Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Bir Tatlı Ada Havası: ‘The Durrells’
Gerald Durrell’ın otobiyografik üçlemesinden uyarlanan, sevimli bir dizi The Durrells. GAİN’de yayınlanan BBC First yapımlarından biri olan The Durrells, Gerald Durrell’ın 1935-1939 arasında çocukluğundan bir kesiti anlatıyor. Durrell ailesinin hikâyesi, dört çocuk ve güçlü annelerinin İngiltere’den Yunanistan’ın Korfu Adası’na taşınmalarıyla başlıyor. Hayvanlara ve doğaya ilgisiyle enteresan bir kişiliği olan en küçük kardeş Gerry’nin gerçek yaşamöyküsünden bir kesit esasında. Gerald Durrell’ın My Family and Other Animals (Ailem ve Diğer Hayvanlar) kitabının ilk uyarlaması 2016’da çekilen bu BBC First dizisi değil, romanın 1986 yılında bir mini dizi ve 2005 yılında bir televizyon filmi uyarlaması da bulunuyor. Gerald Durrell, İngiliz bir doğa bilimci, yazar ve vahşi hayvanlardan oluşan bir hayvanat bahçesinin kurucusu. Gerry’nin (Milo Parker) yaşamöyküsüne dayandığını öğrenmek diziye ilgimi arttırdı. Zira ilk bölümde anne Louisa’nın (Keeley Hawes), Gerry’nin hoşlanmadığı okuluna giderek müdürle kavga ettiği andan itibaren hem anne hem de Gerry ilgimi çeken karakterler oldu. Esasında ailenin bütün üyelerinin kendine göre ilgi çekici özellikleri var. Öyleyse Durrell ailesini biraz tanıyalım.
Louisa Durrell, eşini kaybetmiş ve dört çocuğunu kendi büyüten güçlü ve 1935 yılı için oldukça ilerici bir kadın. Bu durumu dizide hem çocuklarıyla ilişkisinden hem de genel olarak olaylara verdiği tepkilerden anlayabiliyoruz. İlk bölümde büyük oğlunun önerisine katılarak aniden Yunanistan’a taşınmaya ikna olması onun da çocukları kadar cesur ve maceraya açık bir insan olduğunu gösteriyor. Güçlü karakterinin yanı sıra birtakım İngiliz âdetlerini devam ettirmeye, adada incilerini çıkarmamaya devam ediyor. Ancak ailenin yarı aç yaşamasını da umursamıyor. Aile üyeleri biraz umursamaz zaten.
Gerry Durrell, her ne kadar Gerald Durrell’ın çocukluğunu canlandırsa da dizinin ana karakteri değil. Anne Louisa’nın çektiği zorluklar ön planda. Ben hikâyeyi daha fazla Gerry’nin gözünden görmek isterdim. Gerry oldukça zeki, yardımsever, hayvanlara tutkulu bir çocuk.
Larry Durrell (Josh O’Connor), gerçek hayatta Gerald Durrell’ın şair ve yazar büyük kardeşi Lawrence Durrell’ın yazarlığa başlangıç yıllarını temsil eden karakter. En az Gerry ve anne Louisa kadar orijinal ve başına buyruk biri olmakla birlikte henüz hiçbir öyküsü yayımlanmayan Larry, ikinci bölümden itibaren bir anda yazar oluyor. Oysa kendine “yazar” deyip duran, sarhoş olup eğlenmek dışında çok bir şey yapmayan, neredeyse kibirli denecek kadar özgüvenli bu karakteri başlangıçta çok sevmiştim. İkinci bölümden itibaren bir öyküsü yayımlanıp aileyi kurtaran parayı kazanmak yerine yazar olmak için uğraşmaya, zorluk çekmeye devam ettiğini daha fazla görebilseydik karakterin inandırıcılığı artacaktı.
