Mare of Easttown’u izlediğimde çok etkilenmiştim. Final bölümüne gelene kadar birçok sahnede gözyaşlarımı tutmaya çalıştığımı ama son sahnelerde dayanamadığımı hatırlıyorum. Zaten polisiye seven biriyim ama o dizi, çok büyük, çok katmanlı bir drama sunmuştu bana. Günlerce aklımda dönüp durdu.
Episode olarak Mare of Easttown’un yaratıcısı Brad Ingelsby’nin HBO Max için yeni bir proje hazırladığını duyunca hepimiz çok heyecanlandık. Polisiyeyi seven bir ekibiz; Ingelsby de derinliğiyle öne çıkan gerçekçi polisiyeleri neredeyse mükemmel yaratıyor. Karakter odaklı, sinematik ve en önemlisi metniyle parlayan bir dünya kuruyor; her karakterin ardında koca bir roman gizliyor adeta. Biz de böylece HBO’nun yeni dizisi Task’ı kapağımıza taşımaya karar verdik. Üstelik başrollerde Mark Ruffalo ve Tom Pelphrey var!
Öncelikle size biraz Task’tan bahsetmek istiyorum. İki erkeğin hikâyesi bu. Biri eski rahip, şimdilerde FBI Ajanı Tom Brandis (Ruffalo). Diğeri ise çöp toplayıcılıktan hırsızlığa savrulan Robbie Prendergrast (Pelphrey). İlk bakışta tamamen zıt karakterler gibi görünseler de ikisinin de ortak bir derdi var: Hayatın farklı yükleriyle boğuşuyor ama ailelerini ayakta tutmaya çalışıyorlar. Dizi, bana hiç bilmediğim şeyler öğretti diyebilirim. Toksik olmayan masküleniteyi ilk defa bu kadar net anladım.
Kapak dosyamızda dizinin yaratıcısı ve yazarı Brad Ingelsby ile yaptığımız röportajı bulacaksınız. O, New York’taydı, ben İstanbul’da, Zoom üzerinden buluştuk. Açıkçası bu benim yaptığım en özel ve unutulmaz
röportajlardan biriydi. Onun için de iyi geçmiş olacak ki, bazı sorularımıza teşekkür etmekle kalmadı; ekranlarda belki de en az anlatılan işçi sınıfından insanların hikâyelerine verdiği öneme dair sorumuzu sorduğumda gözleri doldu ve bunun o gün duyduğu en güzel şey olduğunu söyledi.
Robbie’ye hayat veren Tom Pelphrey ile yaptığımız röportaja, Maeve karakterini canlandıran Emilia Jones da eşlik etti. Dizideki hırsız-polis aksında bir hırsıza hayat verdiği için onu çoğunlukla stresli anlarda görsek de aslında akılda kalıcı bir kahkahası olduğunu söylemem gerek. Emilia ile set dışında da çok iyi bir ikili olmuşlardı. Çok keyifli, bol kahkahalı bir röportaj gerçekleştirdik.
Ne yazık ki takvimi uymadığından dizinin başrol oyuncusu Mark Ruffalo ile birebir röportaj yapma şansımız olmadı. Yine de prodüksiyon notlarından ona ait bazı alıntıları sizlerle paylaşabiliyoruz. Ruffalo, Task hakkında şöyle diyor:
“Task ilk bakışta sıradan bir polisiyeymiş gibi görünebilir. Ama Brad’in derin insani bakışı sayesinde Tom ve ekibi yasaları siyah beyaz bir meseleye dönüştürmeye çalışırken bu karakterlerin sahiciliği ve kusurları gerçeğe dönüşüyor.”
Bazı dizilerde oyuncular parlar, bazılarında yönetmen. Task’ta ise hepsi bir arada. Ama herkesin ilk andığı şey, Ingelsby’nin senaryosu. Ruffalo da Ingelsby’nin yazarlığını kısaca şöyle özetliyor:
“Brad’in hayata dokunan, gerçekçi yazımı hikâyeye atan bir kalp, ruh veriyor.”
Tom Brandis karakterine biraz daha yakından bakarsak: Aslında evlenebilmek için kiliseden ayrılmış eski bir rahip Tom. Eşiyle birlikte üç çocukları var, bunlardan ikisi evlatlık.
Task’ın asıl hikâyesi ise Tom’un eşinin ölümünün ardından başlıyor. İlk bölümlerde onu yas tutarken, alkol bağımlılığıyla mücadele ederken ve çocuklarıyla bağlarını yeniden kurmaya çalışırken izliyoruz. Özellikle üvey kızı Emily (Silvia Dionicio) ile… Sonra Tom’a Delaware County’de yaşanan bir dizi ev soygununu soruşturması için görev veriliyor ve Tom’un kendi “task”ını kurarak bu olayın peşine düşmesini izliyoruz.
Mark Ruffalo, karakterini şöyle anlatıyor:
“Hikâye başlamadan altı ay önce karısını kaybeden Tom, duygusal olarak tamamen kapanmış durumda. Bağ kurmaya can atan bir evlatlık genç kız büyütüyor. Aslında evde ebeveynlik rolünü hep karısı üstlenmiş, bu Tom’a doğal gelen bir şey değil. Ama bu görevle birlikte onda yeniden bir şeyler canlanıyor. Böylece o trajediye dek hiçbir zaman olamadığı bir baba olma şansını yakalıyor.”
Dizinin diğer ana karakteri Robbie ise uzun zamandır gördüğüm en derinlikli karakterlerden biri. Ailesiyle, arkadaşlarıyla kurduğu ilişkiler, hayata bakış açısı… Yaşadığı onca şeye, yaptığı her hataya rağmen, üstelik hikâyede “yakalanması gereken” adam olmasına karşın, onu sevmekten kendinizi alamıyorsunuz. Üstelik bu, kötüyü romantize etmekten de değil, Robbie’nin neyi neden yaptığını iliklerinize kadar hissetmekten kaynaklanıyor.
Tom Pelphrey’in Robbie için mükemmel bir cast olduğunu söylemeden de geçemeyeceğim. Zaten Pelphrey, Jersey’de büyümüş yani havaya aşina. Ama Brad Ingelsby’nin onun hakkında söylediği şu söz bence her şeyi özetliyor:
“Tom bu dünyayı ve bu insanları çok iyi tanıyordu. Ama aynı zamanda karakterin içindeki coşkuyu, yaşama sevincini de anladı.”
Şimdi diyeceğimi kulağa klişe gelmeden nasıl söylerim bilmiyorum: Bu iki karakter ilk bakışta inanılmaz zıt görünseler de aslında aynı yükleri taşıyor. Biri suçlu, diğeri polis ama ikisi de yalnız başına kız çocuğu yetiştiren, bu yolda defalarca tökezleyen iki baba.
Ruffalo, bu dengeyi şöyle özetliyor:
“Farklı dünyalardan gelen bu iki adamın yolları sonunda kesiştiğinde hayatları birbirine paralel hale geliyor. Elbette kanunu çiğnemenin ve insanlara zarar vermenin bahanesi yok. Ama Tom, Robbie’yi sıradan bir suçludan fazlası olarak görmeye başlıyor. Aralarında beklenmedik bir bağ oluşuyor, birbirlerini hiç ummadıkları biçimlerde önemsemeye başlıyorlar.”
Şunu da eklemem lazım: Task biraz ağır açılıyor. Eğer Mare of Easttown’u izlemediyseniz Brad Ingelsby’nin kaleminin karakterleri yavaş yavaş derinleştiren, hikâyeyi de zamana yayarak izleyiciyi içine çeken bir yapısı olduğunu bilmelisiniz. Ayrıca dizinin duygusal yoğunluğu nedeniyle bölümleri arka arkaya izlemek hassas kalpler için kolay olmayabilir.
