Tv+ 18 Kasım’da Yayınlanacak ‘Landman’in Fragmanını Paylaştı
Cengiz Bozkurt & Engin Hepileri, ‘Orta! Kafa! Aşk!’ Dizisini Anlatıyor
Onur Bayrakçeken’in Cengiz Bozkurt ve Engin Hepileri ile bu röportajı Episode’un Ekim 2021 dijital sayısında yayımlanmıştır.
Son dönemde dijital platformlarda yaratıcı işler görüyoruz. Bu işlerden biri de Gain platformunda izleyicilerle buluşan Orta! Kafa! Aşk! dizisi. Kısa süreli içerikleriyle izleyicilere farklı bir deneyim sunan Gain’in bu yeni komedi dizisi, bir çiftin ilişkilerini tıpkı futbol yorumcuları gibi yorumlayan iki ilişki yorumcusuna odaklanıyor. Bu iki matrak karakteri ise iki usta isim, Cengiz Bozkurt ve Engin Hepileri canlandırıyor.
Biz de Cengiz Bozkurt ve Engin Hepileri ile eğlenceli mi eğlenceli Orta! Kafa! Aşk! dizisini konuştuk. Keyifli okumalar…
Öncelikle bu zamanların klasik sorusuyla başlayalım: Pandemide günleriniz nasıl geçiyor? Sete dönmekte zorlandınız mı?
Cengiz: Zorlanmadım çünkü neredeyse hiç ara vermeden çalışmaya devam ettik. Geçen yıl bu zamanlar ATV için Gençliğim Eyvah diye bir dizi çekiyordum. Hafta sonu kapanmalarda ya da tam kapanmalarda durmayan sektörlerden biriydik ve şanslıydık. Çünkü evde oturan insanların hem dijital hem analog platformlarda içeriğe ihtiyaçları vardı.
Engin: Daha temkinli olduğumu söylemek zorundayım. Sette maskesini çıkarmak zorunda olan tek insan oyuncu. Bu hem kendinize ve ailenize karşı sorumluluğunuzu artırıyor hem de çalışma arkadaşlarınız için de ayrı bir sorumluluk getiriyor. Ama sevdiğiniz bir iş olunca her şeye değer.
Türkiye’nin pandemi dönemindeki sanat politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cengiz: Sağlıkta nasıl ki sorunlar geldiği gibi yaşanıp çözümler üretilmeye çalışıldıysa diğer sektörler tabii ki öncelik sıralamasına göre aynı kadere maruz kaldılar ama unutmayalım ki yüzyılda bir yaşanan salgından söz ediyoruz, sadece bizim ülke değil, hemen hemen tüm ülkeler hazırlıksız yakalandı dünyada.
Cengiz Bey, bir Londra deneyiminiz var. Oyunculuk becerilerinize Londra’da eğitim almanın katkısı çok oldu mu?
Tabii ki oldu. Kendi kültürümle orada içinde büyütüp olgunlaştığım kültürün harmanı gibi bir şey oldum. İngiliz komedisinin ve komedi oyuncularının bende etkisi büyük. Yalnızca komedi alanı değil tabii, Londra’da 2000 yılında Mehmet Ergen öncülüğünde kurduğumuz Arcola Theatre bizi Londra sanat ve tiyatrosuyla direkt buluşturan, çok iyi oyuncular ve yönetmenlerle çalışmamızı sağlayan inanılmaz çekici bir mekâna dönüştü ve bizi hem mental hem estetik anlamıyla Londra sanat hayatıyla ve onun içinde barındırdığı çokkültürlü yapıya entegre etti. Ayrıca Goldsmiths, University of London’da sinema televizyon ve oyunculuk okurken kitapları dünyanın hemen her yerinde okutulan inanılmaz hocalardan ders aldım, onların vizyonlarından faydalandım. Çok eğitici ve özgürleştirici bir güzel sanatlar fakültesi Goldsmiths, hocaları ve öğrencileriyle… Hem eğitim hem sanatsal anlamda Londra’nın üzerimde etkisi büyük.
Cengiz Bey, gençliğinizden beri politik bir yaşamınız olmuş. Üstelik darbe yıllarında. O günden bugüne sanatçılar politik tavır göstermek bakımından nasıl bir değişime uğradı? Siz bugünden o günlere baktığınızda neyi yanlış, neyi doğru yaptığınızı düşünüyorsunuz?
Ben 13 yaşından beri yaklaşık 43 yıldır siyasetin içindeyim. Bilen bilir, aktif siyasi bir yaşamım vardır ama bu son dönemlerde moda olan klavye aktivizmine hiç evrilmedi. Her zaman sahada, insanların içinde, mahallelerde dirsek teması şeklinde oldu. Sosyal medyanın yıkıcı, bölücü, kutuplaştırıcı üslubu hiç bana göre değil, öyle bir siyasi gelenekten de gelmiyorum zaten. Hem soldan hatta daha fazla sağ, İslami ve Ülkücü kesimden sevenlerim, takipçilerim var, onları saçma sapan twitlerle filan incitmek aklımın ucundan geçmedi, vicdanım da elvermez. Oturup her şeyi konuşabilecek durumdayız. Her zaman kapsayıcı, sağdan, soldan bütünleştirici bir siyaset okuması yapan, somut sorunlara somut çözümler üretmeye çalışan ve insanların dil, din, ırk, cinsel, mezhepsel tercihlerine ve özelliklerine bakmadan sadece adaletli, eşitlikçi, özgürlükçü ve paylaşımcı bir Türkiye’nin hayalini kuran sol siyasi bir yapıdan geliyorum.
Gençliğinizde idolleriniz kimlerdi?
Benim idollerim daha çok siyasi figürlerdi. Hem bizden hem enternasyonalist.
Engin Bey, tiyatro, sinema, televizyon ve şimdi dijital platformlar. Sizi dördünde de gördük. En çok hangisini seviyorsunuz?
Her birinin ayrı kuralları, ayrı alıcıları var. Elbette tercihim her zaman tiyatro olacaktır. Ancak iyi bir sinema filminin ya da farklı bir dijital formatın da tadından yenmez tabii.. Nasıl bir senaryo ile ve kimlerle çalıştığınız çok belirleyici oluyor. Ne mutlu ki artık çalışacağımız insanları seçebilme fırsatımız oluyor. Bu da bize elbette bir konfor sağlıyor.
“Norveç çıkışlı özgün bir proje. Beni çeken tarafı da son derece ilginç senaryosuydu açıkçası. Teklif geldiğinde orijinal versiyonunu izleyip biz bunu yaparız, hem de iyi yaparız, dedim.” (Cengiz Bozkurt)
GAİN’i takip ediyor muydunuz ve platformu nasıl buldunuz?
Cengiz: GAİN’i kurulduğundan beri tabii ki biliyordum. Sektörün önemli dijital oyuncularından biri olarak girdi hayatımıza. Benim de tanışmam Bartuların yılbaşı partisiyle oldu. Yoğun tempodan dolayı her içeriği takip edemesem de başarılı işler yaptıklarını söyleyebilirim.
Engin: Açıldığı günden beri yarattığı farkla beni cezbeden bir platform. Hatta takip ettiğim birkaç iş de olmuştu. Biz 10 bölümü çektik ve ardından GAİN’in ilgilendiğini duyunca da ayrıca sevindim.
Orta! Kafa! Aşk! ilginç bir iş. Bize bu işi bir cümleyle nasıl anlatırsınız?
Cengiz: İş, kendini anlatıyor aslında. Norveç çıkışlı özgün bir proje. Beni çeken tarafı da son derece ilginç senaryosuydu açıkçası. Teklif geldiğinde orijinal versiyonunu izleyip biz bunu yaparız, hem de iyi yaparız, dedim.
Engin: Olması imkânsızı olduran, görünmeyeni gösteren bir değişik iş.
Bu projede sizi cezbeden ne oldu?
Cengiz: Her zaman böyle istisnai, sıradışı senaryolar gelmiyor önümüze. Böyle bir fırsat gelince de kaçırmak istemedim diyebilirim.
Engin: Format çok etkili. Komediye getirdiği bakış açısı da cabası. Son derece ciddi ve olasılıksız olanı olduran bir duruşu var. İddialı ve kendi içindeki zorlukları da beni cezbeden unsurlardan. Kısa, net ve ne istediğini iyi bilen bir format. İçinde olmak beni de çok eğlendirir diye düşündüm, öyle de oldu.
Çok iyi bir ikili olmuşsunuz. Role nasıl hazırlandınız? Herhalde hiç izlemediğiniz kadar futbol maçı izlemişsinizdir… 🙂
Cengiz: Engin, benim Londra’dan döndükten sonra oyunculuk yaparken ilk karşılaştığım oyunculardan biriydi. Kenter Tiyatrosu’nda Mehmet’in çevirip yönettiği Inishmorelu Yüzbaşı oyununu yaptık neredeyse 14-15 yıl evvel. Sonra benim çevirip yönettiğim Kumarbazın Seçimi’nde ana karakterlerden birini oynamıştı. Beraber turnelere çıktık, sayısız oyunlar oynadık, birbirimizi gayet iyi tanırız, bu tabii ki avantaj oldu bizim için. Ben de ikili olarak iyi bir enerji yakaladığımızı düşünüyorum.
Engin: Cengiz abi ile 15 yılın üzerinde bir dostluğumuz var. Gerek duruşu gerekse oyunculuğa getirdiği farkla her zaman gıpta ettiğim oyunculardan. İşin oluşumunda, provalarda çokça konuştuk ve yine birlikte çalışma imkânı bulduk. Maç değil ama değişik yorumcuları izledik. Ülkemizde futbol yorumcularından malzeme çıkarmak hiç de zor değil.
Orta! Kafa! Aşk! çok ilginç ve keyifli bir proje izleyici için. Oyuncu olarak sizin için de aynı şekilde keyifli miydi? Spikerliği sevdiniz mi?
Engin: Elbette daha teklif ilk geldiğinde heyecanlandım. Çünkü hiç yapılmamış bir format olması ve dahası son derece eğlenceli bir iş olması beni çok heyecanlandırdı. Spikerliğe gelince daha önce çokça sunuculuk yaptım ama spikerlikte de hep gözüm vardı. Nasıl yapılır diye hep gözlem yapardım. Şimdi ise karşıma bu mesleğin komedisini yapma fırsatı çıktı ve çok daha eğlenceli oldu.
Peki, Mesut ile Fikri’nin iş arkadaşlığını bir spiker cümlesiyle yorumlar mısınız?
Engin: Hocam her zamanki gibi katkılarıyla programımıza değer katıyor. Elbette sizin gibi duayen bir yorumcu ile yıllardır çalışmak da benim için de bir gurur. Siz nasıl değerlendirirsiniz hocam?
Doğaçlama yapıyor musunuz dizide yoksa tamamen metne sadık mısınız?
Cengiz: Yapıyoruz, geziniyoruz, güzel olan yerleri tutuyoruz. Daha yaşayan kılıyoruz bence o sayede.
Engin: Elbette bir metnimiz var. Özellikle Can ve Su’nun oynadığı bölümler belli bir senaryo üzerinde işleniyor. Bizim de senaryoda laflarımız belli, çok da yararlanıyoruz ancak pek de sadık kaldığımızı söyleyemeyeceğim. Doğaçlama bu işin olmazsa olmazı. 35-40 dakikalık takeleri bazen tek plan çekiyoruz. Umarım yönetmenimizi ve kurgucumuzu çok yormamışızdır.
Eduardo Galeano’nundu galiba, “Futbol yaşadığımız hayatın metaforudur” diye bir sözü var. Bu proje sizce bu sözü doğruluyor mu yalanlıyor mu?
Cengiz: Çok doğru bulmuyorum. O kadar da değil diyorum.:) Zaten biz de çok futbol maçı ya da stüdyo yorumcuları izlemedik bu projeye çalışırken. Biz daha çok maçı TV’de kameranın yanında bir yere bakarak radyodaymış gibi anlatan taraftar kanalları vardı, onları izledik Engin’le. Bizim için daha faydalı olduğunu düşünüyorum. Bazı tonlamalar, vurgular ve pas atmalara karar kıldık ve girdik projeye Allah ne verdiyse. Her gün bir bölüm bitirerek 10 günde çıktık.
Engin: Doğrular herhalde. Özellikle ülkemizde futbol pek çok insan için çok önemli bir yerde. İlişkileri futbol üzerinden yorumlamaksa işin esprisi. Erkek ve kadın yan yana olunca üzerinde konuşulacak çokça şey oluyor elbette.
Cengiz Bey, dizide Fikri Bilir karakterini canlandırıyorsunuz; Engin Bey, siz de Mesut Çak karakterini. Karakterlerinizden bahseder misiniz?
Cengiz: Yaşça meslektaşından biraz daha büyük olduğu için kendisini kıdemli görüp bilirkişi olduğunu sanan, futbolla yatıp futbolla kalkan, orta yaşlı klasik bir erkek. Andropozla buluşunca tek kurtuluş olarak futbola yapışan ve yorumcu olarak başkalarının hayatını yorumlamayı çok önemseyen bir abi sanki.
Engin: Mesut düz bir adam, spiker. Biraz duygusal. Özellikle Semih için çok heyecanlanıyor. Bir Semih taraftarı. Başarılarında kendini tutamıyor, havalara sıçrıyor. Semih’in başarısızlıklarında ise çok üzülüyor. Ama her zaman bir sonraki hafta için umutlu. Duygusal yani. Ve elbette iş arkadaşı Fikri ile de çok iyi anlaşıyor. Ona saygı duyuyor ve fikirlerini çok önemsiyor. İlginç bir adam.
“Yeni başlayan bir ilişkide kendimizi biraz saklarız. Defolarımızı göstermemeye çalışırız ama insan zaaflarıyla insan olur. İşte bu iş, insanın içindeki zaafları pat diye yüzümüze vuruyor. Hem de üçüncü kişiler tarafından, hem de üzerine bir yorum programı yapılarak. Ben bir terapi gibi görüyorum.” (Engin Hepileri)
Dizinin konusunu görünce bende, yorumcular çok zorlama esprilerle anlatıyı sürekli böler mi diye bir korku oluşmuştu. Ama burada yorumcular sadece dizinin kemikleri değil, aynı zamanda anlatıcısı gibi konumlanmış. Orta! Kafa! Aşk!, nasıl bir anlatım dili ve mizahi yapı kuruyor sizin perspektifinizden?
