Furiosa: A Mad Max Saga | George Miller’ın Medeniyet Tasavvuru, Genişleyen Bir Mitoloji ve Kadın Direnişi

 Furiosa: A Mad Max Saga | George Miller’ın Medeniyet Tasavvuru, Genişleyen Bir Mitoloji ve Kadın Direnişi

George Miller’ın Mad Max serisi, sinema tarihindeki kilometre taşlarından biri. Nükleer savaşın yaratacağı çürüme çağını, kitlesel yok oluşu, toplumsal çöküşü ve distopik yeni dünyanın tehlikelerini işaret eden Mad Max serisi, popüler kültürün de ikonik simgeleri arasında.

Furiosa: A Mad Max Saga filminin fragmanını izlemek için buraya tıklayabilirsiniz.

1979’da başlayan bu çılgınlık destanı 1980’li yılları kasıp kavurmakla kalmadı, arkasından gelen birçok bilimkurgu/aksiyon yapımını etkiledi ve Mel Gibson’ın kariyerinde de çok önemli bir sıçrama sağladı. Hatta Mad Max efsanesi, Fallout gibi oyun dünyasını değiştiren post-apokaliptik yapımlara da ilham verdi ve kendi mitlerini yaratmalarını sağladı.

1985’teki Mad Max Beyond Thunderdome’dan 30 yıl sonra vizyona giren ve başrollerinde Tom Hardy ile Charlize Theron’un yer aldığı Mad Max: Fury Road ise 2010’lu yılların en iyi filmlerinden birisi olarak aksiyon sinemasında yeni bir doruk olmayı başardı.

Doğrusu George Miller, çorak topraklardaki deliliğin dozajını Fury Road ile artırdı ve Mad Max serisine de yeni bir yön çizdi. Fury Road ile orijinal üçlemenin sınırlarını genişleten George Miller, punk ile heavy metal ruhunun şekil verdiği sinematografik bir şölene imza attı.

Tabii Fury Road’un bir başyapıt olmasını sağlayan unsurlar; prodüksiyon tasarımı, dijital efektler yerine pratik efektlere dayalı nefes kesen planlar, göz alıcı koreografiler, ses miksajı ve kurguydu. Zaten film, bu alanlarda da Oscarları ezip geçti. Ancak Fury Road sadece teknik ayrıntıları nedeniyle özel bir film değildi. 

George Miller; Fury Road ile yol savaşçısı ve antikahramanı Max Rockatansky’nin yanına “Imperator Furiosa” karakterini eklemiş, erkek türü olarak anılan bilimkurgu/aksiyon sineması içerisinde feminist bir anlatı inşa etmişti. Seks kölesi ve damızlık olarak kullanılan kadınları özgürlüğüne kavuşturan Furiosa da Mad Max miti içinde kendi efsanesini yaratmıştı.

Mary Shelley’den Günümüze Kitlesel Yok Oluş, Erkek Egemen Çoraklık ve Post-Apokaliptik Çılgınlık

Aslına bakılırsa distopik ve post-apokaliptik eserler, doğa üzerinden politik ve felsefi çıkarımlar yapmaya olanak sağlar. Kıyamet sonrası eserlerde medeniyetimizin gelişim aşamaları ve gittiği yön tarihsel bir perspektif aracılığıyla sunulur. Hatta bu türün geçmişi Romantik Dönem’e ve Viktorya Dönemi’ne kadar uzanır.

Gotik edebiyatın klasiklerinden biri olan Frankenstein’ın yazarı Mary Shelley‘nin The Last Man (Son İnsan) isimli romanı bir veba salgınının insanlığı yok edişini konu alır. Anarşist fikirleri ve radikal kalemiyle yaşadığı çağın ötesinde olan Mary Shelley’nin bu eseri, apokaliptik romanın da ilk modern örneği olarak kabul edilir. 

Mary Shelley’den günümüze kadar uzanan apokaliptik tür, sadece edebiyat ya da felsefe ile sınırlı kalmamış, tasarım ve sanat gibi alanları da etkisi altına almıştır. Tematik ve kurgu olarak birçok açıdan benzeşim gösteren eserler, insanlığın varoluş ile kitlesel yok oluşa duyduğu merak dolayısıyla büyümüştür. 

George Miller, Max Mad Fury Road setinde
George Miller, Max Mad: Fury Road filminin setinde

George Miller’ın Mad Max serisi de tekno-endüstriyel uygarlık sonrasındaki geleceğe dair alegorileri, aklın yitimini ele alış biçimi ve fetiş araçları ile tür içinde özel bir yere sahiptir. Mad Max evreni, petrol, su, gıda gibi kaynakların kıtlaştığı nihilist bir çoraklıktan oluşur. Özellikle petrol, hayatta kalanları ilgilendiren, yaşamlarını şekillendiren ve meta haline gelen kapitalist bir iktidar nesnesidir. Bu kaynağı kontrol eden güç, iktidarı da kontrol eder. 

Bu erkek egemen çoraklık içindeki hayatta kalma mücadelesi de tek geçerli mücadeledir ve bu cehennemi andıran çürüme, saf sinematik bir üslupla anlatılır. Ailesi motorlu bir çete tarafından öldürülen Max Rockatansky ise bu evrendeki antikahramandır, ettiği intikam yemini de “vigilante” arketipini belirler.  

İlk üç filmde kahramnın yolculuğu doğrultusunda Max’in hikayesi sosyopolitik temsiller ile ele alınır. Fakat George Miller, Fury Road ile yarattığı mitolojideki anlatıyı değiştirir, Max’i yan role kaydırır ve zamanın ruhuna uygun biçimde bir kadın hikayesinin peşine düşer. 

