Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
‘True Detective: Night Country’nin Yıldızı, Efsane Oyuncu Jodie Foster, Episode’un Sorularını Yanıtladı
True Detective’in 4. sezonunda doğaüstü gizemleri ortaya çıkarmakla görevli dedektif rolündeki etkileyici performansıyla bizi kendisine bir kez daha hayran bırakan Jodie Foster ile buluşmak heyecan vericiydi. Aktris ve film yapımcısı Jodie Foster, 90’lar Hollywood’unda erkek egemenliği en üst seviyedeyken çekiciliğiyle değil de kadın gücünü gösterdiği filmlerle zirvedeydi. Jodie Foster’ın The Accused (1988), Silence of the Lambs (1991), Contact (1997), Panic Room (2002) gibi yüksek gişe filmlerinden sonra True Detective’in Lin Denvers’ını oynaması çok şaşırtıcı değil.
Jodie Foster’ın yanı sıra dünya boks şampiyonu, aktivist oyuncu Kali Reis’in de aralarında bulunduğu yetenekli bir oyuncu kadrosuyla başlayan 4. sezon, büyüleyici hikâyeye hayat veren yıldız oyuncu kadrosu sayesinde potansiyelini en iyi şekilde kullanıyor. True Detective’i en iyi suç antoloji programlarından biri yapan büyüleyici anlatılara, karakter gelişimlerine ve benzersiz stile tanık olmak heyecanlı.
Jodie Foster: “Biz bu yapıma büyük, uzun bir film olarak bakıyoruz”
Şu an sizinle birlikte olmak, sizinle konuşmak inanılmaz ve gerçeküstü. Hemen sormak istiyorum. Yeniden televizyon dizilerine dönmek nasıldı?
Aslında uzun zamandan beri televizyonda oyuncu olarak çalışmadığımı fark etmemişim. 1975! Bu uzun zaman önceydi. Ama biz bu yapıma büyük, uzun bir film olarak bakıyoruz. Yani bizim için bu sadece altı saatlik bir film. Özellikle böyle olduğunu düşünüyorum ki sinematik açıdan bu şekilde görmek kolay. True Detective’i zaten severdim, büyük bir hayranıydım. Aslında sanırım tüm seriyi üç kez izledim, o yüzden inanılmazdı benim için. Gerçekten bildiğiniz o menşein bir parçası olduğum için gururum okşandı ve kendimi çok şanslı hissettim. O harika bir karakter, biraz huysuz. Kendisini kasabaya bir türlü sevdirmiyor.
Liz Danvers’ı oynamak çok keyif vermiş gibi konuşuyorsunuz. Basından takip ettiğim kadarıyla bu rol en başta böyle yazılmamış. Senaryodaki değişiklikleri yönetmenle birlikte mi eklediniz?
Evet, karakterim başlangıçta bu şekilde yazılmamıştı. Bir çeşit karmaşanın içindeydi. Liz çok savunmasızdı, çocuğunu yeni kaybetmişti. Çok daha genç bir karakterdi ve kendi gerçeklerimi onun içine koyduğum anda bunu değiştirmeye başladım. Navarro ve Danvers’a bir tür tersine mühendislik yaptım ve tamam dedim. Diğer karakterin bir şekilde Navarro’nun yolculuğunu destekleyecek şekilde olmasına ihtiyacımız vardı ve bu çok eğlenceliydi. İçgüdüsel, ruhsal yanı olduğunu bildiğiniz ama onu bastırmakla çok meşgul olan ve bunun bir parçası olmak istemeyen biriyle şakalarının önemsiz olduğunu düşünen birini bulmak komik. İlk bölümleri izlediniz, biliyorsunuz; ister Tinder’la, ister fantezi futbolla, ister bildiğin oyunlarla olsun, tüm bunlar onu acısının gerçekliğinden uzak tutmak içindi. Sadece bunu bulmak bile çok eğlenceliydi. Sanırım Issa ve ben, 40 yaş üstü kadınlar olarak bunu gerçekten başardık.
True Detective Night Country’nin çekimleri İzlanda’da gerçekleşti. Önceki röportajlarınızdan bazılarını okudum ve orada çekim yapmanın her dakikasından keyif aldığınızı anladım. İzlanda deneyiminiz nasıldı? Eşsiz manzara ve kültür, dizideki performansınızı nasıl etkiledi?