Cengiz: Uzmanlarımız birbirinden tatlı insanlar ve projeye çok şey kattılar, hiçbir kibir örneği göstermeden inanılmaz katkı sundular. Zaten maksat böyle sıradışı bir senaryo ve onun yarattığı dünyanın içinde eğlenmekti, biz de eğlendik. Engin’le kamera arkamız çok eğlenceli.:)
Engin: Cümlelerin alt metinlerini anlatıyor hissi veriyor bana. Pek çok ilişkide konuşulmayan ya da konuşulamayan şeyler vardır. Onları dile getiriyor. Yeni başlayan bir ilişkide kendimizi biraz saklarız. Defolarımızı göstermemeye çalışırız ama insan zaaflarıyla insan olur. İşte bu iş, insanın içindeki zaafları pat diye yüzümüze vuruyor. Hem de üçüncü kişiler tarafından, hem de üzerine bir yorum programı yapılarak. Ben bir terapi gibi görüyorum.
Dizinin yönetmenliğini Can Evrenol yapmış. Kendisi son derece niş korku filmleriyle tanınıyor. Bugüne kadar korku çekmiş bir yönetmenle komedi çekmek nasıl bir deneyimdi? Nasıl bir çalışma ilişkiniz oldu?
Cengiz: Can’la çok iyi anlaştık. Onun da uzun bir İngiltere yaşamı ve eğitimi olmuş. Birbirimizin ne demek istediğini çok iyi anladık. Korku benim türüm değil, hiç izlemiyorum da. Ama Can’ı tanıdıktan sonra, “Abi, Çıplak’ı izle,” dedi. İzledim ve beni de ikinci sezona bir fantezi amca olarak çağırır diye çok korktum.:) Benim Can’la en büyük gerilimim buydu.:)Şaka bir yana iyi anlaştık, çok güzel bir dünya kurdu bize, gerisi çıkıp oynamaktı.
Engin: Can keyifle çalıştığım bir yönetmen oldu. İşin başından beri tekniği çok iyi anlamıştı ve işe çok hâkimdi. Başta senaryolar hakkında yaptığımız yorumları çok dikkate aldı. Birlikte üzerinde çok çalışarak hep üstüne koyduk. Elbette sette de çok yardımcı oldu. Ben oyuncusuna güvenen yönetmen severim. Kendine güveniyordur aslında. Can da onlardan. Bizi serbest bıraktı. Elbette belirlediğimiz çizgide de hep başımızda oldu.
Gerçekten ilişki yorumcusu olsanız, tarihteki hangi ünlü çiftin ilişkisine tanık olmak ve onu yorumlamak isterdiniz?
Cengiz: Elizabeth Taylor-Richard Burton aşkı.
Engin: İngiltere kraliçesi ve eşinin ilişkilerine tanık olmak isterdim herhalde. Hele yorumlamak çok ilginç olurdu.
Dijital platformlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Deneyimlerinize göre gerçekten daha insani çalışma şartları mı yaratıyor?
Cengiz: İyi şeyler düşünüyoruz genel olarak… Ana akım mecralarda hiçbir zaman gerçekleşemeyecek projeler onlar sayesinde gerçekleşebiliyor. Bu büyük bir fırsat genç yönetmenler, senaristler ve oyuncular açısından. İnsani çalışma koşulları konusunda iyi başladık ama her şeyi olduğu gibi uluslararası platformları bile bize ve çalışma tarzımıza uydurma konusunda önlenemez bir güce sahibiz ve şu an o süreçteyiz gibi sanki. Umarım her geçen gün sektör adına daha olumlu adımlar atarız.
Engin: Elbette yaratıyor. Bizim formatımız 15 dakika. Böyle bir işi herhangi bir ulusal kanalda izlemeniz mümkün değil ama olmalı. Ulusal kanalların belli kuralları var, değişmiyor. Bu da yaratıcılığı öldürüyor. Kimse hiçbir şeye cesaret etmiyor. Dijital kanallar bize bu cesareti gösterme fırsatı sundu, bunun için çok mutluyum. Önhazırlık, başı sonu belli olan dramalar ve sağlıklı çalışma saatleri de işin cabası.
Son olarak, Leyla ile Mecnun‘a ve Erdal Bakkal karakterine dönmek nasıl hissettirdi diye de sorayım.
Cengiz: Eski dostla buluşmak gibi bir şeydi mahalleye dönmek… Tanıdık, bildik ve yakın olan bir his yaşadım.