Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Röportaj: ‘Winning Time: The Rise of the Lakers Dynasty’ Ekranlarda
Basketbol dünyasının efsanelerini barındıran Lakers’ta yaşanan hanedan olaylarını inceleyen dizi Winning Time, ikinci sezonuyla BluTV’de. Hemen belirtelim, diziyi sevmeniz için basketbol âşığı olmanıza gerek yok!
Lakers’ın sahibi Jerry Buss’ı Oscar ödüllü John C. Reilly’nin canlandırdığı dizide genç aktör Quincy Isaiah ilk kez kameralar karşısında olmasına rağmen Magic Johnson rolünün hakkını veriyor. Solomon Hughes’ın Kareem Abdul-Jabbar’ı, takımın efsanevi koçlarından Paul Westhead’i Jason Segal, Pat Riley’i ise Adrien Brody’nin canlandırdığı dizi ekibi ile 80’ler ve kazanma hırsı üzerine sohbet ettik.
John C. Reilly & Hadley Robinson
Hikâyeniz yeni sezonla devam ederken gerçek insanlardan esinlenilen karakterleriniz için nasıl çalıştınız?
Hadley: İlk sezon için çok araştırma yapmıştım. Karakterimi yaratırken senaryoda yazılanın yanı sıra olayların geçtiği zaman dilimini ve dizideki karakterlerin birbiriyle ilişkilerini de göz önünde bulundurdum.
John: Karakter gelişimimiz için yardımcı olan yazarlarımız da var. Aslında yazarların anlatmak istediklerine göre şekilleniyor. İlk sezon çok belirgin bir çizgiye sahipti. İkinci sezonda karakterler farklı zorluklarla karşı karşıya geldiklerinden bir çizgide ilerlemek o kadar kolay olmadı. Bu sefer sırtımı yazarlara yasladım diyebilirim.
John, bu sezonun en önemli konularından biri “baba olmak”. Baba olmanın daha nahif bir ifadesi. We Need to Talk About Kevin filmindeki rolünde de bu tema vardı. Bu sefer “baba” temasını daha pozitif bir şekilde işlemek sana nasıl hissettirdi?
John: Baba ve baba-oğul hikâyeleri neredeyse her oynadığım rolde var. Sonuçta her bireyin iyi ya da kötü, ebeveyniyle bir ilişkisi var. Bu dizinin başlangıcında bu konuya çok gireceğini düşünmemiştim. İkinci sezonda karakterimi canlandırırken babam hakkında da çok düşündüm. O da o zaman diliminin insanıydı. Babalık tarzı da benzerdi; “Çok çalış, büyük hedefler koy ve pozitif ol” gibi. Babamın neler kaçırdığı hakkında da çok düşündüm. Ben kendi çocuklarımla onun benimle geçirdiğinden çok daha fazla zaman geçirdim. Muhtemelen Jerry de öyle, onların zamanında baba figüründen çok beklenti yoktu. “Çocuğu yap ve ona bakmak için para kazan”dan ibaretti.
Sizce Winning Time, başarılı bir takım nasıl oluşturulur dersi mi yoksa sadece tarihteki eşsiz bir zamanı mı vurguluyor?
Hadley: Bence her ikisi de. Bence bu dizinin güzel tarafı birçok elementin bir araya gelerek tamamlanması. Takım çalışmasının önemi kadar tarihteki o zamanı, karakterlerin karmaşık yapısını ve oyunu da vurguluyor.
John: Winning Time bence başarılı bir takım nasıl oluşturulur örneği değil. Süreç içinde birçok hata yapıyorlar ve takım için iyi olmayan oyuncuları ısrarla tutuyorlar. Koçların egoları devreye giriyor. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda iyi bir örnek değil ama gerçekçi bir örnek diyebilirim.
John, rolün size çekimlerin başlamasından sadece bir hafta önce geldiğini okudum. Size bu rolle geldiklerinde ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Bu kadar göz önünde ve ünlü bir karakteri canlandırmak için az zamanınız olması sizi ne kadar zorladı?
John: Evet, bu doğru! İlk bölüm çekilmeden tam yedi gün önce kadroya dahil oldum. Şimdi dönüp baktığımda üzerinden çok zaman geçmiş gibi geliyor. Daha önce Adam Mckay ile birlikte çalışmıştım ve ilişkimiz iyiydi. Beni destekleyeceğini biliyordum.
