Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
İnsanlığın En Büyük Günahı Emperyalizmi Deşen Dizi “Taboo” I Kaya Heyse
[highlight]Taboo çok farklı. Hatta çok acayip. Dizinin baştan çıkarıcı tuhaf bir atmosferi ve olağanüstü karakterleri var. Periyodik dramaların çoğunun aksine, geçmişte yaşananları yeniden yazmak, tarihi baştan tasarlamak gibi bir kaygısı da yok. Taboo, insanlığın en büyük günahını, emperyalizmi ameliyat masasına yatırıyor, kesip biçiyor ve hastalıklı, urlu, iltihaplı parçalarını gözümüzün içine sokuyor… Taboo, tüm bölümleriyle şimdi TV+’ta…[/highlight]
Taboo‘yu tarihi dramalar arasında düşünmeyin. Yanlış yaparsınız. Günümüzde çekilen bu tarz dizilerin (ülkemizdekiler dahil) ihtişamlı kostümleri ve müthiş savaş sahneleri vardır. Entrikası boldur. Başkahramanların aşkları, bizi kendimizden geçirir. Günümüze mesaj verir. Tarihi olayları hap şeklinde bizlere yutturur. Çoğu zaman resmi tarihin yeniden canlandırılmasıdır bu diziler. Popülizmin, sağcılığın tavan yaptığı ülkelerde böyle diziler kitleleri heyecanlı ve safta tutmak için kullanılır. Tarih, objektif olmaktan çıkarılır. Geçmişteki olaylar yeniden yorumlanır, yeniden yazılır. Geçmişin aktörleri, siyasi ihtiyaçlara göre resetlenir ve sil baştan tasarlanır. İnsanlar, bu dizileri tarihin kendisi sanır.
Tuhaf atmosfer, olağanüstü karakterler
Taboo öyle değil. Taboo çok farklı. Hatta çok acayip. Dizinin baştan çıkarıcı, size ekrana bağlayan tuhaf bir atmosferi ve olağanüstü karakterleri var. Periyodik dramaların çoğunun aksine, geçmişte yaşananları yeniden yazmak, tarihi baştan tasarlamak gibi bir kaygısı da yok. Taboo, insanlığın (özellikle de Batı’nın) en büyük günahını, emperyalizmi ameliyat masasına yatırıyor, kesip biçiyor ve hastalıklı, urlu, iltihaplı parçalarını gözümüzün içine sokuyor.
Kahramanımız, Tom Hardy’nin canlandırdığı James Keziah Delaney’dir. Delaney, uzun süredir ülkesinden uzakta, Afrika’dadır. İngiltere’ye döndüğünde babasının öldüğünü ve kendisine miras olarak bugünkü Kanada’nın batı kıyısında, Nootka adında küçük bir toprak parçası kaldığını öğrenir. Yalnız iki mesele vardır: Babası aslında öldürülmüştür ve o yıllarda (1800’lerin başı) dünyanın en büyük şirketi East India’nın Nootka’da kaybetmek istemediği çıkarları vardır.
Ancaaaak…
Nootka, sadece bu şirket için değil, İngiliz kralı ve Amerikalılar için de önemlidir. Delaney, ilk sezonun en iyi sahnelerinden biri olan East India şirketinin toplantı odasında, o toprak parçasını devretmeyi reddeder. Delaney ve şirketin CEO’su Sir Stuart Strange (Game of Thrones‘ta öldüğünde pek sevindiğimiz radikal dinci High Sparrow’u canlandıran Jonathan Pryce) artık can düşmanıdır.
Hikâye, bu gelişme etrafında örülürken diğer karakterleri tanımaya başlarız. David Hayman’in oynadığı Brace, Delaney’nin (ve öncesinde babasının) sadık hizmetkârı ve aile sırlarının koruyucusudur. İkiliyi aynı sahnede ilk gördüğümde Batman‘den hatırlayacağınız Bruce Wayne-Alfred ilişkisi geldi aklıma. Yine Game of Thrones‘tan tanıdığımız Oona Chaplin’in canlandırdığı Zilpha Geary, Delaney’nin üvey kız kardeşidir. Birkaç bölüm sonra Delaney’nin babasının üçüncü karısı, Londra’nın önemli tiyatrocularından Lorna Bow ile (Jessie Buckley) tanışıyoruz.
