‘Wednesday’ Serisi: Tim Burton’ın Gotik Hayalleri ve Netflix’in Genç Yetişkin Formülleri
The Addams Family, özellikle 90’larda yapılan filmleriyle zihinlerimize kazındı ve çocukluğumuzu ifade eden nostaljik bir fenomen olmayı başardı. Fakat bu tuhaf ailenin geçmişi daha eskiye dayanıyor. İlk olarak 1938’de The New Yorker’da yayımlanan bir karikatür serisi olarak ortaya çıkan “Addams Family”, yayımlandığı gibi spot ışıklarını üzerine çekti.
1960’larda yapılan TV serisiyle popülaritesini artıran “Addams Family”, kara mizah dozu ve gotik öğeleriyle ana akıma göre fazlasıyla sıradışıydı. Charles Addams’ın bu ürkütücü aileyi yaratmaktaki amacı ise Amerikan aile yapısını eleştirmek ve normal kavramını tersyüz etmekti. Addams; toplumun temelini oluşturan çekirdek aile kavramını ayrıksı bir şekilde ele aldı ve bu örgütlenme biçimini barut fıçısı gibi patlattı. Aslında Addams’ın bu eleştirel yaklaşımında Foucaultcu bir damar da vardı. Neticede Michel Foucault’ya göre normal insan bir kurgudan ibaretti. Normal tanımının sahipleri ise iktidarlar ve sistemlerdi. Doğrusu Charles Addams, yarattığı Addams Family ile 20. yüzyılın toplumsal duyarlılıklarıyla ve temel örgütlenme anlayışlarıyla eğlenceli bir biçimde oynadı. Popüler kültüre sızan Addams Family ise filmleri, müzikalleri, video oyunları ve animasyonlarıyla da gündemdeki yerini korumayı bildi. Tim Burton’ın Addams Family tutkusu ise yıllardır biliniyor. En büyük hayallerinden biri Addams Family dünyasına ait bir proje yapmaktı. Burton’ın tutkusu öyle bir noktadaydı ki filmler yapılırken senaristlerden birisi olmak ve 2019’daki animasyonu da üstlenmek istemişti. Ancak bu istekleri gerçekleşmedi. Netflix’in Wednesday spin-off’u ise Burton’ın hayallerini yıllar sonra gerçeğe dönüştürdü.
Tim Burton Sineması: Modern Dünyanın Tek Tipleştirmesine Karşı
Wednesday‘e geçmeden önce Tim Burton sinemasının temellerinden biraz bahsedeyim. Burton sinemasını southern gothic’in, Alman dışavurumculuğunun, büyülü gerçekçiliğin ve post-modern masalcılığın üzerine inşa etmiştir. Özellikle kişinin derinliklerinde yatan ve yaşanmış deneylere şekil veren bir sanat olarak ifade edilen dışavurumculuk, Burton sinemasında çok önemli bir yerde durur. Karakterleri de tıpkı kendisi gibi iç dünyalarıyla uyumlanmaları gereken modern hayat arasında sıkışıp kalmıştır. Bu nedenle de Burton’ın dışlanmış karakterleri normal insanlar tarafından anlaşılamayacak bir varoluşa sahiptir.
Burton sinemasına yakından bakıldığında modern dünyanın sunduğu steril ve tek tip yaşama da bir tepki vardır. Bunu filmlerindeki manipüle edilmiş, grotesk mekânlarda dahi gösterir. Neticede mimarlık ile sinema birbiriyle sıkı ilişkide olan alanlardır. Sinemanın mekânlarda görünen kültürü ve kurguyu aktarma biçimi de duyguları belirler. Burton da bu ilişkiyi çağımızda en iyi kullanan yönetmenlerden biridir. Filmlerindeki mekânlar aracılığıyla zıtlıklarla dolu dünyalar kurar. Dolayısıyla sineması sadece sıradışı karakterleriyle değil mekân kullanımıyla da göze çarpar. Burton’ın hayal dünyası, duygu durumu ve yaşam gustosu filmlerinde kendisini artistik şekilde gösterir. Sinemasında dışavurumculuğun yanı sıra sürrealizm, kübizm ve gotik sanatına dair unsurlar da mutlaka görülür. İşte; ‘Burtonesque’ olarak tanımlanan bu evren, farklı, aykırı ve eleştirel olmasıyla kendisine yer edinmiştir.