Dizide ikiniz de oldukça baskın karakterlere sahip kişileri canlandırıyorsunuz. Şunu merak ediyorum; gerçek hayatta var olan ve herkesin tanıdığı kişilere hayat verirken onları taklit etmekle canlandırmak arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
John: Geçmişte de “real-life” karakterler canlandırdım. Onları yoktan var etmediğiniz için zor olduğunu kabul ediyorum. Bu tür rollerde belli başlı gerçeklere bağlı kalıyorsunuz ama bunun size yardımcı olduğu da oluyor. Normal şartlarda tamamen kurgusal bir karakteri canlandırıyorsanız o karakteri tanımlamanın bir sınırı yok. Bunun sınırlarını siz keşfediyor ve belirliyorsunuz. Halbuki gerçek bir kişiyi canlandırdığınızda onun hikâyesine bağlısınız. Jerry Buss ve Lakers’ınki de inanılmaz bir hikâye. Bunu gördüğümüz için çok şanslıyız. Bence gerçek bir insanı canlandırmanın en önemli noktası “hakkını vermek” sorumluluğu.
Hadley: Jeannie’nin gerçek bir insan olması başka, hâlâ hayatta olması bambaşka bir konu. Onu canlandırırken onun hayatta olduğu gerçeğini tamamen aklımdan çıkarmaya çalıştım. Onun diziyi izlediğini düşünür ve buna takılırsam oynayamazdım. O kişinin hakkını vermek istiyorsunuz. Bu sebeple senaryoya sadık kalmaya gayret ettim ve Jeannie’nin gerçek bir insan olmasına rağmen bunun bir senaryoya bağlı olduğunu ve ancak ondan esinlenilerek hazırlandığını düşünmeye çalıştım.
Jerry Buss birçok başarıya imza atmış biri. Lakers’ın sahibi, birçok diploması olan bir poker ustası ve bir kimyager! Sizi en çok etkileyen özelliği hangisiydi?
John: Beni en çok etkileyen kimya alanında doktorası olmasıydı. Ben tüm akademik kariyerim boyunca en fazla ortalama bir öğrenci oldum. Bir şeyin doktoru olmak için gereken o metanet, kendine olan inanç ve zekâ bence çok etkileyici bir şey. Bu tabii ki şahsi görüşüm. Jerry kendi hakkında en çok ne ile gurur duyuyordur, açıkçası bilmiyorum. İnsanların ona “doktor” diye hitap etmesini istediğine göre doktor olmaktan gurur duyduğunu varsayıyorum.
Hadley, NBA tarihinde takım sahibi olan ilk kadını oynamak nasıl bir duyguydu?
Hadley: Evet, insanlar genellikle bunu önemsiyor. Kadın liderlere baktığımda genelde gördüğüm şey bir kadın olarak bu işi yaptıklarını değil, sadece bu işi yaptıklarını vurgulamak istemeleri. Günün sonunda o çok akıllı ve yetkin biri. O işi yapabilecek yeteneğe ve tecrübeye sahip ve asıl önemli olan da bu.
Hadley, Sally Field ile birçok sahneniz var. Onunla oynamak nasıldı?
Hadley: Muhteşemdi. İkinci sezonda yer almadı ve kesinlikle eksikliğini hissettik. Diziye katkısı büyüktü.
Adrien Brody & Quincy Isaiah
İkinci sezon, galibiyetlerin yanı sıra bir takımın kazanmasını engelleyen unsurları, soyunma & odasında geçenleri ve sakatlanmaları da gösteriyor. Karakterlerinizin bu sezon, ilk sezondan farklı bir ruh halinde olması sizin için ne ifade etti?
Quincy: Bence Magic, olan biteni anlamaya çalışıyordu. Üniversiteden sahaya gelmek ve bir anda Los Angeles’ta süperstar olmak! İkinci sezonda buna alışmıştı ve şimdi onun baba olmasını, koçuyla yaşadığı anlaşmazlıkları ve rakibiyle olan temaslarını izledik. Magic bu sezon kendini daha fazla sorguladı. İlişkileri yeniden onarmayı ve mücadele etmeyi öğrendi.