İzlanda’yı çok sevdik. Çekim için harika bir altyapıya sahip, o büyülü manzaralar ve o kar. Ancak Reykjavik’in harika bir şehir olduğu ortaya çıktı. Harika gruplar, harika müzik ortamı, harika yemekler, sevdiğiniz her şey. Gerçekten bu maceraya atılan bir ailenin parçası olduğumuzu hissettik. Sıfırın altındaki sıcaklıklara hep birlikte göğüs gererek neredeyse Barış Gücü benzeri bir macera yaşadık. Alaska da muhteşem bir yer. Keşke orada çekim yapabilseydik ama imkânsız. Her şeyin helikopterle ya da uçakla getirilmesi gerekiyordu ve bu mantıklı değildi.
Bu sezonda gördüğümüz, dedektiflerin birlikte çalışması ve zamanla birbirini tanıması polisiye türünde sıklıkla kullanılan bir yöntem. Ancak True Detective aynı zamanda bu ikili polisiye anlatılara yeni bir yaklaşım da getirdi. Dördüncü sezonda ilk kez iki kadın dedektif gördük. Böyle bir dizinin yeni sezonunda iki kadının hikâyesini anlatma konusuna nasıl karar verildi?
Bu aslında dizi sorumlumuz, yazarımız ve yapımcımız Issa López’in işiydi. O harika bir yönetmen. Orijinal True Detective sezonunun tam tersini buldu ilk önce. Sıcak yerine soğuk, karanlık olacak, bilirsiniz, Kuzey Kutbu ve iki kadın. Gerçekten tamamen farklı bir evrenmiş gibi geliyor ama çok spesifik ve neredeyse zamansız. Aynı zamanda içine gömülü doğaüstü bir unsura sahip. Bunun harika bir fikir olduğunu düşündüm. Ben de geliyorum dedim.
Jodie Foster: “Farklı şeyleri oynamayı seviyorum. 60’lı yaşlarımdayım ve bu yaşta oyunculuk yapmaktan her zamankinden daha fazla keyif alıyorum.”
Danvers, efsanevi Kuzuların Sessizliği’ndeki Clarice Starling’den bu yana oynadığınız ilk polis karakteri. O zamandan beri bir polisi oynamamanızın herhangi bir nedeni var mı? Daha önce teklif edilmiştir diye düşünüyorum.
Bu çok farklı bir rol ama bazı açılardan biraz benzer. Evet, sanırım bu doğru. Kuzuların Sessizliği’nden bu yana gerçekten ilk kez polis oluyorum. Ben Clarice Starling’den çok farklıyım, biliyorsun değil mi, Clarice soğukkanlılığını ve onun normalliğini, iyi bir kız ve iyi bir öğrenci olmayı seven biriydi. Evet, neden onlardan uzak durduğumu bilmiyorum, sanırım karıştırmayı seviyorum. Farklı şeyleri oynamayı seviyorum. 60’lı yaşlarımdayım ve bu yaşta oyunculuk yapmaktan her zamankinden daha fazla keyif alıyorum. Büyülü 50’ler zorluydu. Bence 50’ler biraz kafa karıştırıcı. Biz her zaman 50 yaşında kadınlar olarak hâlâ kim olduğumuzu anlamaya çalışıyoruz. 60 ve sonrası, oynayacağım en ilginç karakterler olacaktı. Ayrıca üzerinizdeki baskı biraz azalıyor bu yaşlarda. Artık benim zamanım değil diyebilirsiniz.
Kendime sordum; peki, en tatmin edici ve en doyurucu ne yapabilirim? İşte o zaman diğer insanları desteklemenin ve bir takımın parçası olmanın önemi ortaya çıktı.
Jodie Foster: “Özellikle yerli halka, yerli kadınlara yönelik şiddet, yerli kadınları katletti.”
Kuzuların Sessizliği bir anlamda kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda bir klasik. True Detective konusuna geldiğinizde bu değişimden bahsetmek istiyorum. Çünkü True Detective bir anlamda tür değiştirdi. Şiddeti tasvir etme şeklimiz birçok yönden değişti ama aynı zamanda kadın düşmanı şiddet hakkındaki sohbete dahil ettiğimiz kişiler de değişti.
