Röportaj: ‘Özür Dilerim’ Filminin Sevilen Oyuncuları İbrahim Büyükak, Oğuzhan Koç, Gizem Karaca
Özür Dilerim tam bir yaz kahkahası…
İbrahim Büyükak’ın yazıp yönetmen koltuğunda oturduğu Özür Dilerim, Disney+ Türkiye kataloğunda yerini aldı. Gişe filmleri başarısıyla komedinin hem kalem hem de oyunculuk olarak hikâye kurgusunu severek izlediğim Büyükak bu kez izleyiciyi bir deniz fenerinde bekçi olarak çalışan, borç içinde, 30’lu yaşlarında, asla hoşlanmayacağınız bir karakterle buluşturuyor. Hoşlanmayacağınız diyorum çünkü trajikomik hikâyesinde bu nasıl bir adam diye söyleneceğiniz unsurları mevcut. Filmde Oğuzhan Koç ve Gizem Karaca da başrollerde karşımızda.
Üçlümüzün tüm hikâyesi, çekiminden set hallerine, Karaburun renklerinden buluştuğumuz stüdyonun ışıklarına, film heyecanlarını ve Jiyan’ın gözünden görsel kimlikleriyle duygu akışlarını keyifle okuyacaksınız.
Disney+’ta yayınlanan Özür Dilerim filminin hikâyesi nasıl başladı? Bu filmin fikri nereden çıktı? Oradan başlayalım isterseniz.
İbrahim Büyükak: Aslında pandemide başladı. Pandemide artık sıkıntıdan lahmacun yapmaya başlayınca, “Ben kendi işimi yapsam daha güzel olur,” diye düşündüm (Gülüyor). Öncesinde abi-kardeş hikâyesi yazmıştım, 50 sayfa kadar. Yazdıktan sonra tam istediğim gibi olmuyor, hikâyenin bir gustosu yok diye düşündüm. Komiklik yapmaya çalışıyorsun hikâyesi gibiydi. Sonra bu hikâyeye bir derinlik katmak istedim. Özür dileme tetikleyicisi çok hoşuma gitti. Çoğu komedi filminde sert şeyler vardır ya, özür dilemek çok nahif, güzel ve temiz bir şey. O tetikleyici aklıma geldiğinde, “Bunun üzerine bir hikâye yazmak çok güzel olabilir,” deyip biraz onun peşine düşmeye başladım. Zaten öncesinde malzemem vardı. Orada Erkin ve Koray diye iki karakter kurmuştum. Filmde de zaten ben Erkin’i oynuyorum; Oğuzhan, Koray’ı oynuyor. Biraz da eski nişanlı hikâyesinin peşine düştük, o hikâyeyi çok sevdim. Herkes hikâyenin içine girdiğinde de hikâye daha fazla çeker. Gizem’le konuştuğumuzda, o zaman tarihi dizide oynuyordu, bana ata bindiği ve kılıç kullandığı çok fazla şey izletti. Bu arada da biz plajdayız. (Herkes gülüyor) “Bundan çok komik bir şey çıkar,” dedim. Hikâye Oğuzhan’ın da gelip bir şeyler katmasıyla gelişti. Aslında herkesin ruhu hikâyeye değdi ve hikâye böylece organik bir hale geldi.
Hikâyeyi oluştururken karakterleri kimlerin oynayacağını belirlemiş miydiniz?
İbrahim Büyükak: Belirlediğim Oğuzhan’dı. Oğuzhan’la biz en son Yol Arkadaşım 2’yi (2018) yapmıştık. Gizem’le ise tuhaf bir hikâyemiz var; Yol Arkadaşım 2’de Gizem bizimle görüşme -ye geldi ve görüşme bittiğinde, “Evet, Gizem Karaca, Yol Arkadaşım’da oynayacak,” dedim. O zamanlar yapımcımız olan Necati abi (Necati Akpınar) aradı; “Gizem Karaca’ya okey demişsin ama Gizem bir filmde oynamış ve bu film vizyona sizden 1 hafta önce girecek,” dedi. Kader bizi orada ne kadar yaklaştırdıysa da bir türlü olmadı. Aslında tekrar bu hikâye ortaya çıktığında Yol Arkadaşım tadında bir hikâye olduğunu düşündüm. Gizem’le öncesinde yaptığımız görüşmede çok pozitif bir enerji almıştım. Gizem’in zaten iyi bir oyuncu olduğunu biliyorum ama o sinerji bizim için çok önemli, Oğuzhan için de öyle. Hem settte hem de set dışında hep beraber eğlenebileceğimiz insanlarla bir arada olmayı çok seviyoruz. Çünkü ben o ruhun, filmin içine de girdiğini düşünüyorum. Görüşmelerimde de hiçbir oyuncuyla audition almam, tamamıyla sohbet ederim. Gizem’in de tarihi dizisi yeni bitmişti, tarihlerimiz de uyuşuyordu. Bizim hikâyemiz de böyle başladı. Bu şekilde hepimiz bir araya geldik.