Sorular, sorular…
Yine de tüm şovu Hardy’nin Delaney’si çalıyor. Homurdanarak ve çok az konuşan, eskiden East India şirketi için paralı askerlik yapmış olduğunu öğrendiğimiz Delaney, korkusuz olduğu kadar acımasız biridir. Tuhaf bir mizah anlayışı vardır. İnanılmaz dövmelere sahiptir ve saldırıya uğramadıkça yüzünün yarısını gölgeleyen fötr şapkasını hiç çıkarmaz. Afrika’da yaşadıkları nedir? Üvey kardeşiyle yaşadığı ensestvari ilişkinin temelinde ne yatıyor? Babası nasıl biriydi? Annesi kimdi? Dövmeler ne iş? Bu soruların cevaplarını ancak ipuçları şeklinde öğreniyoruz. Üstüne üstlük, sanırım Delaney’de birtakım doğaüstü güçler de var ama daha fazla ipucu vermeyeyim artık.
Ken Russell ve Joseph Conrad’a saygı duruşu
Özünde (yoksa sadece şimdilik mi?) bir intikam dizisi olan Taboo‘nun bilindik diğer tarihi dizilerden farklı olduğunu belirtmiştim. Dizi, 2011’de kaybettiğimiz İngiliz yönetmen Ken Russell’ın sinemasına bir övgü niteliğinde. Filmleriyle geleneksel İngiliz sinemasının tabularını yıkan (yoksa dizinin adı buradan mı geliyor?) Russell’ın izlerini neredeyse her bölümde görmek mümkün. Russell’ın eserlerinde olduğu gibi Taboo‘da da hikâye, ilgi uyandırmayla gülünç olma arasındaki o ince çizgide ilerliyor. Bu durum, özellikle bir parti sahnesinde gözler önüne seriliyor. Taboo‘yu farklı bir gözle izlemek için Gothic ve The Devils‘a bakmanızı tavsiye ederim.
Taboo‘nun esinlendiği (ve Hardy’nin itiraf ettiği) bir başka yapıt, İngiliz yazar Joseph Conrad’ın olağanüstü romanı Heart of Darkness (Karanlığın Yüreği). Kitap, Avrupa sömürgeciliğinin (emperyalizm!) yol açtığı yıkımı Marlow adında, küresel bir şirket için çalışan kişinin gözünden anlatıyor. Kitabın bizlere mesajı açık: Sömürgecilik, sadece yoksul ülkeleri daha beter hale sokmaz, sömüren ülkelerdeki eşitsizliği de artırır.
Delaney’nin (Marlow’un) döndüğü Londra da işte böyle bir şehir haline gelmiştir. Bir yanda saray yavrusu binalarda yaşayan ve dünyayı daha fazla nasıl ele geçirebiliriz diye plan yapan dev şirketlerin temsilcileri, siyasetçileri, kraliyet ailesi mensupları ve asilzadeler vardır. Diğer yandaysa dünyanın sahibi Londra’nın caddeleri çamurla doludur ve her yerde hastalık kol gezmektedir. Yoksulluktan Thames Nehri’ne atlayarak intihar edenlerin cesetlerini köpekler yer. Kadınlar ve çocuklar bedenlerini satar. Karanlığın Yüreği‘nde olduğu gibi Taboo‘da da asıl vahşiler, köleleştirilmiş Afrikalılar ya da Kızılderililer değil, ekonomik çıkar için yapmadıklarını bırakmayanlardır.
Ciddi bir kapitalizm eleştirisi
Taboo, ciddi bir kapitalizm eleştirisidir. Bolşevik Devrimi’nin 100. yılında yayınlanmaya başlamış olması da hoş bir tesadüftür. Lenin, I. Dünya Savaşı’nın asıl sebebinin milliyetçilik değil, ekonomi (yani emperyalizm) olduğunu yazmıştı, ta 1916’da. Lenin’e göre emperyalizm, kapitalizmin en büyük aşamasıydı. Aşırı sağın yükseldiği, güçlü lider olgusunun demokratik olarak nitelendirilen ABD ve birçok Avrupa ülkesinde bile kurumların önüne geçtiği günümüz dünyasında sömürgecilik ve emperyalizm de haliyle yeniden tanımlandı. Artık başkalarını değil, kendimizi sömürgeleştiriyoruz. Şehirlerimiz elden gidiyor (akıllı şehirler, kentsel dönüşüm vs.), güvenlik adı altında kişisel bilgilerimiz ele geçiriliyor, dünyamız bittiği için Mars’ı ele geçirmek için büyük bir yarış devam ediyor. Taboo, işte bizleri günümüz emperyalizminin karanlık yüreğine doğru bir yolculuğa çıkarıyor…
Bu yazı, Episode Dergi’nin 4. sayısında yayımlanmıştır…