Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
2022 Yılında Kaybettiğimiz Usta Yönetmen Godard ve Sinemasına Bakış
Geride bıraktığımız senede dünya sinema tarihine yön veren yönetmenlerden birini kaybettik; Jean-Luc Godard’ı. Bu liste hem Godard’ın Sineması’nda öne çıkan filmleri hem de sinema ve siyaset arasındaki koparılamaz bağı hatırlamak amacıyla oluşturuldu.
Godard demek Fransız Yeni Dalga Sineması demek. Fransız Yeni Dalgası, en kolay tabiriyle ‘aykırılık’ anlamını taşıyor. O güne dek sinemada yapılmış her şeyi yeniden düşünmek, tam tersini yapmak, kuralların dışına çıkmak anlamına gelen bir “aykırılık”tan söz ediyorum. O güne dek sinemada neler yapıldığı bu listenin sınırlarını aşıyor ama birkaç örnekle Yeni Dalgacılar’ın ruhunu anlamaya çalışabiliriz. Yeni Dalgacılar, sinemanın yedi günahına karşı yedi erdemi ortaya koyarak kabul edilmiş anlatım dilini yıkmak istedi. Ancak tek dertlerinin sinemanın görsel dili olduğunu söylemek haksızlık olacaktır. Godard (ve özellikle Truffaut) sinemanın politik bir iş olduğunu biliyor ve kendilerini Fransa’nın ve dünyanın politik gerçeklerinden ayrı düşünmüyorlardı.
Godard’ın filmlerinde politik duruşu, dilin yıkılışı kadar net biçimde göremeyebilirsiniz. Bazen bir bayrak bazen sokaktan geçen bir grup üniversiteli eylemci, anlık bir görüntü filmin en önemli imajı halini alabilir. Doğrudan hikâye akışı içinde gözümüze çarpmayan bir diyalogla içerik bambaşka bir yöne kayabilir. Bu noktada Godard’ın şu sözünü hatırlamakta fayda var; “Politik filmler olduğunu varsayıp doğrudan onları çekeceğimize filmleri politik bir şekilde çekmeliyiz.”*
Öyleyse Godard’ın öne çıkan filmlerini böylesi bir bakışla sıralayalım ve bu gözle yeniden izleyelim.
1.Serseri Âşıklar (1960)
Kuşkusuz Godard dendiğin akla ilk gelen film, Serseri Âşıklar. Bu filmden söz ederken Godard’ın birçok filminde yer verdiği ve Godard’dan bir sene önce, 2021’de kaybettiğimiz ünlü oyuncu Jean-Paul Belmondo’yu da anmadan geçemeyiz. Umursamaz tavrı, serseri gülüşüyle Belmondo’nun da yine benzer bir hava içindeki Jean Seberg’in de filme ve Godard’ın kamerasına ne kadar yakıştığı aşikar. Film Yeni Dalga Hareketi’nin ilk uzun metraj çalışmalarından biri aynı zamanda. (Bu filmden önce Truffaut’nun en ünlü yapıtlarından 400 Darbe, 1959 yılında çekildi.) Kuralları yıkmak için çekildiği filmi izlerken ilk gözünüze çarpan şey olacaktır. Bugünlerde sıklıkla tercih edilen ama 1960 yılı için çok yeni bir tarz olan; diyaloglarda konuşanı değil, karşısındaki kişiyi, nesneyi çekme bu filmle tanındı mesela.
Bir diğer önemli özellikse Yeni Dalgacılar’ın “anlatı geçişsizliği” olarak tarif ettiği parçalı kurgu. Kurgu lineer biçimde değil, gündelik hayattan parçalar şeklinde ilerliyor. Bu durum biçimsel bir özellik olarak karşımıza çıkarken baştan başlayıp sona doğru giden Amerikan tarzı anlatım diline de bir karşı duruş. Yani Fransız Yeni Dalgası’nın dilde yaptığı yeniliklerin hiçbiri farklılık olsun diye değil, bir bakış açısının ürünü.
Film, iki aşığın alışıldık ilişkilerden uzak gündelik hayat parçalarından oluşsa da temelde mesele ne yaşadıklarından çok Paris sokakları, diyaloglar, hayatın her zaman net olmayan görüntüleri.
2.Kadın Kadındır (1961)
Godard’ın hem senaristliğini hem de yönetmenliğini yaptığı film, müzikal şeklinde bir romantik-komedi. Tabii, romantik-komedi dendiğinde aklımıza gelen Amerikan filmleri gibi bir şeyle karşı karşıya değiliz. Tuhaf bir çiftin (Anna Karina ve Jean-Paul Belmondo) kendi arzularını birbirilerinin ihtiyaçlarının önüne koydukları ilişkilerini izliyoruz. Elbette Godard tarzı kıskançlık da işe dahil oluyor. Bütün bunlarsa yine tanıdık Amerikan müzikal filmlerinden farklı bir görsellikle anlatılıyor. Işığın ön plana çıktığı film, aynı zamanda Godard’ın ilk renkli çalışması.
3.Hayatını Yaşamak (1962)
Bir Godard izleme sıralaması yapacak olsam Serseri Aşıklar’la değil, Hayatını Yaşamak’la başlarım. (Bu listede sıralama kronolojik olarak yapılmıştır.) Beni en çok etkileyen Godard filmi Hayatını Yaşamak, aynı zamanda akımı anlamak adına da önemli bir iş. Film, genç bir kadının (Anna Karina) sıradan evliliğinden uzaklaşarak fahişelik yapmak istemesiyle başlıyor. Filmin başında, barda kocasıyla gerçekleştirdiği diyalogda iki karakteri de sadece arkadan görüyoruz. Kuralları yıkan bu görüntüyle başlıyoruz yani. Mesele bu karakterlerin yüzleri, mimikleri değil; ana karakterimizle birazdan tanışacağız hatta fotoğrafçıyla tanıştığı sahnede enine boyuna inceleyeceğiz. Kadının fahişelik yapmaya başlamasıylaysa tabii ki Paris sokaklarını da tanıyacağız. Ama bu sefer güneşli, genç ve heyecanlı bir Paris değil, karanlık arka sokaklarını göreceğimiz bir kent var önümüzde. Film, kurgusal olarak tablolardan (bölümlerden) oluşuyor. Kimi bölümlerde kurmacadan uzaklaşarak Parisli bir fahişenin gündelik hayatını belgeselin diliyle izliyoruz. “Hayatını yaşamak” için yola çıkan Nana’nınsa yok oluşu perdeye yansıyor.
4.Nefret (1963)
Film, Alberto Moravia’nın Il disprezzo (1954) adlı kitabından uyarlama. Bu filmi Camille rolündeki Brigitte Bardot’yla hatırlarsınız. Filmin hikâyesiyse şöyle;
Amerikalı yapımcı Jeremy Prokosch (Jack Palance) Homeros’un Odissea’sını çekmek üzere yönetmen Fritz Lang’ı işe alır. Bu noktada ünlü yönetmen Fritz Lang’ın filmde kendini canlandırdığını belirtmek gerek. Lang’ın filminin gişe yapmayacağını düşünen Prokosch, filmin senaryosunu yeniden yazması için Paul Javal’la (Michel Piccoli) anlaşır. Bunun üzerine Paul ve Camille’in evliliği çatırdamaya başlar.
Godard’ın zor ilişkileri, kıskançlığı, kadın karakterler üzerinden hikâye anlatmayı sevdiği açık. Bütün filmlerinde kadın karakterlerin ön plana çıktığını görüyoruz. Godard’ın bu konudaki tavrı da dünya sineması açısından ilerici bir yaklaşım.
5.Çılgın Pierrot (1965)
Çılgın Pierrot’in çılgın bir film olduğunu söylemek aşırılık olmayacaktır. Godard’ın parçalı anlatım dili sebebiyle anlaşılmaz en zor filmlerinden biriyle karşı karşıyayız. Filmin başrollerinde Godard’ın sevgili çifti Belmondo ve Karina ikilisini görüyoruz. Film, 1965’te Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülüne, Jean-Paul Belmondo’ysa BAFTA’ya aday gösterildi. Lionel White’ın Obsession adlı romanının serbest bir uyarlaması olan film, konu bakımdan da biraz karışık. Özetleyecek olursak; Pierrot ve Marianne’ın aşk hikâyesi çılgın bir maceraya dönüşüyor.
6.Haftasonu (1967)
Bu filmi 67’ye kadar çekilmiş en uzun plan-sekansla hatırlayanlarınız vardır. Gerçekten çileden çıkarıcı bir trafikte kalma sekansı izliyoruz; kornalar, uçsuz bucaksız arabalar ve her arabada başka bir hikâye…
Mireille Darc ve Jean Yanne’ın başrolleri paylaştığı film, Godard tarzı bir kara-komedi. Burjuva bir çift olan Roland ve Corinne’in gizli âşıkları ve birbirlerini öldürme planlarıyla başlayan film, Fransız kırsalında bir maceraya dönüşüyor. Film, çiftin Corinne’in ailesinin taşradaki evine çıktıkları yolculukta neredeyse absürt öykülerin içinde dolaşmalarını konu alıyor. Her zamanki gibi sıradan bir çiftten söz etmiyoruz, çiftimiz kendilerine has tuhaflıklarıyla sınıfsal bir hikâyenin parçası haline geliyor.
Bonus: Godard ve Ben (2017)
Michel Hazanavicius yönettiği film, Godard’ın hayatını, sinemaya bakışını, politik yönünü, aykırılığını anlamak açısından iyi bir örnek. Listenin girişinde yazdığım Yeni Dalga, sinema ve siyaset ilişkisine bakış gibi meseleleri bu filmde görme imkânınız var. Ayrıca Yeni Dalga’yla ilgilenenler için küçük bir not; Truffaut filmlerine de bakmanızı tavsiye ederim. Godard’dan daha politik bir dili olan Truffaut, Hitchcock hayranlığıyla da bilinir. “Bu ne tezat,” diyeceksiniz, Amerikan Sineması’na bu kadar karşı çık sonra da politik bir bakışı dahi olmayan hatta muhafazakar bir gerilim yönetmenine hayran ol! Bu meselenin ayrıntılarını anlamak için Truffaut’nun Hitchcock’la yaptığı röportajları incelemek gerekiyor. Onun için de bir film önermek mümkün; Kent Jones tarafından çekilmiş Hitchcock/Truffaut belgeseli. Truffaut’nun filmlerinden bir seçkiyi MUBI’de bulma şansınız da var.
Godard’ın bütün filmleri hakkında, çeşitli dillerde sayfalarca yazılmış tez, makale, inceleme bulmak mümkün. Bu listede filmlerinin yarısından bile söz etmiyorum. Listenin Godard’ın dünyasına giriş yapmak için bir başlangıç olması dileğiyle, yeni yılda, yeni bir bakışla Godard filmleri izleyelim. İyi seyirler…
*Aktaran Hakkı Başgüney, Türk Sinametek Derneği -Türkiye’de Sinema ve Politik Tartışma-, Libra Kitap, İstanbul 2010, s. 151.