Margo Durrell’in (Daisy Waterstone) başlangıçta ailenin en sıradan üyesi olduğunu söyleyebiliriz. Öncelikle âşık olmak, bir sevgili bulmakla ilgilenen ergen karakter olarak öne çıkıyor. Böylesi güçlü ve ilerici bir annenin bu kadar sıradan bir genç kadın yetiştirdiğini görmek can sıkıcı. The Durrells, ilerledikçe zaman zaman Margo’nun da sınırlarının dışına çıktığını, kendisini geliştirdiğini görsek de Larry ya da Gerry kadar özgün bir kişiliğe sahip olamıyor.
Leslie Durrell de (Callum Woodhouse) kardeşi Margo gibi daha sıradan özelliklere sahip görünüyor. Avcılık dışında hiçbir şeyle ilgilenmeyen Leslie, kısa zamanda adada bir sevgili ediniyor ve günlerini onunla geçiren, duygusal bir ergen olarak hikâyesi ilerliyor. Ne Margo ne de Leslie, kardeşleri Larry ve Gerry kadar zeki. Bu karakterler daha çok yaşadıkları olaylara diğer aile üyelerinin verdiği tepkiler ve yaklaşımlar bağlamında dikkat çekiyorlar.
Adada aile üyelerine yardımcı olmakla görevli birçok yan karakter de yer alıyor. Dizinin oldukça geniş ve uluslararası bir kadrosu var. Doğal olarak Yunan karakterler de yer alıyor ancak genellikle üstüne bastırılmış aksanları dışında çok iyi İngilizce konuşuyorlar. Yakın dönem dizilerde gerçekçiliğin artırılması adına bu durumun bir nebze de olsa önüne geçildi. Adada karşılaştıkları halktan insanlar ya da dünyanın başka yerlerinden gelenler bu kadar iyi İngilizce konuşmamalı. Bu durum dizinin inandırıcılığını etkiliyor. Karakterleri bir yana koyup hikâyeden söz edersek çok da gerçekçi olma iddiasında bir diziyle karşı karşıya olmadığımızı söyleyebiliriz. Yunan adası Korfu’yu tam bir emperyalist bakışla izliyoruz. İçinde yaşadıkları oldukça eski ve karakterlerin kafasına yıkılan ev masalsı bir güzelliğe sahip, adanın mavi-yeşil görüntüsü günün her anında göz alıcı. Adanın gerçekte ne kadar güzel olup olmadığını tartışmıyorum ama aç, yerde yatan İngilizlerin adanın güzelliğinden büyülenerek bu denli boş vermiş davranışları bana çok da samimi gelmedi. Hatta benzer bir eleştiriyi adada yaşayan bir diğer İngiliz karakter de yapıyor. Nihayetinde bu durum dizinin atmosferini yaratan Julian Court ve James Aspinall’la ilgili. Gerçekten masalsı bir sinematografi oluşturarak herkesin haddinden fazla yardımsever olduğu pembe bir dünya yaratıyorlar. Bu hem iyi hem de kötü anlamda bir eleştiri. Bir yandan bu dünya insana iyi geliyor. Sürekli çok önemli şeyler mi izlemeliyiz? Kırk beş dakika da güzel bir Yunan adasında şeffaf suların içinde, meyveden başka yiyecekleri olmayan ama bir şekilde her zaman şaka yapıp gülen bir ailenin hikâyesini izleyelim. Böyle düşünmek mümkün. O yüzden bu masalsı havaya, bugünün popüler konularının da bir şekilde 1935 yılının dünyasına sıkıştırılmasına o kadar da kızamıyorum.
Bu diziyi en çok doğa bilimci Gerald Durrell’le tanışmamı sağladığı için sevdim. Onun enteresan ailesi, Korfu’da geçirdiği çocukluğu, toplayıp getirdiği tuhaf hayvanları eve sokmasına izin veren annesi belli ki bir bilim insanı olmasında çok etkili olmuş. Durrell’ın hem bilimsel hem de kurgusal birçok kitabı olduğunu da bu vesileyle öğrendim. Siz de hikâyenin akışını, ada halkının abartılı misafirperverliğini bir yana bırakıp bu sevimli diziyle deniz kenarında yürüyebilirsiniz. Büyük bir hikâye görmeden sizde hoş bir tat bırakacak ada havası alırsınız.
Bu yazı Episode Dergi 38. sayısında yayımlanmıştır.