is yours!” (Dünya senindir!) diyen efsane antikahraman Tony Montana ile de örtüşüyor.

Colin Farrell’ın İrlanda aksanı ve oyunculuğu da The Penguin ile bütünleşiyor, Colin Farrell böylesi eksantrik bir karaktere her şeyini veriyor. Açıkçası Colin Farrell’ın bu serideki performansıyla birçok ödül kovalayacağı da aşikâr.

Bunun yanı sıra The Batman filminde öldürülen mafya babası Carmine Falcone’un kızı Sofia Falcone’un öne çıkartılması da çok doğru bir karar. Seri katil “The Hangman” olarak da bilinen Sofia’nın yok sayılmaya çalışıldığı erkek dünyasına karşı verdiği mücadele önemli bir yere oturuyor. The Penguin’in kurnazlığı yanında Sofia’nın “Falcone” suç örgütünün kontrolünü ele geçiriş süreci hikâyeye boyut katıyor. Sofia’yı canlandıran Cristin Milioti’nin performansı da göz dolduruyor.

Tabii The Penguin’in sokaktan yanına aldığı ve bir açıdan kendisine benzediği için bağ kurduğu genç Victor ile ilişkisi de mühim. Çizgi romanlarda The Penguin’in şemsiyelere ilgisinin altında babasıyla ilişkisi yatar. Çünkü babası sağanak yağış altında sırılsıklam olduktan sonra zatürre olur ve bu şekilde ölür. Lauren LeFranc’ın Oswald’ın çocukluğuna bu açıdan yaklaşması, anne ve baba figürlerine yaklaşımının altını çizmesi de The Penguin’in portresini ayrıntılı hale getiriyor.

Sonuç olarak The Penguin, 2024’ün en nitelikli TV serilerinden birisi olarak karşımızda duruyor ve The Batman ile The Batman Part II arasında enfes bir köprü kuruyor. Batman mitolojisinin gerektiği gibi genişlediği ve Gotham içinde birçok kapının açıldığı bir dönemdeyiz, tadını çıkaralım.

Orçun Onat Demiröz’ün bu incelemesi, Episode Dergi’nin 58. sayısında yayımlanmıştır.

Orçun Onat Demiröz

Lisans öğrenimini 2010 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinde tamamladı. Akabinde yüksek lisans için Viyana’ya gitti ve 4 yıl kadar Avusturya’da yaşadı. 2015 yılında Türkiye’ye döndü ve çeşitli kültür/sanat dergilerinde, eklerde, bloglarda yazarlık yaptı. Aynı zamanda birçok ajansta da metin ve içerik yazarı olarak çalıştı. Hayatına yazar, yorumcu ve DJ olarak devam ediyor.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir