EXTINCTION – THE FACTS: Ümitvar bir uyarı
Küresel ısınma, çevre sorunları dendi mi onlarca yıldır akla gelen ilk şey. Üzerine ciltlerce kitap yazıldı, sayısız seminer yapıldı, uluslararası anlaşmalar imzalandı, imzalamayan devletler kınandı ama bu sorun hâlâ aşılmış değil. Üstüne üstlük, son yıllarda, gezegenimizin geleceğine dair tek sorunun bu olmadığını öğrendik. Önce küresel ısınma kavramı, ‘iklim krizi’ olarak genişledi; sonra, nüfus artışının doğurduğu tehlike gündeme geldi. Bu arada Dünya gezegeninde yaşayan canlı türlerinin soyunun tükenmesi, yani ‘yok oluş’ da büyük bir tehlike olarak ufukta belirdi. Bu öyle büyük bir tehlike ki ortaya Yokoluş İsyanı diye radikal bir örgüt bile çıktı… Ama bu başka konu. Şimdi bu yazıda konumuz, bize yok oluş sorununa, türlerin neslinin tükenmesine dair olguları ve gerçekleri anlatan bir belgesel.
BBC Earth’ün Eco Season serisi kapsamında, 3 Mart akşamı, saat 21.25’te ekranlara gelecek olan bu belgeselin adı Extinction: The Facts. Türkçe söylersek; Yok Oluş: Olgular. Büyük İngiliz doğa tarihçisi ve televizyoncusu Sir David Attenborough’un yok oluş krizini araştırdığı bu yapım, sadece sorunları tespit etmekle kalmıyor aynı zamanda 94 yaşındaki bu büyük ustayı bile endişeye sürükleyen soruna dair çözüm önerileri de sunuyor. Evet, derhal bir şeyler yapmazsak dünya üzerindeki milyonlarca bitki ve hayvan türü bir daha dönmemek üzere yok olabilir; ancak, “bir şeyler yapmazsak”, yani yapacak bir şeyler hâlâ var. Yok oluş krizinin yegâne sebebi insanların yapıp ettikleri; okyanusları ve nehirleri kirletmek, avcılık falan filan… Demek ki bu türleri yok oluştan yine insanlar pekâlâ kurtarabilir.
Türkiye’de ilk defa gösterilecek Extinction: The Facts belgeselinde, Sir David Attenborough işte bunlara değiniyor. Buna da, geçen yıl Birleşmiş Milletler desteğiyle yapılan bir araştırmanın sonuçlarını ortaya sererek başlıyor. Beş yüz bilim insanı tarafından yapılan bu araştırmaya göre, dünyanın biyoçeşitliliği insanlık tarihinde görülmedik ölçülerde yok oluyor. Öyle ki bir milyon canlı türü, neslinin tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Bu, korkunç bir sayı. Her canlı türünün nesli bir gün tükenebilir, bu evrimsel bir süreçtir; ama bugün, araştırmaya göre, türlerin yok oluşu evrimin gerektirdiğinden yüz kat daha hızlı gerçekleşiyor. Bu kadar türün aynı anda ve böylesine bir hızla yok oluş tehlikesiyle karşı karşıya kalması, insanın kendi kendine verdiği büyük bir ceza. Sir David Attenborough, Extinction: The Facts belgeselinde bizi bu gerçekle yüzleştiriyor. Bir yandan bilim insanları durumun vahametini bize izah ederken, bir yandan yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığımız biyoçeşitlilik gözlerimizin önüne seriliyor.
Bay Attenborough’un burada yapmaya çalıştığı esas şey ise, uyarmak. Bu yüzden, üzüleceğiniz ve canınızı sıkacak görüntülere rast geleceksiniz Extinction: The Facts belgeselinde
Burada, ben bu kadar konuştuktan sonra, şu soruyu sorabilirsiniz: “Bu belgeseli niçin izlemeliyim?” Nihayetinde ortada gezegenimizde yaşayan başka canlı türlerinin geleceğine dair bir kriz olduğunun farkındasınız. “Yüz kat, bir milyon… Böyle sayılara boğulmak bana ne katacak?” diyebilirsiniz. Demeyin. Çünkü belgesel işinin pîri olan Sir David Attenborough, Extinction: The Facts’te bizlere yalnızca birtakım sayılar sunmakla kalmıyor ve yok oluş krizinin biz insanların yaşamını nasıl etkileyeceğini (hatta halihazırda etkilediğini) son derece pratik örneklerle gösteriyor. Görünce iğrendiğimiz, bazen kaçtığımız, belki de hemencecik öldürdüğümüz böceklerin yok olmasının bizler için ne kadar korkunç bir şey olduğunu biliyor muydunuz? Ya topraktaki biyoçeşitliliği oluşturan, belki varlığından haberdar bile olmadığımız birtakım canlıların neslinin tükendiğini ve bunun bitkilerin büyümesini olumsuz etkilediğini? Belki biliyordunuz, kulağınıza çalınmıştı… ama Sir, Extinction: The Facts belgeselinde bunu tüm önemli detayları ve çıplaklığıyla karşınıza çıkarıyor. O zaman durup düşünüyorsunuz; “Yanlış giden bir şeyler var,” diyorsunuz, “bir şeyleri yanlış yapıyoruz.”