Peki, nerede çekileceğini nasıl planladınız?
İbrahim Büyükak: Sığacık aklımdaydı aslında. Daha önce gidip görmüştüm. Aslında ben çok lüks diyeceğimiz bir beldede çekilmesini iste medim. Kızın sosyoekonomik durumunu da ona göre ayarlayacağımızı düşündük. Sığacık’taki re simlerin sadeliğini çok sevdim. Burada filmi çekebilirim dedim. Filmi 2-3 hafta İstanbul’da çektik, sevdiğim bir görüntü oldu. Sığacık’ta 90’lar Türkiye’si gibi bir tat da var. Bazı yerler çok bozulmaya başladı, o tadı alamıyorsunuz. Dolayısıyla iş buraya döndü ve çok memnun kaldım.
Özür Dilerim, yazlık ve ferah bir iş. Ben yağmurlu bir havada izledim ve çok iyi geldi…
İbrahim Büyükak: Bu dönemde de izleyiciye filmin çok iyi geleceğini düşünüyorum. Eğlenmek, biraz yükselmek istiyoruz, hepimizin ihtiyacı var. İyi geleceğini umuyorum.
Dijital platformlarda Disney+ çok önemli bir kulvarda şu anda. İsteseydin 8 bölüm dizi yapardın, birkaç sezon da sürerdi. Neden film?
İbrahim Büyükak: Hikâyenin kendi ruhuyla alakalı. Bunun devamını yaparsak belki dizi de olabilir ama ona göre hikâye kurmak lazım. Hikâyeyi ilk yazdığımda başlangıcı ve bitişi içime çok sindi. Bütün hikâye birbirine çok güzel bağlandığı için bunu dizi yaparak sürdürmek istemedim. Disney de bize böyle bir opsiyon sundu; “Bu işi iddialı yapan insanlardan 3-4 tane film alacağız,” denildi. Bu film de bir dönüş hikâyesi aslında. Bir önceki filmi de (Yol Arkadaşım 2) güzel bir tatta bırakmıştık, aynı tattan devam edelim dedik.
Cem Yılmaz’ın da dediği gibi, Oğuzhan hep aynı adam olur mu? (Herkes gülüyor)
İbrahim Büyükak: Oğuzhan’la çalışma fikri oluştuğu andan itibaren içime bir ferahlık geliyor. “Oh, tamam!” diyorum. Bu sette Oğuzhan dışında hiçbir oyuncuyla daha önce çalışmadım. Ama orada Oğuzhan’ın olması kendimi güvende hissettiriyor. 25 yıllık arkadaşım olduğu için Oğuzhan’la aramızda başka bir sohbet var.
Beraber toplanıp okuma provaları yaptınız mı?
İbrahim Büyükak: Yapmadık. Toplu okuma yapmayı çok sevmiyoruz. Çünkü toplu okumada gözlük takmayan oyuncu bile numaralı gözlük takıyor. (Herkes gülüyor) Oyuncularda, “Herkesin içinde ben nasıl kendimi göstereyim, benim rolüm az mı?” gibi gerginlikler oluyor. O yüzden Küçük Esnaf’tan beri onu tercih etmiyorum. Sahnenin muhatabı olan oyuncularla beraber küçük okuma provaları yapıyoruz. Dikkat ettiğim şey oyuncunun okuyabiliyor olması. (Herkes gülüyor) Aslında oraya gelene kadar oyuncunun bunu yapabileceğine çok eminim. Aksi takdirde oyuncuyu o raddeye getirmem zaten. Bazen okuma provası yaptığım oyuncu kötü okusa bile etkilenmiyorum çünkü oynayacağını biliyorum. Yazarken de hakikaten oyun olarak nasıl bir tonlama istediğimi çok iyi biliyorum. Oyuncular tabii ki istediği kadar doğaçlama yapabiliyor. Ama okuma provasındaki yapaylıktan ziyade sahnenin içine girip birine dokunmak bana daha cazip geliyor.
