* Ahmet Vatan’ın bu yazısı Episode Dergi’nin 61. sayısında yayımlanmıştır.
- Ex dediğimiz kişi yalnızca vesile; özlemin yöneldiği adres ise başkası kılığında karşımıza çıkan kendi kayıp versiyonumuz. Sinemanın aşk hikâyeleri de bu paradoksu bize fısıldar.
- Aşk hikâyeleri, yüzeyde iki kişi arasındaymış gibi görünür ama derinde aslında bir insanın kendisiyle kurduğu ilişkinin kaydını tutar.
Eternal Sunshine Of The Spotless Mind filminde Joel, Clementine’le anılarını sildirmeye başladıktan sonra pişman olmuş, sürecin yarısında anılarına tutunma kararı vermişti. Veda edemediği sadece Clementine miydi? Cevabını hiçbir zaman bilemesek de emin olduğumuz şeylerden biri Clementine’le birlikteyken kendisinin de başka bir Joel ile tanışmasıydı. Belki de vazgeçemediği, o aşkın içindeki kendisiydi. Bir nevi onu değil, onun yanında kim olduğumu özlüyorum durumu. Bazen mutluluk, hafızamızın kaydettiği anılardaki bir yüzün fotoğrafında değil, o yüzün yanında açığa çıkan bizde saklıdır. Bir bakışımızda, gözlerimizin içinde bir anlığına beliren ışıltıda.

Zaman zaman eski sevgililerimizi özlediğimizi sanıyoruz. Oysa belleğin derinliklerinde saklı olan, çoğu zaman onlar değil, onların yanında açığa çıkan halimiz. Sadece bedenen değil duygusal olarak da çırılçıplak kalıp içine daldığımız aşk denizinin ayak parmaklarımızdan milim milim en kuytumuza ilerleyişinin verdiği çıldırmanın eşiğindeki eşsiz duygu… Gençliğimizin kaygısızlığı, ilk defa “biriyle biz” olmanın kırılganlığı, sabaha kadar konuştuğumuz ihtimaller…
Ex dediğimiz kişi yalnızca vesile; özlemin yöneldiği adres ise başkası kılığında karşımıza çıkan kendi kayıp versiyonumuz. Sinemanın aşk hikâyeleri de bu paradoksu bize fısıldar.

500 Days Of Summer’da Tom’un asıl özlediği Summer değil, aşkı hâlâ mucize gibi görebilen kendi hâlidir. Her’de Theodore’un özlemi Samantha’ya değil, onunla birlikte açığa çıkan derin duyumsama haline, yani uzun süredir temas edemediği kendi tarafına yönelir. Before Sunrise’ın Jesse’si yıllar sonra Viyana’yı hatırladığında Celine’den çok, zamanın akmadığı o gençlik halini özler: kendini zamansız, kayıtsız hissettiğin anı. Ve Casablanca’da Rick’in ünlü “We’ll always have Paris” cümlesi… Belki de Ilsa’ya değil, Paris’teki kendine söylenmiştir.

Bu listeyi uzatabiliriz: La La Land’da Mia ve Sebastian’ın finaldeki bakışmaları, birbirlerinden çok, artık ulaşamayacakları ihtimallere veda eder. Call Me by Your Name’de Elio’nun gözyaşları, Oliver’dan çok, yazın kendi -gençliğin dönüşsüzlüğünün- yasını tutar. Popüler kültür belleği de aynı hakikati saklar. Sex and the City’de Carrie’nin Big’e bazen hak verdiğimiz bazen de saç baş yolduğumuz geri dönüşleri, bir adamın cazibesinden çok kendi gençliğine açılan bir kapıdır. Benzer şekilde, Issız Adam’da Alper’in özlemi Ada’ya değil, onun yanında olabildiği masum halinedir. Aşk-ı Memnu’da Behlül ile Bihter’in trajedisi, birbirlerine değil, imkânsızlıkta açığa çıkan hallerine duyulan bir özlemdir.
Aşk hikâyeleri, yüzeyde iki kişi arasındaymış gibi görünür ama derinde aslında bir insanın kendisiyle kurduğu ilişkinin kaydını tutar.

Ayrılık sonrasında duyduğumuz boşluk çoğunlukla karşımızdakinin yokluğundan değil, kendimizin bir yanını yitirmiş olmaktan doğar. İlişkiler, bize kendimizin farklı versiyonlarını tattırır. Ayrılık sonrası yas, aslında “kendini kaybetme” yasına dönüşür. Bir şarkı çaldığında hatırladığımız şey “o” kişi değil, o şarkının bizde uyandırdığı halimizdir. Bir sokaktan geçerken aradığımız, birlikte yürüdüğümüz insan değil, o sokakta kim olduğumuzdur. Tıpkı Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı filminde Halil’in dediği gibi: “Ben senin yalnız resmine âşığım.” Bu cümlenin arkasında da aynı hakikat saklıdır: Bazen sevdiğimiz o kişi değil, onun bizde yarattığı imge, yani kendi duygularımızın yansımasıdır.
Hafıza, kişilerden çok, kendimize dair izdüşümleri saklar. Belki de eski fotoğraflara bakarken ex’in yüzüne değil, kendi bakışımıza dikkat etmeliyiz. Çünkü özlem, çoğu zaman yanlış adrese gönderilen bir mektuptur; aslında asıl alıcı biziz. Mesele, eski sevgililerimizi özlemek değil; onların yanında açığa çıkan, zaman zaman kaybolduğunu sandığımız o versiyonumuzu yeniden bulmaya çalışmaktır. Çünkü aşk, her şeyden önce, kendimizi başkasının gözlerinde görme ihtimali; özlem ise kendi yankımızdır.