Z Kuşağı Odaklı ve Cilalı Bir ‘The Addams Family’ Spin-Off’u
Buradan Wednesday serisine geçecek olursam açıkçası Netflix’in Addams Family’nin küçük kızı Wednesday’e odaklanan ve karakterin orijin hikâyesini anlatan bir seri yapma isteği en başından beri doğru bir karar, özellikle ticari açıdan. Zaten serinin izlenme oranları da kararın ne kadar yerinde olduğunu gösteriyor.
Wednesday, Netflix’in yayın yaptığı 200’ü aşkın ülkenin 83’ünde zirvede yer aldı. Hatta ilk haftasında toplamda 341,2 milyon saat izlendi ve Netflix’te en çok izlenen yapım olmayı da başardı. Esasen Wednesday‘in bu izlenme oranıyla Stranger Things‘i bile geride bıraktığını belirtmek lazım. Ayrıca seri, sosyal mecralarda da trend yarattı. Bu durumun serinin ortak yapımcılarından olan ve ilk dört bölümü yöneten Burton’ın yüzünü güldürdüğü de aşikâr. Keza Netflix yöneticilerinin böylesi bir hiti devam ettirmek isteyeceği de ortada. Fakat Burton’ın zengin hayal gücünün ve ayrıksı varoluşunun seride belirgin şekilde hissedildiğini söylemek mümkün değil. Maalesef o ‘Burtonesque’ evren Wednesday‘de kendisini göstermiyor. Bundaki en büyük etken de serinin fazlasıyla Z kuşağı odaklı ve Z kuşağı eğilimlerine endeksli olmasından kaynaklanıyor. Bu açıdan Burton’ın hayal projesinin Netflix’in “genç yetişkin” formüllerine heba edildiğini söylemem gerekiyor. Her ne kadar seride Addams Family ruhunu aktaran karanlık bir mizah anlayışı, iyi yazılmış diyaloglar ve enfes bir Jenna Ortega performansı olsa da Addams Family bu denli parlak ve cilalı bir dünya değil. Bu arada Ortega’nın performansının altını hakikaten çizmek gerekiyor, Ortega seriyi adeta sırtında taşıyor. Zaten Ortega bu rol için özel olarak hazırlandığını da belirtmişti. Hatta çocukluğunda küçük hayvanlara otopsi yapmış tuhaf birisi olduğunu da söylemişti. O yüzden Wednesday karakteri için biçilmiş kaftan olduğunu seri boyunca ışıldayarak gösteriyor.
Serideki en büyük sorunlardan biriyse Wednesday için kurulan hikâye arkında yatıyor. Addams Family’i Addams Family yapan özelliklerden biri birbirlerine olan bağlılıklarıdır. Tüm garipliklerine, tüm ürkünçlüklerine rağmen aile bağları çok sıkıdır ve mutludurlar. Charles Addams’ın yarattığı sihir de burada saklıdır. Lakin seri bu zinciri koparıyor ve Addams Family’nin karizmatik karakterlerini bozuyor. Uyumsuz Wednesday’i “ötekilerin” okulu olan Nevermore’a gönderme fikri de Harry Potter ve Hogwarts’ı akıllara getiriyor ama bu noktada Wednesday’den bir dedektif yaratma çabası eğreti durmuyor. Sekiz bölümlük seri kancalarını doğru şekilde atıyor ve bir gizem yaratmayı başarıyor. Buna karşılık vampirlerle, kurt adamlarla, sirenlerle ve gorgonlarla dolu olan Nevermore, marjinallikten uzak, son derece sıradan bir yer olarak tasvir ediliyor. Buradaki yan karakterlerin birçoğu da Addams Family evreni için fazlasıyla klişe, fazlasıyla sıkıcı kalıyor. Bu açıdan dizinin elindeki fantastik öğeleri iyi kullanamadığını da belirtmek gerekiyor. O sebeple seride Wednesday dışında takip etme isteği uyandıran bir karakter de bulunmuyor.
Umarım ikinci sezonda Burton sinemasının alametifarikası olan motifleri, hüzünlü karakterleri, karanlık hisleri ve grotesk mekânları seriye enjekte ederler. Sonuç olarak ilk sezonda hedeflenen genç yetişkinlerin kalbi çalındı ama öteki olmayı gerçekten bilen Tim Burton’dan daha fazlasını beklemek de bizim hakkımız.