Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Jeff Daniels: Looming Tower ve Newsroom’daki Karakterler, Tekrar Oyunculukla İlgilenmeme Yol Açtı
[highlight]The Newsroom ile başlayıp şimdilerde The Looming Tower ile devam eden bir çıkış… Salak ile Avanak ve benzerlerine rağmen üstelik. O, geçmişe takılmıyor, utanmıyor da, 40 yılın sonunda tüm tecrübesini yanında taşıyor. Artık rol seçme özgürlüğüne kavuşmanın mutluluğunu yaşayan son dönemin popüler oyuncularından Jeff Daniels, “The Looming Tower ve The Newsroom‘da canlandırdığım karakterler, tekrar oyunculukla ilgilenmeme yol açtı,” diyor…[/highlight]
Çeviri: Sena Özkurt
ABD’li gazeteci/yazar/senarist Lawrence Wright’ın Pulitzer Ödüllü aynı adlı kitabından uyarlanan The Looming Tower, uzun süredir merakla beklenen dizilerdendi. Dünyayı ve özellikle ABD ve istihbaratını 11 Eylül saldırılarına götüren süreç ve El Kaide’i anlatan kitabın uyarlamasında başrolde Jeff Daniels’ı izliyoruz. Hulu’nun The Handmaid’s Tale‘den sonra ikinci büyük işi sayılabilecek 10 bölümlük dizi, şubat sonunda başladı. Dizide Daniels’ın yanı sıra Peter Sarsgaard, Bill Camp ve Wrenn Schmidt gibi isimler rol alıyor…
The Looming Tower, Amerikan toprağına olası bir saldırıyı engellemeye çalışan FBI ile CIA içinde 90’lı yılların sonunda ortaya çıkan farklı görüşlere ve hesaplaşmaya odaklanıyor. FBI ajanları John O’Neill (Daniels) ve onun öğrencisi rolündeki Ali Sofan (Tahar Rahim), Martin Schmidt (Peter Sarsgaard) yönetimdeki CIA’den destek yerine köstek görüyor. 11 Eylül trajedisine doğru ilerlerken iki kurum arasındaki rekabet, gün yüzüne çıkıyor.
Şimdi derin karakterinin altından yine başarıyla kalkan Jeff Daniels’e kulak verelim. Aktör, hikâyenin gücünü, The Newsroom dizisinin kariyerine etkisini ve oyunculuğa ilgisinin tekrar nasıl arttığını anlatıyor…
“The Looming Tower”ın çok zeki ve güçlü bir öyküsü var, sanıyorum ki bu diziye olan ilginizi artırmıştır. Sonuçta böyle hikâyeler çok zor bulunuyor…
Evet. The Newsroom, Godless ve şimdi de The Looming Tower. Hepsi güçlü hikâyeler. Yazarlar artık daha önemli olmaya başladı ve yazarlara artık daha fazla yaratıcılık imkânı ve daha fazla zaman sunuluyor. Bu dönem, zorlayıcı işlerde çalışmak isteyen biz oyuncular için çok iyi bir zaman. Benim için de öyle…
Arada çok proje teklifi geldi mi yoksa sadece şansınıza göre mi karar verdiniz?
The Newsroom‘dan sonra herkes farklı bir yöne doğru ilerledi. Herkes benim için “O zeki ve karışık karakterleri canlandırabiliyor,” diyordu. Scott Frank ile 10 yıl önce çalışmıştım ve bu da Godless‘a giden yolu açtı. Görünüşe göre, karmaşık karakterleri canlandırabiliyorum.
“Rol seçme özgürlüğünü elde etmem, 40 yılımı aldı”
İnsanlar iyi olduğunuzu fark edemiyor muydu?
Eh, 10 yıl önce Dumb and Dumber‘ı (Salak ile Avanak) yaptığımda, “Onun çapı bu kadar,” diye düşündüler. Ancak The Newsroom sonrası istediğim rolleri seçebilecek hale geldim. Bu neredeyse 40 yılımı aldı. Yapmak istediğim işi seçme özgürlüğümün daha iyi hale gelmeme yol açacağını sanıyorum ama tabii bu çok da zorlayıcı bir şey, umarım altından kalkabilirim.
En başarılı olduğunuz işlerinizin televizyonda karşınıza çıkmasına şaşırdınız mı?
