Elifcan Ongurlar: “Bana göre doğru olanın son noktasına gitmek en büyük hedefim”
Birbirinden ayrı büyüyen üç kız kardeşin birbirlerini bulmasını anlatan “Sevgili Geçmiş” dizisinde Çilem’i canlandıran oyuncu Elifcan Ongurlar’la SuB Karaköy Hotel’de buluştuk. “Sevgili Geçmiş”i, Çilem’i, Onurgarlar’ın oyunculuğa, sektöre yaklaşımını ve elbette İzmir’i konuştuk.*
Sevgili Geçmiş geçtiğimiz günlerde başladı, projeye nasıl dahil oldunuz?
Oyuncu, mesleğini seviyor ve yaşamı sorguluyorsa her an her zaman gelecek olan önerilere hazır oluyor. Benim yaşama bakış açım “oyunculuk” olduğu için, doğaldır ki birçok teklif geliyor. Sevgili Geçmiş projesinde, gerek senaryo gerekse oyun kişilerinin farklı, farklı olduğu kadar ilgi çekici olduğunu gördüm.
Okuduğumda Çilem karakterinin senaryoda farklı olduğunu hemen hissetmiştim. Çilem’in gelgitleri yani duygusallıktan romantizme, gerçekçilikten günlük yaşam çelişkilerine o kadar iç içe olduğunu gördüm ki kabul ettim. Çünkü Çilem’e hayat vermek bana da bir şeyler katacaktı.
Gizemi ve aksiyonu yoğun bir hikâye… Çilem’in ilginizi çeken özellikleri ne oldu?
Gizem çok önemli bir kavram… Kişisel yaşamımda sevdiğimi söyleyemem ama oyunculuk ve canlandırma sözkonusu olduğunda çok dramatik geliyor. İnsanın yüzü ve hareketleri ilk anlamda size bir şey ifade eder, tanımak için. Ancak o insanın ruhsal derinliklerine indiğinizde öyle değişik olgularla karşılaşırsınız ki siz bile hayat verdiğiniz kişiliği tanımayabilirsiniz. Sevgili Geçmiş’te Çilem karakteri, etrafımızda gördüğümüz “tip” olgusundan çıkarak, ruhsal boyuta sahip bir oyun kişisi olarak yer alıyor.
Dizinin senaryosu Funda Alp’e ait, yönetmeni ise Aydın Bulut. İki isim de dizi sektöründe önemli ve deneyimli isimler. Neler katıyor size böyle bir ekiple çalışmak?
Her ikisini de dizi sektöründen tanıyorum. Dediğiniz gibi deneyimli isimler. Neyin ne olacağını ve organik bütünlüğün diziye neler katacağını bilen isimler. Ön hazırlık sürecinde tabii ki konuştuk, tartıştık ve neyin nasıl olması konusunda kafa yorduk. Hem Funda Hanım hem de Aydın Hoca aksiyonu o kadar iyi yönlendiriyorlar ki size yalnızca bunu canlandırmak kalıyor. Her ikisine de teşekkür ediyorum.
Kardeşlik, dayanışma ve dostluk duyguları da yoğun bir biçimde işleniyor dizide. Sizin için ne ifade ediyor bu kavramlar?
Kardeşlik, dayanışma ve dostluk! Söylemesi bile güzel olan üç sözcük… Toplum olarak şu sıralarda özlemini duyduğumuz sözcükler. Bunları her zaman gündeme getirip söyleyebiliriz; ne var ki eyleme dökmek, bunları duyumsamak ve aksiyon olarak canlandırmanın ne kadar hoş ve güzel bir duygu olduğunu anlatmak zor.
Şunu söyleyebilirim: Bu üç sözcüğün toplamı barıştır zaten. Hepimiz iyi dostluklar içinde yaşamayı ideal haline getirmedik mi? Çelişkilerimizi sorgulayıp tartışarak sonuca ulaştırmayı düşünmüyor muyuz?
Sanatçı bir ailede büyümüşsünüz, oyunculuk serüveniniz nasıl başladı, başladığı günden bugüne neler öğretti?
Çok küçük yaşlardan bu yana, anlasam da anlamasam da çok film izler, festivalleri takip etmeye çalışırdım. Hatta kimin ödül alacağına dair listeler yapardım kendimce. Biraz daha büyüdüğümde, kendimi tanıdığımda oyunculuğu meslek olarak seçtiğimi fark ettim. Daha sonraları sanatçı olan babama oyunculukla ilgili sorular sormaya başladım. Aldığım bilgileri araştırır, ayna karşısına geçerek kendimi farklı bir karakterde düşünüp rol yapmaya çalışırdım. İlk oyunlarımın izleyicisi hep kendim oldum.