Adrien: Magic ve Riley’nin karakterleri çok gelişti. İlk sezondaki Pat Riley tamamen farklı biriydi. Westhead’e her zaman sadık ve anlaşmazlıklara rağmen hep saygılıydı. Birden kendini liderlik etmesi gereken bir pozisyonda buldu. Neyse ki Magic ve diğer oyuncularla nasıl iletişim kuracağını biliyordu. Bu sezon onun için kolay değildi ama bu, onun doğasında var. Bu kesinlikle büyük bir meydan okumaydı. Bu tür rekabete dayalı sporlarda sizi destekleyecek bir koç kesinlikle elzem bir şey.
Adrien, sadece dizide değil ama 1980’lerde de Pat Riley sizce neyi sembolize ediyordu?
Adrien: Pat Riley, 70’lerden 80’lere geçerken bambaşka bir adam oluyor. Bunu sadece istatistiklerinden bile anlayabilirsiniz. Bir ceket, bir kravat ve saçını taraması onun içindeki değişimi de sembolize ediyor. Sonunda hayattaki amacını bulmuş diyorsunuz. O harika bir koç ve harika bir lider. Kitapları inanılmaz ilham verici, bana da verdi. Umarım onu canlandırırken hakkını vermişimdir, benim için bir onurdu.
Halen hayatta olan gerçek kişileri canlandırmak eşsiz bir deneyim olmalı. Magic ve Riley’nin ailesi, arkadaşları veya kendilerinden bir geribildirim aldınız mı?
Quincy: Magic’in arkadaşları bana ulaşıp birinci sezonu sevdiklerini söylediler. Magic’den bir şey duymadım ama buna ihtiyacım olduğunu da düşünmüyorum.
Adrien: Oldukça gizli ve küçük bir hayat yaşıyorum. Ama setteki herkesin canlandırdığı kişilerin hakkını vermek için çalıştıklarını biliyorum. Pat’e hayran olarak büyüdüm ve bu senaryo onu hepimizin tanıyıp sevdiği adam olarak resmetmekte çok başarılı. Onu oynamak büyük bir onurdu.
Adrien, Pat Riley tarihin en iyi koçlarından birisi olarak biliniyor. Ona hayat vermek nasıl bir deneyimdi?
Adrien: Kesinlikle katılıyorum. Pat Riley basketbol tarihinin en önemli isimlerinden biri. Ben de ona hayranım. Kendinin ve çevrendeki herkesin hayran olduğu gerçek birini canlandırmak ise oldukça zor. Şu an dizide izlediğimiz haline gelmesi uzun zaman aldı. Onun nereden geldiğini, gelişimini ve herkesin tanıyıp sevdiği Riley’ye dönüşmesini izlemek çok keyifli. Onu onurlandırmaya çalıştım.
İlk sezonda ikisi de çok tanınmayan kişilerdi. Sizin de dediğiniz gibi onların değişim ve gelişimlerine tanık oluyoruz. Birini canlandırırken onu taklit etmekle bir karakter yaratmak arasındaki farklar neler?
Adrien: Taklitten kaçınıyorum. Bu noktada ödevine çalışmak önemli. Hayat verdiğiniz karakter tanınıyorsa ve bazı spesifik özellikleri varsa bunları performansınıza dahil edebilirsiniz ama bunları yapmak sizi o andan koparıyorsa bu, hikâye anlatımınızı sekteye uğratır. Bu yüzden ben bunu yapma eğilimde değilim. Sadece şunu söyleyebilirim, canlandırdığınız karaktere uzun bir süre çalışıp maruz kaldığınızda onun sizin bir parçanız haline gelmesi ve bir şekilde repertuarınıza girmesi çok normal. Ben de kendimi daha fazla sakız çiğnerken ve kollarımı spesifik bir şekilde bağlarken buldum.
Quincy: Adrien’e katılıyorum. Gerçek bir kişiyi canlandırırken asla taklide düşmek istemezsiniz. O kişinin tavır ve davranışlarına özgün bir yön katmanız gerekir. Bunu bir iş haline getirirseniz taklide düşer ve gerçekliğini kaybeder. Doğal gelişmesi gerektiğini düşünüyorum. Elimden geldiğince gerçek olmaya çalışıyorum.
Adrien, takımın Boston’la rekabeti günümüzde de tam gaz devam ediyor. Dizide sizin de Boston’a sinirlendiğiniz bir sahne mevcut. Bu rekabetten haberdar mıydınız ve bunun bir parçası olmak nasıl bir duyguydu?