Evet, şaşırdım ama düşünürseniz, içeriğe ihtiyaçları var. Artık çok fazla dizi çekiliyor ve en azından benim tecrübelerime göre, yapımcılar oyunculara oyuncu olmaları için zaman ve imkân sağlamaya gönüllüler. Aynı 70’lerin Dustin Hoffman, Robert De Niro, Jane Fonda, Robert Redford zamanları gibi. Tüm o insanlar ve yönetmenler, stüdyoların izin verdiği ölçüde iş yapabilmişti. Şimdiyse iyi yazar önemli. Godless, 2 saatlik bir senaryoydu ve gerçekten yapmayı arzuluyorlardı ama bunun için 6-7 saate çıkmak istiyorlardı. Bu çok olağandışı ve bunu izlemek isteyen bir izleyici kitlesi var. Eminim bu tür senaryoları yazmak için de dikkat edilmesi gereken belli konular vardır. Bu, çok fazla kişiye ulaşabilecek, formüllere dayanan büyük bir film yapmaya göre daha zor. Daha tali işlere girmeniz gerekiyor ve bu da iyi bir şey çünkü geniş kitlelerin zaten yeterince izleyecek malzemesi var. Bu ve bunun gibi senaryolar için de beni tercih ettiklerini, bana güvendiklerini hissettim.
“The Newsroom”un kariyerinizi bu denli değiştireceğini tahmin etmiş miydiniz ya da hissetmiş miydiniz?
Böyle bir şeyi tahmin etmem mümkün değildi ama bir şekilde yardımcı olacağını biliyordum. Öyle bir noktadaydım ki, “Daha ne kadar bunu yapmaya devam etmek istiyorsun?” diye kendime soruyordum. Hiç istemediğim bir rolde, çok az paraya ve 10 milyon dolar kazanan 28 yaşındaki birinin yanında olduğum filmlerde mi rol almak istiyordum? Gerçekten bunu yapabilecek miydim? Hiç sanmıyordum… Ve sonra, Aaron Sorkin aradı. The Newsroom‘da canlandırdığım Will McAvoy karakterinin The Northwestern Üniversitesi’nde ABD’nin neden muhteşem bir ülke olmadığına dair yaptığı konuşma, en az 30 yaşındayken Woody Allen’ın The Purple Rose of Cairo (Kahire’nin Mor Gülü) filmine seçildiğimi öğrendiğim an kadar önemliydi. Her ikisi de eşit derecede kariyerimi etkiledi. O monolog gerçekten de harikaydı, benden veya Aaron’dan daha uzun süre yaşayacak. 50 yıl sonra YouTube’u açtıklarında da orada olacak. Bunu tahmin etmemiştim. Emmy kazanacağımı da tahmin etmemiştim. Hatta insanlar, “Somonun tadını çıkar,” demişti ve HBO yapımcıları eğlenmek için gitmemi istemişti. Ödülü kazandığımda herkes şoke olmuştu.
“The Looming Tower”, çok iyi yazılmış bir dizi”
Peki “The Looming Tower”ın hangi yönü sizi etkiledi?
Yetenekli insanlarla birlikte çalışacağım, mümkünse Netflix, Hulu ve Amazon gibi platformlarda yayınlanacak zorlayıcı bir rol arıyorduk. İlk bölümü okudum ve çok iyi yazılmış olduğunu düşündüm. Hiçbir formülü yoktu ve bu karakterin kim olduğunu bilmiyordum. Daha sonra karakteri hikâyeyle bağdaştırarak ortaya çıkardım. Konudan dolayı ciddiye alınması gereken bir işti ve bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum ve eğer başta ne yapacağımı bilmiyorsam genelde giriyor, sonuna kadar okuyorum eğer yapabilirsem, “Kamerayı çalıştırın, aynısını yapacağım,” diyorum. Bundan da çok çabuk sıkılabiliyorum. Zorluğu da burada. Sonra hikâyenin içine daha da girmeye çalışarak dizinin uyarlandığı kitabı okudum. Hikâyeyi daha önce de duymuştum ve okurken hikâyenin tamamlanmasına sebep olan ayrıntıları da öğrenmiş oldum. Bu adam, hikâyenin her yerinde mevcuttu ve bu yüzden de onu canlandırmanın eğlenceli olacağını düşündüm. Bu her zaman bir risk, her zaman çakılmayacağınız umuduyla, adeta bir uçurumdan kollarınızı açarak atlamaya benziyor.
Bütün dizi boyunca da zorlayıcı bir karakter olmaya devam etti mi?
Evet çünkü her konuda belli bir derinliği vardı, sadece eşi veya sevgilileri olayları da değil, yaptığı iş, söyledikleri, Bin Ladin olayı ve CIA’e karşı direnişi…. Yaptığı her şeyde belli bir derinlik vardı, yani benim aksime! Bu derinlikten kastım, savaştığı şey, özellikle günümüzde. Bu kadar basit değildi. Sadece replikleri ezberleyip evden çıkıp makyaj masasına oturmak gibi bir şey değil. McAvoy da kesinlikle öyleydi. Beni gençleştirdi ve tekrar oyunculukla ilgilenmeme, oyunculuğa devam etmeme sebep oldu.
“40 yıl boyunca öğrendiklerimi yanımda taşıyorum”
“The Newsroom”dan “Godless”a ve “The Looming Tower”a geçiş yaparken, bir sonraki işinizin de bir önceki ile benzer kalitede olup olmayacağı konusunda endişelendiniz mi? Veya bir sonraki iş için heyecanlandınız mı?
Şu an o yönde gidiyor gibi, dolayısıyla hayır, endişelenmedim. Sanırım eğer gerçekten yapmak istediğinizi düşündüğünüz işi yapmıyorsanız, istediğiniz an çekip gidebilecek olmak rahatlatıyor. 10 yıl kadar önce tutkularımın peşinden bu kadar gitmiyordum. Şimdiyse 40 yıl boyunca öğrendiğim her şeyi yanımda taşıyorum. Eğer böyle bir şey istiyorsanız, harika. Bunu yapmaya devam etmek isterim ama işleri kovalamıyorum. Çeşitli insanlarla beraber yaptığım çeşitli kişisel projeler de var.
Aaron Sorkin’in yazdığı kelimelerle onun karakterlerini hayata geçirmekte ne kadar becerikli olduğunuzu kanıtladığınıza göre onunla başka bir işte tekrar çalışmak ister miydiniz?
Onunla The Newsroom ve Steve Jobs‘da çalıştığım için çok şanslıyım, yani evet çalışırdım. Aaron Sorkin’in karakterlerini canlandırabilecek bir oyuncu olmayı seviyorum. Onunla tekrar çalışmak için sabırsızlanıyorum. Diyalogları şiir gibi. Bütün iyi yazarlar da öyle oluyor. Neil Simon’la iş yaptığımı hatırlıyorum ve bana bir not yazarak “Sakın bir şeyi değiştirme,” diyordu. Bütün replikleri ezberlemeniz gerekiyor ve eğer aradan bir sözcüğü unutursanız, o sahnedeki şakanız işe yaramıyor, illa ki o kelimeyi söylemeniz gerekiyor. Aynı Tennessee Williams, David Mamet ve hatta Shakespeare ve onun dizeleri gibi. İyi yazılmış bir senaryonun kendi ritmi oluyor. Sorkin de öyle yazıyor. O ritmi bir kez buldunuz mu, dalgaya kapılıp gitmek gibi bir deneyim. Gerçekten çok iyi…
Kelimeler “The Looming Tower”da da önemli miydi?
Evet, hatta bu biraz daha zordu çünkü biraz daha polisiye tarzı bir dizi ve Arapça isimlerle neyin neden yapıldığıyla ilgili ayrıntıların verilmesi epey zorlayıcı ve uzmanlaşana kadar da epey bir duraksama yaşatıyorlar. Sorkin, The Newsroom‘da bana bu konuda epey yardımcı olmuştu. The Looming Tower‘ın repliklerini öğrenmekse pek kolay değildi. Bu senaryonun kötü olduğu anlamına gelmiyor, sadece bu tür şeyler, hayatımızda ilk kez duyduğumuz ve büyük ihtimalle bir daha hiç söylemeyeceğimiz şeyler fakat çekim sırasında mükemmel olmalıyız, sanki bütün hayatımız boyunca bu sözleri söylemişiz gibi. Bu John O’Neil gibi düşünmeyi ve onun gibi davranmayı gerektiriyor. Sonuçta onun hayatını canlandırıyorum.
Bunun zorlukları neydi?
Onun hayatına anında geçiş yapmam gerekiyor, çalışmam ve biraz da oynamam gerekiyor. Bu elbette ki benim günlük hayattaki halimden ya da yetiştiriliş tarzımdan çok farklı.
“Başkanımız aciz, Beyaz Saray’da kaos var”
Şu an bütün bunların neden olduğuna ve nasıl olduğuna dair daha farklı bir anlayışınız var mı?
Evet, CIA ve FBI arasındaki iletişimsizlik, önemli bilgilerin paylaşılmaması ve John O’Neil’ın maruz kaldığı bir karşı direniş. Bunun bir sebebi de mesajı nasıl ilettiği… O zaman da şaşırtıcıydı, şimdi daha da kötü. Başkanımızdaki acziyet ve Beyaz Saray’daki kaos ortamından dolayı insanlar, sanki diğer bütün insanlar çok az sesini çıkarmış ya da hiç karşı koymamış gibi düşünüyorlar. Şu an olanlar bir Orwell distopyası gibi. Adilik, tartışmalar, sırf birinden hoşlanmıyorsun diye onunla bilgi paylaşmamalar ve bunun gibi araya giren bir sürü olay, 11 Eylül Saldırıları’na yol açtı. Doğru olanı yapmaya çalışan fakat baskı altında olan bir sürü insan vardı. İhtiyacımız olan şey doğru, güçlü, mantıklı, düşünceli ve özenli bir liderlik. Dünyanın bütün büyük liderleri bu özelliklere sahipti; onlar kesinlikle deli değildi…
Collider’dan derlenmiştir…