‘True Detective Night Country’: Amerikan Doğaüstü Kurguları ve Robert W. Chambers’ın Sarı Kral Mitosu
HBO yapımı True Detective, 2014’te yayınlanan ilk sezonuyla TV tarihine geçen ve suç draması türünde kült statüsüne erişen bir antoloji serisi. Doğrusu Nic Pizzolatto’nun yarattığı seri, ikinci ve üçüncü sezonlarıyla farklı bir yola girse de Matthew McConaughey ile Woody Harrelson’un başrollerde yer aldığı ilk sezon, Amerikan gotik, korku ve doğaüstü edebiyatının kökenlerine dair izleyicileri perçinleyen bir yolculuğa sahip.
Özellikle ilk sezonda Amerika’nın tekinsiz ve ürpertici güney eyaletlerinde doğan “Southern Gothic” estetiği, yoğun bir atmosfer ve okültizm mevcuttur. Kötülüğün hüküm sürdüğü, günahlarla kuşatılmış bir coğrafyada geçen hikâye, Robert W. Chambers’ın 1895’te yayınlanan Sarı Kral (The King in Yellow) öykülerinin üzerine kuruludur. True Detective‘in karanlık felsefesi ve pesimist özü de burada saklıdır.
İlk sezonda “Sarı Kral” isimli bir figür ile “Carcosa” düzenli şekilde tekrar eden ve delilik temasını tamamlayan motiflerdir. Ancak True Detective‘in Sarı Kral mitosunun üzerine inşa ettiği popülerliğinin ötesinde daha önemli bir husus vardır ve açıkçası Chambers’ın öyküleri de kendi başlarına bütünlükten yoksundur. O yüzden True Detective‘i her şeyiyle okuyabilmek için öncelikle Chambers’ın işaret ettiği asıl yere bakmak gerekiyor.
True Detective Night Country: Aydınlanma Çağı, Dedektif Hikâyeleri ve Edgar Allan Poe’dan H.P. Lovecraft’a Modern Korku
1789’da yaşanan Fransız Devrimi sonrasında Avrupa ve ardından da Amerika, politik, toplumsal ve kültürel anlamlarda çok sert dönüşümler geçirdi. Rasyonel düşüncenin, determinizmin ve pozitivizmin gelişmesiyle birlikte yazın dünyasında da kırılmalar yaşandı. Aydınlanma Çağı’nın en üst noktasına erişmesiyle, baskın inanç sisteminin değişmesiyle romantizme sırtını dönen ve farklı bir yolda yürümek isteyen yazarlar yeni türler yaratmaya başladı.
Bunların başında da elbette ki Edgar Allan Poe geliyordu. Çok büyük bir avangart olan Poe, metinleriyle gotik kurguya da seviye atlattı. Hatta The Murders in the Rue Morgue (Morgue Sokağı Cinayetleri) ve Auguste Dupin karakteri ile de yepyeni bir tür olan dedektiflik hikâyelerini yarattı.
O nedenle polisiye ile Aydınlanma Çağı’nın ayrılmaz bir bütün olduğunu belirtmek gerekir. Polisiye romanları Poe’nun çağı takip eden gizemli, kuşkucu, gotik ve korku dolu metinlerinin üzerinde şekillendi. Poe’yu takip eden H.P. Lovecraft ise insanlar henüz yokken var olan bir dünyadaki canlıları, yaratıkları anlattığı hikâyeleri ile düşlerin sınırlarını zorladı, deliliği dağladı ve modern korku mitlerini kurdu.
Buradan Robert W. Chambers’ın Sarı Kral öykülerine dönecek olursam, Sarı Kral‘ın Edgar Allan Poe’nun The Masque of the Red Death (Kızıl Ölümün Maskesi) ile açılıp H.P. Lovecraft’ın Cthulhu Mitosu’nun bir parçası olan The Whisperer in Darkness (Karanlıkta Fısıldayan) ile kapanması da boşuna değil.
İşte Chambers; Edgar Allan Poe, Ambrose Bierce ve H.P. Lovecraft’ı birbirine bağlayan hikâyeler ile ölümün bile ölebileceği bir korku derlemesi sundu. Bunu da tekinsiz bir bütünlük içinde yaptı ve True Detective‘e bile ilham oldu.
