Sana Neler Oluyor Dünya? – Güney Kore Sineması
Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nin açılış filmi Park Chan-wook’un Ayrılma Kararı’ydı. Film, beni özel olarak etkilemekle birlikte son dönem tüm dünyada ünlenen Güney Kore Sineması’na ilişkin düşündüklerimi yazmama da vesile oldu. Her şeyden önce şu soru aklıma geliyor; “Ne oldu da hakkında doğrudan çok, asılsız dedikodular duyduğumuz Kuzey Kore’yle sınır paylaşan Kore’nin kapitalist yarısından; doğrudan işçi sınıfını anlatan Parazit filmi tüm dünyada bu kadar duyuldu?” Sana neler oluyor dünya?
Parazit’i duymayan kalmadı. Türkiye’de aylarca sinemada gösterildi, yetmedi siyah beyazı gösterildi. Bir filmi sevdik mi tam seviyoruz. Aynı şey Dünyanın En Kötü İnsanı’nın da başına geldi. Aylarca Başka Sinema’da yeniden seçkiler içine girdi, sürekli bir bahane bulundu, gösterildi. Hadi, Dünyanın En Kötü İnsanı “aşk filmi” diye bu kadar sevilmiş olsun, ki aşk filmiyle pek alakası olduğunu düşünmüyorum ama öyle görülmüş olabilir. Peki, Parazit?
Dünyada da Türkiye’de de son birkaç yıldır kapitalizmin dikiş tutmayışına ilişkin filmler yapılmaya başladı. İşçi sınıfının dertleri, birbirinin kuyusunu kazma, esas düşmanı görememe gibi meseleleri sinemada yeniden konuşmaya başladık. Uzun bir aradan sonra sinema yeniden toplumsal meselelere yöneldi. Henüz bireysel hikâyeler üzerinden yalnızca sorun saptıyoruz. Çözüm önerimiz yok, büyük hayaller kurmuyoruz. 90’lı yıllardan beri Türkiye Sineması’nın üstüne sinen ve gittikçe de suyu çıkan karanlık, varoluşçu, bireysel hikâyeler son yıllarda özellikle genç yönetmenlerle değişime uğrar gibi. Hiç değilse daha gerçek sorunlar anlatılıyor. Dediğim gibi henüz sorunları saptıyoruz, aile üstüne düşünüyoruz bol bol. Doğrudan düzeni karşına almayınca önce seni büyüten aileden, Freud’dan başlamak gerekiyor tabii. Kore’den bahsediyorduk, Türkiye Sineması’nda kaybolduk.
Asya ve Küçük Şeyler
Son yılların bir diğer iyi Kore filmi Şüphe’ydi. Şüphe’nin sınırda bir dans sahnesi de vardı, hatırlarsınız. Sosyalist Kore’ye bakan kapitalist Kore’nin yoksul insanlarını (ve zengin “arkadaşlarını”) kendilerinden geçerken izlemiştik. Yine düzen eleştirisi yapan, sınıfsal tabanlı bir Asya filmi Arakçılar’la aynı sene gösterime girdiğini de hatırlayalım. Şüphe de Park Chan-wook’un filmleri gibi sürükleyici, iyi dizayn edilmiş bir senaryo örneğiydi. Senaryonun dünyada tanınan yazar Murakami’nin kitabından uyarlama olduğunu da bu noktada belirtmek gerekiyor. Parçalar birbirinin içine çok iyi otururken detaylar, küçük objeler hikâyenin birleştirici unsuru oluyordu. Tam olarak aynı cümleyi Ayrılma Kararı için de kurabilirim. Bunun üzerine kapsamlı biçimde okumak lazım o yüzden biraz bol keseden olacak ama Uzak Asyalıların küçük objelerle kültürel olarak bir ilişkisi mi var acaba? Yine Asyalı bir yönetmen olan Wong Kar-wai bu işin kitabını yazar zira. Objeler, takıntılar, insanları birbirine bağlayan küçük cümleler, ananas konserveleri…
“Asya Sineması” dendiğinde aklıma ne Tokyo Story ne Kurosawa geliyor, doğruyu söylemek gerekirse. İlk aklıma gelen Wong Kar-wai ve oradan buradan topladığı küçük objeler oluyor. Sinema, detaylar için üretilmiş bir sanat bana kalırsa. Çünkü kocaman bir tablonun (perde) içindeki her şeyi yaklaştırma imkânımız var. Bir yakın plan, daha da yakın plan, filmin ortasında aynı detaya bir kez daha yakın plan… İstediğimiz her detayı ön plana çıkarabiliriz. Sinema görselin imkânlarının sınırsız olduğu bir noktaya ulaştı. Asya Sineması’nın detaycı, iyi kurgulanmış, karmaşadan uzak, minimal oyunculuklu filmleri beni günlerce üstüne düşünecek kadar etkiliyor. Ünlü Chan-wook filmi İhtiyar Delikanlı’yı izlemeyen yoktur, Ayrılma Kararı da detaycılığıyla, Akdeniz’in denizine hiç benzemeyen deniz metaforlarıyla kaçırılmayacak bir başka Park Chan-wook filmi. Ayvalık Uluslararası Film Festivali’ne sırf bu filmi perdede izleme imkânı bulduğum için bile teşekkür edebilirim.