Adrien: Bildiğiniz gibi ben sadece bir karakteri canlandıran bir oyuncuyum. Ama insanların rakip takımlar hakkındaki tutkuları beni şaşırttı. Araştırma yaparken bile inanamadım. Sette o günlerle ilgili hikâyeleri hatırlayan yaşça büyük insanlar vardı. Onlardan dinlediklerim de olağanüstüydü diyebilirim. Rekabet bence sporun doğasında olan bir şey. Tuttuğunuz takıma rakibinin üstünlük kurmasına katlanamıyorsunuz. Takımlarınınki bir yana, onların megaloman antrenörlerinin rekabeti bile destansıydı. Kesinlikle tarihin inanılmaz bir parçası.
Birçok oyuncu televizyondaki ilk işlerinden gurur duymaz. Quincy, Magic Johnson sizin ilk televizyon rolünüz. Siz bu rolden gurur duyuyor musunuz? Bu iş sizin için duygusal yönden ne ifade etti?
Quincy: Birinci sezondan itibaren Magic rolünün doğası beni çok geliştirdi. Rolü aldığım andan itibaren kariyerimde büyük bir değişim yaşadım. Bu aslında bir nerede olduğumu anlama süreci oldu. Magic gibi bir adamı canlandırma beklentisini karşılarken etrafım işlerinde çok iyi olan oyuncularla çevriliydi. Bu bir yolculuktu diyebilirim. Halihazırda devam ettiğim ve minnettarlık hissettiğim bir yolculuk. Bu, sürekli değişip gelişen kavramlardan biri. Diziyle ve bu diziye girme sürecimle çok gurur duyuyorum. İyi gittiğimi düşünmek istiyorum. Sadece rol arkadaşlarıma ve rejiye değil, buraya gelmemde emeği geçen aileme, ekibime ve geri kalan herkese teşekkür ederim. Bu kesinlikle bir grup çalışmasıydı!
Solomon Hughes & Jason Clarke & Jason Segel
Jason Segel, dizi, basketbol hayranları ve özellikle Los Angeles Lakers taraftarları için inkâr edilemez bir çekiciliğe sahip. Fakat bu dizinin hangi yönlerinin, bu çalışmadan uzak olan ve aynı zamanda onunla bağlantı kuran insanların hikâyelerine evrensel bir çekicilik getirdiğini düşünüyorsunuz?
Jason Segel: Bu dizi insanların hayallerini gerçekleştirmeleriyle ilgili ki bence hepimiz bununla ilişki kurabiliriz. Bence bu diziyle ilgili gerçekten harika olan şey, diziye girmek isteyip istemediğimi sorduklarında bana söylendiği gibi, dizinin aslında saray entrikalarıyla ilgili olmasıydı. Dizi, bir Shakespeare oyunu gibi, güç mücadelesi, ihanet, ittifaklar, başarılar ve başarısızlıklarla ilgili. Bu yüzden basketbol dünyasında geçen ancak oldukça evrensel bir hikâye anlattığını düşünüyorum.
Jason Clark, bir dizi yayınlandığında eleştirilerin odağında olması kaçınılmazdır. Dizinin gerçek hayattaki karakterleri iyi yansıtmadığını söyleyen eleştirmenler için ne söylemek istersiniz?
Jason Clark: Doğrudan söyleyeceğim, yanılıyorlar. Bence karakterlerin harika bir tasvirini çıkartıyor. Kişiliklerinin tamamını, ardını arkasını görüyorsunuz. Eğer dizinin gerçeğe uygun olduğunu düşünmüyorsanız Jerry’nin kendi kitabını okuyun. Hepsi orada. Dizide gerçekçiliğin yanında eğlence duygusu da olmalı.
Sizin için ne kadar özel bir roldü? Kareem Abdul’u oynamak ve sadece yeteneğini değil, aynı zamanda daha az popüler taraflarının, eksikliklerinin ve kusurlarının bir kısmını ekrana getirebilmek için bu sporla gerçek bir bağlantınız var mıydı?
Solomon: Tabii ki çok özeldi. Kesinlikle rüya gibi bir roldü. Piyango vurdu. Rolü yakalamanın en iyi yolunu bulmaya çalışıyordum. Gerçekten inanılmaz şanslıydım. Kareem, inanılmaz derecede baskın biri ve bence kesinlikle dünyanın en ilginç figürlerinden biri olarak tarihe düşülecek, değil mi? Onu toplumun biçtiği kimliğin ötesine geçen bir boyutta canlandırmak da eğlenceliydi.