O sıralarda hem orta eğitimimi sürdürüyor hem de Karşıyaka Spor Kulübü’nde tenis oynuyordum. Sporun bana verdiği özgüven o kadar artmıştı ki izlemeye gittiğim oyunlardaki bazı tipleri eve gelip taklit ediyordum. Bu bana öylesine güzel geliyordu ki hem eğitimimde başarılı oluyordum hem de insanlarla çabuk iletişim kurabiliyordum. Ailemin de desteğiyle oyuncu olmaya karar verdim ve yaşam biçimim oyunculuk olmaya başladı. Serüven de böyle başladı.
Önce küçük yaşlarda Ateşin Düştüğü Yer filmi, sonra da sırasıyla Kayıp Şehir (Seher), Kara Ekmek (Mine), Kiralık Aşk (Fikret Gallo), Kızlarım İçin (Sumru) ve şimdi de Sevgili Geçmiş (Çilem)… Sözünü ettiğim bu karakterlerin hepsi bana, bir sonrakini nasıl oynamam gerektiğini öğretti. Kısacası hepsi harika deneyimlerdi.
Oyunculuk alanında yakın ve uzun vadeli hedefleriniz, hayalleriniz nelerdir?
Bu soruya kolayca yanıt veremem. Çünkü “yaşam biçimim” olarak adlandırdığım oyunculuk, bence girdabın sonundaki sonsuzluk aslında. Bir birey olarak aileden, eğitimden ve toplumdan aldıklarınızla karakterinizi belirliyorsunuz ve bir de genetiksel özellikler taşıyorsunuz. Oyunculukta bireyselliğinizi başka bir karaktere bürünerek toplumsallaştırıyorsunuz. İşte bu girdap. Bunun içine girdiğinde insan şaşırabilir bazen yolunu. Ancak doğru yolu bulduğunda girdabı kolay geçer ve sonsuzluğun düş âleminde bulur kendini ve bunu toplumla paylaşır.
Bunun da son nokta olduğunu düşünmüyorum. Bu noktada girdap tekrar kendini gösterir. Bu anlamda oyunculukta varılmak istenen nokta şudur diyemeyiz… Su akar, yolunu bulur. Bana göre doğru olanın son noktasına gitmek en büyük hedefim! Bunu süreç belirleyecek tabii…
Türk dizileri, dünyanın pek çok ülkesinde izleniyor, oyuncular takip ediliyor. Her gün büyüyen bir yerli dizi sektörümüz var. Pek çok gencin de hayali oyuncu olmak ama bir yandan da zor bir sektör oyuncular için. Ayakta kalmak, projeleri seçmek, kariyer yönetmek, bunların hepsi başlı başına kritik süreçler. Siz nasıl yönetiyorsunuz tüm bunları, sektöre dair yorumlarınız, eleştirileriniz neler?
Şunu hemen söylemem gerek: Oyunculuğa toplumda tanınmak ve para kazanmak isteyerek giren tüm arkadaşlar, kısa bir süre sonra yanlış yola girdiklerini fark edecekler ve ediyorlar da. Renkli dünyalar, güzel dünyalar, rahat yaşamayı seçenler oyunculuk mesleğini seçmemeli. Çünkü oyunculuk sistematik olarak insanda var olan bir şey. Yetenek, eğitim, gözlem ve bunları yoğurarak, yaşam verdiğiniz karakterin içine girmek. “Böyle gibi yaparım ben de” ile olmuyor bu. Gibiyi gerçeğe çevirmek oyunculuk… Söylenecek çok söz var aslında bununla ilgili.
Bizim mesleğe katılacak arkadaşların oyunculuğu hayali değil, gerçekçi olarak analiz etmelerini öneriyorum. Ben de oyunculuk eğitimi aldığım halde bu sıkıntıları çok çektim ancak yaşam biçimim oyunculuk olduğu için bunları atlattım… Bizim sektör çok acımasız. “Sen git, diğeri gelsin,” der. İlk bakışta yanlış değil bu. Bunun için donanımlı ve hazırlıklı olmak gerekiyor.
Peki, gerçekten oyuncu olmayı hedefleyen gençlere neler önerirsiniz?
Çok okumak, çok çalışmak, çokça film izlemek, gözlem yapmak, toplumla iç içe olmak ve en önemlisi yaşama ne olursa olsun pozitif bakmak.