Birbirinizin arkasından konuşmak isteseniz ne söylerdiniz?
Oğuzhan Koç: Rahatsız edici derecede sorunsuzlar. Hayatımda yaptığım en kolay ve en keyifli set olabilir. İnsan bir arıza çıkarırdı. (Herkes gülüyor) Pamuk gibi akan bir setti.
Gizem Karaca: Hiçbir sorun yaşamadık. Hiçbirimiz geç kalmadı, sahne beğenmemezlik vs. hiç olmadı.
Birbirinizde keşfettiğiniz özellikler var mı?
Gizem Karaca: Ben kendimi hızlı düşüren bir insanım. O yüzden aslında çok güzel dengeledik. Ufacık bir hata yaptığımda İbrahim yetişti.
İbrahim Büyükak: Gizem’le ilk defa iş yapıyorum. Oğuzhan arkadaşım olduğu için demiyorum. Zaten o metni beğenmese yapmaz. Ben de Oğuzhan’ın ruhuna uymayacak bir rol olduğunu düşünsem ona teklif etmem. Bence Oğuzhan, Türkiye’nin en iyi komedi oyuncularından biri. Hatta müzisyenden bile daha iyi olabilir, onu bir değerlendirmek lazım. (Herkes gülüyor) Bazen o kadar iyi oynuyor ki tonlaması da hiç hayal etmeyeceğin şekilde oluyor.
Bir izleyici olarak da şarkı söyleyen Oğuzhan’la oyuncu Oğuzhan arasında dağ olduğunu fark ettim.
Oğuzhan Koç: Evet, bir tık alakasızlar. O rahatlığı da bana İbrahim veriyor. Ben başka bir yönetmenle sete girsem herhalde delirirdim. O arızalı oyuncuya da bağlayabilirim. İbrahim o kadar serbest bırakıyor ki, “Bildiğin gibi yap,” diyor. Hiçbir şey yapmadan oynamaya çalışıyorum ve çok beğeniyor.
İbrahim Büyükak: Evet, o beni çok etkiledi. Gizem de öyle. Gizem’i birçok yerde izledik ama bu filmde de inanılmaz bir oyuncu olduğunu gördük. Bunu sadece ben demiyorum, herkes söylüyor, benim teknik bir yorumum değil. Gerçekten her sahneyi hakkını vererek beklentimin çok üstünde oynuyor.
Gizem Karaca: O karşılıklı bir şey. İbrahim bana o özgürlüğü verdiği için kendimi rahat hissediyorum. “Şöyle bir şey yaparsam saçma bulmazlar,” diyorum ve hakikaten o anın kurtarıcısı oluyor.
Söylediklerinizden oyunculuk yapmak için değil de metni canlandırmak için var olduğunuzu anlıyorum, öyle mi?
Oğuzhan Koç: Kesinlikle öyle.
İbrahim Büyükak: Aslında film, hayatı taklit ediyor ama filmin kendisi bir süre sonra hayatın bir parçasına dönüşüyor. Bir laf yazarken; “Artık bu karakter bunu demez,” diyorum. Çünkü artık oyuncu o rolü üstüne giymeye başladıktan sonra değişiyor. Örneğin final sahnesini tekrar yazdım. Normalde finalde iki kelime laf ediyorduk. Gizem rolü hem öfkeli hem de sarkastik bir yerden oynadı. Dolayısıyla bu kız (Merve) en tuhaf anda bunun üzerine bir şaka yapar oldu. Oğuzhan için de aynı şey oldu. Oğuzhan rolü aldı, bu kadar edilgen bir karakterken etken yerleri bulmaya başladı. Karakter aslında daha az düzenbazken daha fazla düzenbaz olmaya başladı. Ben çok düzenbaz bir karakteri oynuyorum. Oğuzhan da “Bunun kardeşi de böyle olur,” diyerek o karakterin içinden bu düzenbazlığı çıkarttı. Dolayısıyla Oğuzhan, bazı sahnelerde daha naif olduğu yerde daha sert bir yere geldi. Bu durum hikâyede çatışmayı da artırdı. Zaten çatışma demek komedi seviyesinin de artması demek. Ne kadar iyi çatışma varsa filmde o kadar komik unsurlar oluyor. Dolayısıyla bu durum bizim komedi seviyemizi de çok yükseltti.
Sette bir yönetmen ağırlığı vardır. Siz çok yakın arkadaşsınız ama sette “İbrahim Hoca” kısmına geçiliyor mu?
İbrahim Büyükak: Yok, hocalık bana çok yaşlı geliyor. Ben hep arkadaş olalım istiyorum. Zaten saygı, bir kelimeyle verilebilecek bir şey değil, tavırla verilir bence.
Oğuzhan Koç: Ama gece, “Bana hoca de,” diye mesaj atıyordu. (Herkes gülüyor)
İbrahim Büyükak: Evet, sesli mesaj istiyorum herkesten bana hoca desinler diye. Dediğim gibi, hocam demesi önemli değil, ben tavra bakarım. Sette kim olursa olsun, saygısızlık yapan bir insan hocam dese de fark etmiyor. Arkadaşız ve bu sette işi beraber yapıyoruz.
Oğuzhan Koç: Bence insan daha iyisini yapabilmek için oynadığı şeyi de izlemek zorunda. Genelde yönetmenler; “Yok sen gelme, biraz daha şöyle yap,” diyor. İyi de ne yapmışım, belki elimi kolumu saçma bir yere koydum, görsem daha iyisini yapacağım. Biz her sahneyi çekiyoruz, İbrahim bize gösterip beğendin mi diye soruyor.
Gizem Karaca: Benim de ilk defa çektiklerimizi izlediğim setti. Oğuzhan söylediğinde haklı ama bazen de ters tepebiliyor. Bazen kendine baktığında beğenmiyorsun ve iyice modun düşüyor.
Bu duruma zaman yüzünden mi izin verilmiyor?
İbrahim Büyükak: Biraz egosantrik bir şey.
Filmi çekerken çok eğlendiğiniz bize yansıyor. İzleyici olarak, “Çekerken çok eğlenmişler,” diyerek kıskanıyoruz. Dans sahnesinde ne kadar eğlendiniz mesela, kaç saat sürdü o sahne?
İbrahim Büyükak: Polonezköy’de çektik o sahneyi. Hakikaten üşüdüğümüz bir sahneydi. Çok yerde bölmek zorunda kaldık. Oğuzhan’la burun buruna dans ediyoruz, kucağımda. O kadar komikti ki çoğu yerde bozmak zorunda kaldık.
Oğuzhan Koç: Hatta sanırım benim güldüğüm yeri de kullandık.
İbrahim Büyükak: Oğuzhan’ın kulağına fısıldadım: “Kimseye söyleme ama bunu yapacağım sana,” dedim. Oğuzhan’ın tatlı bir tebessüm ettiği an var. O tebessüm, hoşuna gidiyormuş gibi duruyor. (Herkes gülüyor) Kurguda izlerken inanılmaz güldüm. Oğuzhan’ın daha ciddi olduğu anlar da vardı ama yanağındaki o tatlı gülücük rolde acayip güzel durdu. “Kesinlikle bunu kullanmalıyız,” dedim.
Oğuzhan ve İbrahim çok eski arkadaşlar. Onların yıllardır süregelen enerjilerine uyum sağlamak zor oldu mu?
Gizem Karaca: Hiç zor olmadı, hatta tam tersi o kadar büyük bir şans oldu ki benim için. Birbirinin dilinden anlayan ve aralarında asla rekabet ve çekişme olmayan dengeli bir arkadaşlık onlarınki. Ne yapmak istediklerini biliyorlar, ara sıra sahne üzerine birbirlerine danışıyorlar ve bana da fikrimi soruyorlardı. Böyle özgür ve açık bir alan sağlanınca benim de kendimi ifade etmem hiç zor olmadı.
Filmde masayı samuray kılıcıyla ikiye böldüğün bir sahne var, kesinlikle izlediğim en iyi terk ediş sahnelerinden biri olabilir. O sahnenin çekim süreci nasıldı?
Gizem Karaca: Tabii ki birkaç tekrar hatta fazla tekrar oldu diyebilirim. İlk başta yapılan düzenek, masayı ortadan kılıçla böldüğünde masa tersine ayrılıyordu. “Arkadaşlar bu işte bir terslik yok mu yani fizik kanunlarına aykırı!” diye çok gülmüştük. Sonra düzeltildi ve birkaç tekrar ve her seferinde o masa düzeninin sabırlı kurulmasının ardından çok keyifli bir sahne çıktı. Oynaması çok haz vericiydi, düşünsenize hayatımın hangi noktasında bir kılıçla masa bölebilirim bir daha!
Hayatın akışında keşke o masayı dağıtıp öyle kalksaydım dediğin bir an yaşadın mı? Samuray kılıcı ile değil tabii ama insanın sinirini dışa vurması gerekebiliyor bazen.
Gizem Karaca: Üff, hem de kaç kere! Eskiden istemediğim bir ortamda ayıp olmasın diye çok kaldığım oluyordu. Ama artık Merve gibi (kılıçla değil) “Kusura bakmayın böldüm!” diyerek tatlı bir şekilde ayrılıyorum.
Aslında dedeye de değinmek istiyorum biraz. Filmde, malzemesi çok olmasına rağmen dedeyi biraz az görüyoruz, daha fazla görmek isterdim. Ülkede genel olarak belli bir yaşın üstünde hayat bitiyor düşüncesi var. Fakat dedemiz hâlâ oyunun içinde 🙂
İbrahim Büyükak: Ben bu durum hakkında bir tane dedikodu verebilirim. Birkaç usta oyuncumuza rolü anlatınca, “Keşke ben oynasaydım,” dediler. (Herkes gülüyor) Hepsinde; “Evet, biz hâlâ yaşıyoruz bu hayatı ve aktifiz. Bizim de kendimize göre bir dünyamız var ve o dünyanın içinde mutluyuz. Siz bunun içerinden şakasını yapabilirsiniz ama bizim için çok gerçek ve çok güzel,” düşüncesi hâkim. Ben de senaryoyu ilk yazdığımda aklıma Metin abi (Metin Coşkun) geldi. Metin abinin Suskunlar’da bir performansı vardı ve ben “Suskunlar’da nasıl oynadıysan öyle oyna,” dedim. O derece ciddilikte bir şey istedim. Daha senaryo yokken rolü anlatınca Metin abi kabul etti.
Peki, o kamyonetin arkasındaki havuz fikri işlevsel mi? Çok güzeldi…
İbrahim Büyükak: Çok işlevsel, çalışıyor yani. Arkada ısıttık o suyu. (Gülüşme)
Oğuzhan Koç: Yolda su döküldü, çok su kaybettik.
İbrahim Büyükak: Eski araba kullanmak istedik. Dolayısıyla arabanın yalıtımı da çok iyi değil. Her fren yaptığımızda ensemizden su giriyor. Titreyerek devam ettik oynamaya. Ama çok hoş bir resim oldu.
Erkin ve Koray’ın keyifli sahnelerini izlerken Erkin Koray göndermesini bekledim, öyle de oldu. Bu isimleri tercih etmenizin bir nedeni var mı?
İbrahim Büyükak: Bazı müzisyenlere takıldığım zamanlar oluyor. Ben müzik yelpazesi geniş biri değilim. Bir şarkıyı yüz kere dinleyenlerdenim. Erkin Koray’ın tuhaf bir aranje dünyası da var, o beni çok etkiledi. Soyadının isimden oluşması da tercih sebebi oldu.
Özür dilemenin biraz zayıflık görüldüğü topraklardayız. Genel olarak özür dilemek gibi bir alışkanlığımız da yok. Bunu hikâyede kullanmak nereden aklınıza geldi?
İbrahim Büyükak: Özür dileme kültürü gerçekten çok zayıfladı. Bağıranın daha haklı olduğu bir şeye dönüştü. Bu çok tuhaf. Hemen özür dilemenin geri gelmesi lazım. Bu film keşke bir adım olsa. İnsanların bu filmi izlediğinde sevdiklerinden özür dilemesini isterim. Bizim topraklarımıza da özgü olabilir, özür dilemenin zayıflık olduğu görülüyor. Birinden özür dilediğinde, “Böyle özür dilersin işte, yola gelirsin!” deniliyor. Bizde şefkatle yaklaşma yok. Biraz da insanları özür dilemekten soğutan şey bu oldu. Nuri Bilge’nin çok güzel bir lafı var; “Mütevazılık falan hiçbir zaman gerçek bir üst değer olamamıştır bizde. Bir ortamda mütevazı olmaya kalkarsanız saygı hemen azalmaya başlar, hissedersiniz…” Bu vesileyle bundan da vazgeçelim.