Evet. Bence Kuzuların Sessizliği bir bakıma bu dizinin vaftiz babası ya da büyük büyük büyükbabası. Ve bu yüzden bunun hakkında konuşmak gerçekten çok iyi. Kadına yönelik şiddet konusunda birinden diğerine gerçek bir kanal olduğunu hissediyorum.
Özellikle yerli halka, yerli kadınlara yönelik şiddet, yerli kadınları katletti. Bu bir gerçek. Bu gerçek bir sorun, hakkında konuşmak ve onu ele almak ne kadar zorsa gerçekten de konuşmak istediğimiz, var olan gerçek bir sorun. Ve bu sadece Alaska’da değil, ister Amerika ister Latin Amerika olsun, bu bizim kültürümüzün gerçekten tuhaf bir parçası. İki kadın dedektifi ekrana getirmek… Bunu neden daha önce düşünmediklerini bilmiyorum.
Cinayeti genellikle iki erkek polisin çözmesini nasıl görüyorsunuz? Ama burada cinayeti iki kadın çözüyor. Ve dizi boyunca Clarice ve Danvers’ın bir yerde, felsefi olarak bir yerde buluştuğunu düşünüyor musunuz?
Evet, sanırım Clarice ve Danvers oldukça farklı. Clarice büyüseydi Danvers’a dönüşeceğini sanmıyorum. Erkeklerin hâkim olduğu bir kültür, ister FBI ister Alaska polis gücü olsun, bundan belli bir kişilik ortaya çıkıyor. Her zaman başına bir şey gelen kişiyi, harekete geçen kişiyi oynadım. Birinin annesi, kız kardeşi, kız arkadaşı gibi rolleri oynayarak bir kariyer yapmadım. Ve bu sadece bunun başka bir uzantısı.
Çok merak ettim, 60’larım harika bir dönemdi ve birkaç yıl öncesine kadar film endüstrisinin eksikleri vardı, dediniz. Kadınların oynayabileceği ilginç senaryolar, özellikle artık başkasının kızını veya aşkını oynamayan kadınlar… Sektörün değiştiğini görüyor musunuz? Sizin yaşınızdaki kadınlar için daha ilgi çekici olduğunu düşünüyor musunuz?
Hâlâ çok fazla yok ama belki daha fazlası var. Artık daha fazlası var. Biliyorsunuz, iki tane varsa bu bir taneden daha iyidir. Belki bu, 60 yaşında meydana gelen kimyasal bir olay gibidir ve sanki vücudunuzdan geçen bir hormon gibidir, birdenbire bir hoşnutluk ve tatmin olur, oysa 50’lerimde daha önce pek çok şey vardı, kendimden nefret etme ve buna benzer şeyler. Neden olmayı umduğum kadar iyi değilim? Ve potansiyelimi ortaya çıkaramadım. Sanki eski benliğinizle yarışıyormuşsunuz gibi, hâlâ eski benliğinizin imgeleriyle savaşıyorsunuz. Ve kültürümüzün 50’li yaşlarındaki kadınlara getirdiği tüm o yüklerle, o kafa karıştırıcı anla hâlâ uğraşıyorsunuz. Bir şekilde 60 yaşına girdim ve her şey değişti. Hayatınızın başkalarına hizmet etmek için orada olduğunu fark etmekle, “orada olmakla” ilgili olduğunu hissediyorum. İlginçtir ki bu her şeyi değiştirdi.
True Detective çok karanlık bir dizi ama aynı zamanda İzlanda da çok karanlık bir yer. Peki, günlerinizi güzelleştirmek için sette ne yaptınız?
Zor değildi. Biliyor musun, futbol oynuyorum, gerçekten futbolu seviyorum. Ve o dönem futbol sezonuydu. Sadece Amerika’daki üyeliğimi İzlanda’daki televizyonuma nasıl taşıyacağımı bulmam gerekiyordu. Çok fazla futbol izledim ve tıpkı karakterim gibi fantastik futbol oynuyordum. Yani tanıdığım bütün yaşlı kadınlarla, 60 yaşın üzerindeki kadınlarla yarışıyordum. Aynı zamanda İzlandalılar da harika. Eğlenceyi severler. Ne zaman akşam yemeği için birinin evine gitseniz, biri şarkı söylüyor, herkes şarkı söylüyor, herkes resim yapıyor ve herkes dans ediyor.
Oben Budak’ın Jodie Foster ile gerçekleştirdiği bu özel röportaj, Episode Dergi’nin 54. sayısında yayımlanmıştır.