Yerli dizilerde bir dönemdir dizi ya da oyuncu fanlarından çok, dizideki “çiftlerin” fanı olmak, o iki karakteri sürekli birlikte görmek, senaryo gereği bu iki karakter ayrıldığında da müthiş bir reaksiyon gösterilmesi gibi durumlar var, sosyal medyanın da etkisiyle gerçekle kurgunun sınırları da karışıyor bazen. Bunu özellikle Kiralık Aşk’taki döneminizde yaşadınız. Neler deneyimlediniz, gözlemleriniz nelerdir bu başlıkta?
Etkilenmedim dersem yalan olur. Ancak ben gerçek olan biriyim. Kendimi tanıyorum, ailemi biliyorum, genetik özelliklerime hâkim olan bir insanım. Toplumla ilişkilerim çok iyi. Sevgi dolu insan olmayı öğretti bana ailem. Öyleyim de! Ancak oyunculukta farklı karakterlere büründüğünüzde, eğer izleyenler sizi öyle görmüyorsa oyuncu olarak görevinizi yerine getirmişsiniz demektir. Bu anlamda dediğiniz gibi gerçek ve kurguyu karıştıranlara ne düşündüklerini sormak gerekir.
Biz oyuncular anı değil, bütünü yaşıyoruz. O nedenle bana bu anlamda yapılan eleştirilerin hepsini dikkate alıyorum ama bunları yapanları düşler dünyasının karikatürize edilmiş tipleri olarak görüyorum.
Mutlaka canlandırmak istediğiniz ya da keşke onun hayatı çekilse dediğiniz bir tarihi karakter ya da roman karakteri var mı?
Daha yolun başındayım oyunculukta. Onun için bu sorunuza ileriki yıllarda yanıt vermek istiyorum. Tabii ki düşlerime giren tarihi ve edebi karakterler var ama…
Tutkunu olduğunuz bir tür/janr var mı?
Spesifik bir tür yok aslında ama bir tek korku türünün örneklerini pek izleyemiyorum.
Başucu kitaplarınız, filmleriniz, müzikleriniz, dizileriniz nelerdir?
Anton Çehov ve Shakespeare vazgeçilmez yazarlardan benim için. Dönüp dönüp okurum. Hem kişilik tahlilleri açısından hem de yaşamın ne olduğu konularında bu iki yazardan öğrendiğim çok şey oldu. Türk edebiyatında da Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanı.
O kadar çok film, dizi izliyorum ki ayrım yapmam olanaksız. Müzikte de özellikle piyano konçertoları ve piyano için yazılmış besteler ilgimi çekmiştir hep. Popüler müziğimizi de takip ediyorum.
İzmirlisiniz ve dizi de İzmir’de çekiliyor, İzmir’e turist olarak geleceklere bazı mekânlar, semtler, mutlaka görülmesi gereken yerler tavsiye etmenizi istesek…
Her şeyden önce İzmir’e geleceklere yaz tatillerini Çeşme veya Foça’da geçirmelerini öneririm. İzmir bir açıkhava müzesi gibi. Arkeolojik olarak sekiz bin yıllık bir geçmişe dayanır. Efes ve Bergama bu anlamda başı çeker.
Bir de benim hemşerilerim çok açık görüşlü, yumuşak insanlar oldukları için İzmir’e gelecek bir konuğun çok rahat edeceğini düşünüyorum. Bir de büyüdüğüm, ilk ve orta eğitimimi tamamladığım Karşıyaka’yı mutlaka ziyaret etsinler.
Dünyada ve Türkiye’de favori şehir ve mekânlarınız hangileri?
Dünyada İtalya hep ilgimi çekiyor. Tenis Milli Takımı ile Rimini seyahatimi unutamam. İtalyanların şıklığı, mutfaklarının lezzeti, doğa güzelliği ve deniz harikaydı. Yine tenis turnuvası için gittiğim Tel Aviv de gelişmiş bir kent olarak göründü bana. Ancak gittiğim yaşlarda oranın inceliklerini pek kavrayamadım.
Kültürel anlamda baktığımda Londra ayrı bir keyif. İnsanların birbirlerine yaklaşımları, nazikliği ve bir o kadar da demokrat davranışları etkilemişti beni bu kentte. Hele hele İngilizlerin en önemli özelliği olan kurallara uyum, ülkemizdeki çelişkileri anımsatmıştı bana.
Türkiye’ye gelirsek Çeşme, Bodrum ve Kaş en favori yerlerim olmuştur. Bu üç beldeye gittiğimde hep keyif almışımdır. Ancak tüm bunlara karşın, yaşamım boyunca, doğup büyüdüğüm İzmir ve Karşıyaka aşkı bitmeyecek bende. Şimdi de İstanbul. Yaşamaktan öylesine mutluyum ki bu kentte. Keyif alıyorum ve besleniyorum.