Gizem Karaca: Özür dilemek kişisel bir durum olmalı. Aslında karşıdakinin affetmesini beklemeden özür dilenmeli. Özür dilemek içini rahatlatan ve psikolojini düzelten bir şey. Karşılık beklenmese belki daha çok insan özür diler.
Özür dilemenin şu boyutu da var; kimi insanlar “tadımız kaçmasın” düşüncesiyle haklıyken bile özür diler, kimisinin de gururu ilişkisinin önüne geçer. Siz hangi taraftasınız?
Oğuzhan Koç: Ben özür dilerim, sorun yok. Haklılığımın, haksızlığımın önemi yok, yeter ki tatlılığa bağlansın.
İbrahim Büyükak: Ben de özür dilerim ama “tadımız kaçmasın” diyerek özür dilemenin çalıştığını da pek görmedim.
Dram yazacak mısınız?
İbrahim Büyükak: Çok isterim.
“Ben bunu senaryoya döksem,” dediğiniz bir kitap var mı?
İbrahim Büyükak: Evet, özellikle öykü kitaplarında çok oluyor. Nermin Yıldırım’ın Bavula Sığmayan kitabındaki ilk üç öykü müthiş bir senaryo olabilir. Çok yetenekli bir yazar bence.
Peki, kitap yazmak gibi bir düşünceniz var mı?
İbrahim Büyükak: Onu da çok istiyorum. Ben yazarlığa başladığımda roman yazarı olmak istiyordum sonra senaristlik meselesi çıktı. Önce kitabını yazıp sonra senaryo serüveni olsun istiyorum. Onunla ilgili de üç dört tane dosya var.
Oğuzhan, eskiden skeçler yazıyordun, sonrasında yazma işini şarkı yazmayla mı sınırladın? Vakit bulunca mutlaka yazmalıyım dediğin bir hikâye var mı?
Oğuzhan Koç: Bir yıldır hazırladığım güzel bir film senaryom var, ama gerçekten hepsini bir arada hayata geçirebilmek ciddi bir disiplin istiyor. Müzik ve sahne zamanımın büyük çoğunluğunu kaplıyor şu an.
Televizyona bir şey yapmayı düşünüyor musun? Dizilerde oynamaya ne kadar yakınsın?
Oğuzhan Koç: Dizide oynama fikrine hiçbir zaman heves etmedim. Bir oyuncunun hayatının neredeyse tamamını kapatan bir çekim süreci var özellikle televizyon dizilerinin. Hem fiziksel hem psikolojik olarak çok yıpratıcı olduğunu düşünüyorum. Kendime zaman ayırabildiğim, gezebildiğim, kendimi geliştirebildiğim zamanlar ve alanlar olmalı hayatımda… Bu yüzden yapanlara saygım sonsuz ama ben yapamam…
Ters köşe bir karaktere hayat verebileceğin bir rol ister miydin? You dizisindeki bebek yüzlü psikopat gibi mesela? Her zaman romantik komedilerde gördüğümüz Penn Badgley o rol sonrasında bir daha romantik komedilerde yer almayacağını açıklamıştı.
Oğuzhan Koç: Oyunculukla uğraşan herkesin istediği roller, ters köşe karakterler… Doğru işin içinde ben de böyle bir sınava girmeyi çok isterim ama bizde kariyerine neyle başladıysan sektör sana sürekli aynı şeyi sunuyor; mafyaysan hep mafyasın, kılıbıksan hep kılıbık, sinirliysen hep sinirlisin kariyerinin sonuna kadar… Yapımcı ve senaristlerimizin bu ezberleri bozmaya cesaret edeceği günleri bekliyoruz. (Gülüyor)
Aranızda Oğuzhan ve Gizem var, İbrahim de yazıyor; bir müzikal gelmez mi?
İbrahim Büyükak: Pandemiden önce hakikaten müzikal oyuncularını düşünme evresine girmiştim. Bir müzisyenin kaçırılma hikâyesiyle ilgili bir şey yazıyordum. Sonra araya pandemi girince biraz bölündü ama çok istiyorum müzikal yapmak. Örneğin arabesk müzikal yapmayı çok isterim. Çok Güzel Hareketler döneminde de bunun bazı denemelerini skeç olarak yaptık aslında. Hem güldürüp hem de müzikleriyle eğlendirme denemelerimiz çok başarılı oldu. Mutfağın belki de en akılda kalan skeçleri de bunlardır. O yüzden kafamda böyle bir şey yapmak var.
Bu röportaj, Episode’un 48. sayısında yayımlanmıştır.