Solomon, Mike Johnson ve Larry ile ilgili ilk anılarınızı hatırlıyor musunuz? Bu altın çağda bir çocuktunuz, onlar da popüler ikonlardı.
Solomon: Hatırlıyorum. Kesinlikle hatırlıyorum! Celtics’e kaybettiklerini izlediğimi hatırlıyorum ve bu, bir spor etkinliğinin sonucuna çok üzüldüğüm ilk zamandı. Spor anılarımın arasında Lakers çok önemli bir yer tutuyor.
Sizce kazanan bir takım yaratmak mı yoksa başarıyı zirvede tutmak mı daha zor?
Jason Clark: Zirvede kalmak.
Solomon: Evet, zirvede kalmak.
Neden?
Jason Clark: Bunu yapmak zordur. Herkesi bir arada tutmalısınız, bu bir odaklanma gerektiriyor. Aynı zamanda bir film çektiğinizde de eğer herkes hazırsa aynı şey geçerli. Bunun peşinden gitmeliyiz. “Evet, ikinci kez başarabilecek miyiz?” sorusu daha zor.
Solomon: Sanırım aynı zamanda adil bir şey de var, birlikte ne kadar çok zaman geçirirseniz o kadar çok düşünürsünüz. “Bundan ne elde ediyorum? Ben neyim?” Bence bir takım olarak başarılı olmak için feda etmeniz gereken şeyleri feda etmek kaçınılmaz olarak biraz daha zorlaşıyor.
Şimdi ikinci sezonu çektiniz ve canlandırdığınız isimlerin diziyi izleyip izlemediğini biliyor musunuz?
Solomon: Kareem açıkça diziyi izlemeyeceğini söyledi. Belki ilk bölümü izlemiştir ama sezonun geri kalanını izlememiş gibi görünüyor. Evet, benzersiz bir baskı var ama aynı zamanda onun (Kareem Abdul-Jabbar) dizide olduğu gerçeği de var, sadece izlemiyor.
Bir filmde sizi oynayabilecek biri var mı?
Jason Clark: Ben Jason’ı oynayacağım. Jason Segel: Evet! Dinamik ve özellikle yakışıklı biri olmalı, yani gerçekçi olması adına (gülüyor).
Jason, ilk sezonda karakterinizin yükselişini gördük. İkinci sezonda karakter aşağı doğru bir eğilime geçti. Oynamayı çok sevdiğiniz bir karakterin duygusal düşüşü hakkında ne hissediyorsunuz?
Jason Segel: Oynadığınız karakteri sevmenin gerçekten önemli olduğunu düşünüyorum. Bence bu, utanç verici ya da utanç verici hissettiren herhangi bir şeyin anahtarı, benim için oynamıyorsun, karakterin dışından oynamıyor gibisin ve “Şu adama bak,” diyorsun. “Başarısız.” Bu sensin! Hayatımda gayet iyi niyetle birçok kez, birçok farklı şekilde başarısız oldum. Ve işte, benim düşünmeye çalıştığım şey bu, kimse başarısız olmaya çalışmıyor. Kimse yanlış bir şey yapmaya çalışmıyor. Kimse iktidar tarafından yozlaştırılmaya çalışmıyor. Kimse bir şey olmaya çalışmıyor. Her zaman doğru şeyi yaptığınızı düşünürsünüz. Bu yüzden bir karakter görünüşte sevilmeyen bir şey yaparken ona bu şekilde yaklaşmaya çalışıyorum.
Sizin sevdiğiniz, karakterin gerçek hayatından aldığınız bir tavır, bir konuşma şekli var mı?
Solomon: Çocukluğundan beri çok uzun boylu olmak, bir odaya girdiğinde herkesin dikkatini çekmene sebep oluyor. Sanki saklanmak istiyorsun. Ben de uzun boylu bir insanım ama Kareem gerçekten çok uzun. O birazcık kamburlaşır, saklanmaya çalışır. Sonra saldırgan ya da savunmacı bir şey yaparken de patlar. Bunu yakalamanın önemli olduğunu düşündüm. Çünkü bence bu, küçük bir çocukken ona çok ilgi gösteren insanlarla yaşadığı deneyimle ilgili bir şey.