True Detective Night Country İlk Sezondaki Karanlığın ve Deliliğin İzinde
True Detective‘in Mahershala Ali’nin başrolde olduğu ve Detective Wayne Hays’i canlandırdığı üçüncü sezonu 2019’da yayınlanmıştı. Özellikle ikinci sezondaki çoklu karakter kullanımı sonrasında üçüncü sezonda Mahershala Ali ön plana çıkmıştı ve yüzleşme teması ağır basmıştı. Ayrıca ilk iki sezonda, beyaz erkeklerin suç ağı ve sistemle olan mücadelesi layıkıyla işlenmişti. Fakat üçüncü sezonda ırkçılık ve ayrımcılık konusu hikâyedeki önemli bir unsura dönüşmüştü.
True Detective’in IMDb puanlarına göre en iyi ve en kötü bölümlerini derlediğimiz yazı burada.
Serinin yaratıcısı ve yazarı Nic Pizzolatto ise üçüncü sezonun ardından FX ile anlaşmıştı. Burada Matthew McConaughey ile tekrar bir araya gelmesi ve “Redeemer” serisini yapması planlanıyordu ama işler pek planlandığı gibi gitmedi. Pizzolatto da başka işlere yöneldi.
Dolayısıyla True Detective‘in dördüncü ve yeni sezonu Night Country, serinin hikâye ve senaryo standardını belirleyen Pizzolatto’nun yazar olarak yer almadığı ilk sezon. Açıkçası bu nedenle yeni sezona dair bazı soru işaretleri bulunuyordu. Fakat serinin emanet edildiği Issa López, ilk iki bölüm sonrasında yüreklere su serpti ve serinin kalbine doğru bir referans yaptı.
Jodie Foster ve Kali Reis’in başrollerde olduğu Night Country, Alaska’nın kurgusal Ennis kasabasında geçiyor. Burası ölülerin bile canını sıkacak kadar soğuk ve karanlık bir yer. López, bu soğuk ve karanlık yerde hikâye arkını çok doğru bir yerden kuruyor, temellere geri dönüyor.
İlk sezonda hikâyeyi başlatan bölümün adı “The Long Bright Dark”tır. López, True Detective‘in ilk sezonunda ustaca örülen karanlığı, insandan bile eski olan kötücüllüğü ve Chambers’ın Sarı Kral mitosuna göndermelerle dolu öyküsünü baz alıyor ve hayranların gönlünü fethedecek bir Amerikan doğaüstü kurgusu oluşturuyor.
Tabii López bunu sadece yapı ve doku olarak gerçekleştirmiyor, ilk sezondaki olay örgüsüyle, okültist simgelerle ve karakterlerle direkt bağlantılar kurarak yapıyor. Örneğin; ilk bölümde görülen hayalet figür Travis Cohle, Matthew McConaughey’nin canlandırdığı nihilist ve sürüden ayrı dedektif Rust Cohle’un babası olarak karşımıza çıkıyor.
Hatta hatırlayanlar olacaktır, ilk sezonda Rust Cohle çocukken babası tarafından Alaska’ya götürüldüğünü ve babasının da hayli tuhaf fikirleri olduğunu ifade eder. True Detective Night Country‘nin daha ilk bölümünden Travis Cohle’un görünmesi ise ilk sezona bağlanan bir çember oluşturulması anlamına geliyor.
Bunun yanı sıra ikinci bölümde görülen ve tekrar eden spiral simgesi ise akıllara direkt ilk sezonu getiriyor. Ayrıca Tsalal Arktik Araştırma Merkezi’nin birinci sezonun odağındaki pedofil suçlar işleyen “Tuttle” tarikatı ile bağlantılı olması da Night Country’nin yönünü gösteriyor.
Üstelik bu sezonda Arktik bölgelerde yaşayan yerel İnuit halklarına dair de bir açılım ve ayrımcılığa dair bir vurgu bulunuyor. True Detective‘in bu sezon özelinde kadın odaklı bir “buddy cop” hikâyesine evrilmesi ve John Carpenter efsanesi “The Thing”e göz kırpan bir atmosferin kurulması da takdire şayan.
Sonuç olarak True Detective Night Country, True Detective kültünün başladığı yere dönüyor ve Nic Pizzolatto olmadan da ışıldamaya devam ediyor.