Extinction: The Facts belgeselinin önemi tam da burada ortaya çıkıyor. Bay Attenborough’un diğer çalışmalarına aşinaysanız, gezegenimizin biyoçeşitliliğine dair muhteşem manzaralar sunduğunu bilirsiniz. Bu açıdan eleştirilere de maruz kalmıştır. Bay Attenborough’un burada yapmaya çalıştığı esas şey ise, uyarmak. Sizleri, bizleri, tüm insanları uyarmak. Bu yüzden, üzüleceğiniz ve canınızı sıkacak görüntülere rast geleceksiniz Extinction: The Facts belgeselinde. Öyle korkunç manzaralara da lüzum yok; mesela bir kuzey beyaz gergedanının yalnızlığına tanık olmak bile, bu gezegeni seven bir insansanız, sizi sarsacak. Belki biliyorsunuzdur, onlardan dünyada yalnızca iki tane kaldı. Ne yazık! Belgeselde konuşan Kenyalı çevreci James Mwenda, “Onlara ihanet ettik,” diyor; bu, özet niteliğinde bir itiraf.
Extinction: The Facts, bu ihaneti anlatıyor bize ama ümitvar biçimde. Yaptığı tüm uyarılar, daha güzel bir gelecek ve gezegen ümidini de içinde barındırıyor. Bay Attenborough ve belgeselde mikrofon uzattığı bilim insanları, çevreciler bize hâlâ ümit olduğunu anlatıyor. Bu açıdan Extinction: The Facts, bir aktivist tavrına sahip bir belgesel. Belki geleneksel belgesel kurgusundan, o üsluptan kopmuyor ama içerik bakımından kendine has bir dili var.
Sir David Attenborough’un Extinction: The Facts belgeseli, 3 Mart akşamı 21.25’te BBC Earth ekranlarında izleyiciyle buluşacak. Türlerin yok oluşuna dair gerçeklerle yüzleşmek ve ümidin nerede yattığını öğrenmek isterseniz, son zamanlarda çıkan en önemli belgesellerden olan bu yapımı ıskalamayın!
Eco Season serisi, Eco Feast ile kapanıyor
BBC Earth’ün Eco Season serisi, 6 Mart’a kadar devam ediyor. 3 Mart günü izleyiciyle buluşacak olan Extinction: The Facts belgeselinin ardından, 6 Mart günü saat 22.20’de serinin son belgeseli olan Eco Feast (Eat to Save the Planet), izleyiciyle buluşuyor.
Eco Feast’in epey ilginç ve gündelik yaşamımızı doğrudan ilgilendiren bir konusu var. Bu yapımda, bir grup ünlü isimle beraber yeme alışkanlığımızın dünyayı nasıl mahvettiğini keşfediyoruz. Ünlü isimler, çeşitli yemekler seçiyor ki bunlar hep masalarımızda gördüğümüz, afiyetle yediğimiz yemekler. Sonra, bu yemeklerin ne kadar karbon ayak izine sebep olduğunu öğreniyoruz. Yani, mesela, somon balığı; eminim, birçoğumuzun en sevdiği deniz ürünlerindendir ama ne yazık ki fena halde kötü bir karbon ayak izi var(mış).
Eco Feast, “Gezegeni kurtarmak için ne yemeli?” sorusunu eğlenceli bir konsept dahilinde sunuyor. İzleyiciye parmak sallamıyor ve sanırım bu yüzden etkili bir yapım. Etkili olduğuna eminim çünkü belgeseli izlerken, üzerinize afiyet, dana eti yiyordum ama lokmalar boğazıma takıldı; meğer dana eti de, ineklerin midesi fazlaca metan gazı ürettiğinden, yüksek karbon ayak izine sahipmiş ve haliyle çevreye epey zararlıymış.
Hangi yemeklerin çevreye zararlı, hangilerinin gezegenimizin geleceği için daha sağlıklı olduğunu keyifli bir şekilde öğrenmek isterseniz Eco Feast’i kaçırmayın derim.