Furiosa: Güçlü Kadın Kahraman, Bir İntikam Senfonisi ve Cezalandırılan Ataerkillik

Açıkçası günümüzdeki fenimizm odaklı anlatılar, güçlü kadınlara dair imgeler ya da söylemler oluştururken tarihsel ve kültürel arka planları doğru kullanmak zorunda. Tam da bu doğrultuda George Miller, Furiosa karakterini ataerkil sistemin dayattığı ideal kadın imgesinin dışına taşırır, bunu da beden ile oynayarak yapar. 

Furiosa’yı mekanik aksamlı bir kolu olan, saçlarını kazıyan, yüzünü siyah boya ile kaplayan, sert, amansız ve karizmatik bir savaşçı olarak görmemiz boşuna değildir. Bu nedenle Furiosa, olabildiğince kadınsı çizilen “Lara Croft” gibi benzerlerinden ayrışır.

Zaten Mad Max evreninde kadın bedenini de üzerinde tahakküm kurulan ve metalaştırılan bir araç olarak görürüz. Sistemi kontrol eden tiran “Immortan Joe” soyunun devam etmesi, kendisine sağlıklı, güzel çocuklar verilebilmesi ve militarizmi temsil eden War Boys (Savaş Çocukları) tarikatının büyümesi için kadınları damızlık olarak kullanır.

Furiosa

Ancak Immortan Joe’nun kalesine çocukken köle olarak getirilen Furiosa, zamanı gelince kaledeki eşleri de yanına alarak kaçar. Sonrasında ise boyunduruk altına alındığı sistematik ataerkilliğe savaş açar.

İşte, Furiosa: A Mad Max Saga hem bu savaşın oturduğu zemini kurumsal olarak detaylandırıyor hem de mitolojinin genişlemesini sağlayarak Max’in yerini alan protagonistinin hikayesini geliştiriyor. Dolayısıyla Fury Road’da izlediğimiz birkaç günlük hikaye, A Mad Max Saga’da yıllara yayılıyor. 

Elbette Furiosa karakterinin Charlize Theron ile özdeşleştiğini ve bu görüngünün de kafaları biraz kurcaladığını kabul etmek gerekiyor. Hatta George Miller’ın Furiosa: A Mad Max Saga için Charlize Theron’u Martin Scorsese’nin The Irishman filmindeki gibi gençleştirme teknolojisi kullanarak gençleştirmeyi düşündüğü de biliniyor.

Amma velakin George Miller, şu anda kullanılan mevcut teknolojinin bunun için yeterince iyi olmadığına karar veriyor ve bu fikirden vazgeçiyor. İyi ki de vazgeçiyor, çünkü Anya Taylor-Joy’un karakteristik yüzü, kararlı duruşu ve kendine has gizemi karaktere harika oturuyor. 

Ayrıca filmde “Dementus” karakterini canlandıran ve kötü adam olarak izlediğimiz Chris Hemsworth de çok iyi iş çıkarıyor. Doğrusu Chris Hemsworth’ün oyunculuğunu sergileyebileceği ve kendisine alan açılacak böylesi bir role fazlasıyla ihtiyacı varmış. Furiosa ile kurduğu ilişki, Immortan Joe’ya başkaldıran çeteci motivasyonu ve filmin sonundaki cezalandırılma sekansı anlatıda çok önemli bir yere oturuyor.

Bunun yanı sıra George Miller’ın bu filmde Mad Max yerine bir Mad Max klonu kullanma fikri de çalışıyor. “Praetorian Jack” olarak izlediğimiz karakter de Furiosa’nın gelişimine duygusal olarak önemli bir katkı sağlıyor.

Lakin Furiosa: A Mad Max Saga’daki CGI (bilgisayar tabanlı görüntü) kullanımı göze çarpıyor. Bu konuyla ilgili George Miller’ın Fury Road ve Furiosa’yı arka arkaya çekmek istediği de biliniyor. Hatta bunun sebebi de Mad Max’in vahşi evreninin olabildiğince uyumlu tutulmak istenmesiydi. Fakat filmin ön hazırlık süreci uzadı ve devamında tüm paradigmayı değiştiren pandemi yaşandı. Hollywood’daki tarihi yazarlar ve oyuncular grevi de süreci olumsuz etkiledi.

Bu nedenle filmin yapımı ve post prodüksiyonı Fury Road’dan daha farklı. Bu açıdan Furiosa: A Mad Max Saga’da kullanılan CGI’lar da daha sakil, bunu kabul etmek gerekiyor. Yine de bu durum makro evren inşasına, delilik dolu aksiyon planlarına ve koreografilere zarar vermiyor. 

Sonuç olarak George Miller’ın vizyonu ve tasarım dehası sapasağlam yerinde duruyor. Furiosa: A Mad Max Saga, kaderine razı olmayan güçlü kadın kahramanının mitik bağlamlarını açıyor ve coşkulu bir intikam senfonisi sunarak yılın en iyileri arasına girmeyi başarıyor. 

Orçun Onat Demiröz

Lisans öğrenimini 2010 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinde tamamladı. Akabinde yüksek lisans için Viyana’ya gitti ve 4 yıl kadar Avusturya’da yaşadı. 2015 yılında Türkiye’ye döndü ve çeşitli kültür/sanat dergilerinde, eklerde, bloglarda yazarlık yaptı. Aynı zamanda birçok ajansta da metin ve içerik yazarı olarak çalıştı. Hayatına yazar, yorumcu ve DJ olarak devam ediyor.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir