Başrollerinde Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç’ın Yer Aldığı ’39 Derecede Aşk’ın Fragmanı Yayınlandı
Tuğrul Tülek: “Mizah, birlikte eğlenmek her zaman iyileştiricidir”
Oyuncu, yönetmen ve müzisyen-yorumcu Tuğrul Tülek karantinanın en üretken isimleri arasında yer alıyor. Karantinanın başından beri Instagram’ın IGTV bölümü için hazırladığı #TuğrulArıyooo ile dikkat çeken Tuğrul Tülek, bağlandığı ünlü isimlerle içinde bulunduğumuz zamanın ruh halini de bir nevi kayıt altına alıyor. Yeni normali günbegün hayatımıza adapte etmeye çalıştığımız günlerde bir araya geldiğimiz Tuğrul Tülek’le mizah ve gülmenin iyileştirici gücünden girip tiyatronun gelecek ihtimallerine uzandık.
Karantina boyunca #TuğrulArıyooo dediniz ve “ünlü” arkadaşlarınızı aradınız. Bu fikir nasıl doğdu?
Evde bir süre kendimle vakit geçirdikten sonra çoğumuzda olduğu gibi, görüntülü /görüntüsüz telefon konuşmaları fazlaca vaktimi almaya başladı. Hatta telefonla konuşmayı çok da sevmeyen biri olarak her gün ailemi, arkadaşlarımı arayıp durumlarını sorup resmen yoklama çekiyordum. Sonra fark ettim ki konuştuğumuz tek şey COVID, ekonomik sıkıntılar, gelecek kaygıları… Yani birlikte eğlenmeyi, hafiflemeyi, gülmeyi unutmuşuz. Açıkçası bu beni virüsten daha çok korkuttu, yani öyle ya da böyle bu günler geçecek ama sonrasında arkadaşlarla bir araya geldiğimizde birlikte eğlenmeyi unutmuş, sosyalleşmeyi beceremeyen yaratıklara dönüşmüş olursak orası fena diye düşünürken panikledim ve arkadaşlarımı arayıp azıcık oyun oynayıp eğlenmemiz lazım dedim.
Mizah, gülmek, birlikte eğlenmek her zaman iyileştiricidir. Her görüşmeden sonra herkesten duyduğum cümleler de birbirine yakın zaten: Çok iyi geldi, iyi ki böyle bir şey yaptık!
TuğrulArıyooo ile birçok isme bağlandınız: Pınar Deniz, Kubilay Aka, Esra Dermancıoğlu, Özge Özpirinççi, Kalben, Sarp Apak, Demet Evgar, Şebnem Bozuklu, Enis Arıkan ve Nükhet Duru öne çıkanlar… Karantina sizce neyi ortaklaştırdı? Gözlemleriniz ne oldu?
Çoğunluğun, kendim de dahil daha hoşgörülü, daha üretken, daha yardımsever tarafını ortaya çıkardı bu süreç diye düşünüyorum. Kaygılar, korkular ortak olunca ümitler ve dilekler de ortak oluyor tabii. Herkes birbirinin fikrinde, üretiminde düşünmeden yer aldı, herkes uzaktan olmasına rağmen birbirine daha kolay entegre oldu. Sanırım eleştirel, eski, köhne ve yüksek sesleri daha az duyar, dinler olduk. Fiziksel uzaklığımız aslında çoğumuzu birbirimize daha çok yaklaştırdı.
“Kolektif üretimin müptelasıyım; kalabalık kulisler, kalabalık oyunlar, oyun öncesi ve sonrasında birlikte geçirilen vakitler. Şimdi nasıl olacak bütün o işler bilmiyorum ama ‘oynamak’ paylaştıkça büyüyen bir şey. Büyülü bir his. Umarım hiç kaybetmem.”
Bu hikâyenin en güzel tarafı ise eğlenceyi ön plana almanız oldu. Oyun oynamanın, gülmenin iyileştirici taraflarına dikkat çektiniz. Oyun oynamak sizin için ne ifade ediyor?
Bir kere benim motivasyonum oynamak, sanırım o yüzden de oyunculuğu seçtim. Kendimi mutlu ve anlamlı hissettiğim anlar hep sahnede olduğum, arkadaşlarımla oyun oynadığım zamanlar. Yaşım ilerledikçe bu hissi daha iyi anlamlandırıyorum çünkü beni hep genç, zinde tutan şey bu hismiş aslında. Yokluğunu bu dönemde daha çok hissettiğim bir şey mesela “oyun oynamak”. Bir de kolektif üretimin müptelasıyım; kalabalık kulisler, kalabalık oyunlar, oyun öncesi ve sonrasında birlikte geçirilen vakitler. Şimdi nasıl olacak bütün o işler bilmiyorum ama “oynamak” paylaştıkça büyüyen bir şey. Büyülü bir his. Umarım hiç kaybetmem.
Favori oyunlarınızı öğrenebilir miyiz?
Ben çok iyi saklambaç oynardım çocukken. Çok zayıf ve esnek bir vücudum olduğundan kamufle olurdum, saatlerce arasalar bulamazlardı. Hâlâ çok severim saklambaç oynamayı. Sessiz sinema favori oyunlarımdandır. Tevazu gösteremeyeceğim, çok iyiyimdir. Benim olduğum takım kesin kazanır 🙂
İçinde yaratıcılık olan her türlü oyunu çok severim. Derslerimde de sıkça kullandığım hikaye anlatma ve konsantrasyon oyunlarına bayılırım. Ailecek oynadığımız “Küt” diye bir oyun var, Amerikano gibi. Ama biz kâğıtla değil, okey taşlarıyla oynarız. Aile birbirine girer, sonra huzurla uyuruz.
Sunuculuk tarafınız da var. #TuğrulArıyooo’yu da hazırlayıp sunuyorsunuz. Öğretmenlik formasyonu almış olmanızla sunuculuk ve moderasyon kabiliyetiniz arasında bir ilişki kuruyor musunuz?
1997 yılından beri ders veriyorum, anlatıyorum, farklı yaş gruplarından farklı sınıfları kontrol altında tutup yönlendiriyorum dolayısıyla böyle bir tarafım öğretmenlik sayesinde ister istemez gelişti tabii ancak bir program tasarlamak, birini konuk almak, onun hem kendini iyi hissetmesin , eğlenmesini sağlamak hem de kendini ifade edebilecek, güvenebileceği bir alan yaratmak sağlam bir hazırlık gerektiriyor.
“Tuğrul Arıyooo”yu yaparken bunu sadece Instagram’a yapıyorum ve evde arkadaşlarımla konuşuyorum diye düşünmüyorum hiç. Gerçekten kafa yoruyorum, o arkadaşım ne yapmaktan hoşlanır, onu ne mutlu eder, nelerden bahsetmeliyiz, nasıl bir oyun oynamalıyız diye. Hiç kimseden de negatif bir dönüş almadım aksine bütün konuklarım süreçten de sonuçtan da mutlu oldular.
Bir röportajınızda İngilizce öğretmenliği okumanın kolunuzdaki altın bilezik olduğunu söylüyorsunuz. Çok yönlü kariyerinizi oluştururken köşe taşlarınız oldu mu?
Çocukken çok dalga geçerdim “altın bilezik” muhabbetiyle ama hayat, tecrübeyle size gayet güzel öğretiyor her şeyi. Hep tiyatro okumak istedim ama işte sonuçta kendimi İngilizce öğretmenliği okurken buldum. Aklımda bölümü yarım bırakıp konservatuvara gitmek vardı ama olmadı hatta bölümü bitirdim. Ancak mezun olduktan sonra anladım ki ben öyle bir kariyer istemiyorum ve istediğim hedefe ulaşmak için konservatuvar sınavına girdim, kazandım, Eskişehir’de kendime yeni bir hayat kurdum. Bütün bu adımları atarken İngilizce öğretmenliği hep hayatımı kurtardı.
Konservatuvara 26 yaşında girmiştim yani ailemden ekonomik destek beklemek gibi bir durum olamazdı, dolayısıyla bütün oyunculuk eğitimim boyunca hem İngilizce öğretmeni olarak çalıştım hem okudum. Sonrasında öğrenci değişim programına başvurdum ve İngilizce bildiğim için kendime bir okul bulup gerekli yazışmaları yaptım ve son senemi Polonya’da okudum. İstanbul’a DOT’un seçmelerini kazanıp geldiğimde ilk 4 sene İngilizce öğretmenliği yapmaya devam ettim. Pek çok yazarın oyunlarını kendi dillerinde okuyup çevirme şansım oldu, yurtdışında ortak projelerde çalışma fırsatım oldu. Kısacası İngilizce gerçekten altın bilezik gibi bileğimde hep benimleydi, hep hayatımı kurtardı.
COVID-19 bir pandemidir ve sokağa çıkılmaması gerekiyor, evde kalacağız dendiği anda aklınızdan ilk ne geçti? #TuğrulArıyooo’nun dışında neler yaptınız? Karantinanın psikolojik evreleri oldu. Sizin üzerinizde bıraktığı en derin etki ne olacak sizce?
Öncelikle sakinliğimi hep korudum, evde kalma düşüncesi beni panikletmedi ya da depresif bir hale sokmadı. Hatta ilk başlarda evde yeterince vakit geçiremediğimi anladım ve bunun keyfini çıkardım. Temizledim, düzenledim, tamir ettim, mutfakta coştum, spor yaptım vs. Ancak bir süre sonra tüm bu yaptıklarımdan sıkılmaya başladım, anlamsız geldi.
Bir şeyleri izleme konsantrasyonumu kaybettim, şehirden hiç çıkamayacak olma korkusu, sahneler bir daha açılmazsa kaygısı sardı, mesleki olarak ilk defa gelecekle ilgili hiçbir şey planlayamaz oldum. Kamu otoritesinin “evde kal” demekten başka hiçbir destekte bulunmamasına, yerine getirilemeyen vaatlerle bizleri oyalamasına, IBAN vermesine sinirlendim falan… Sonra dedim ki, “Bırak… Sen akıl ve vücut sağlığını koru, meşgul kal. Her şey düzene girdiğinde kaldığın yerden devam etmeye hazırla kendini.” O yüzden çalıştım. Eski yazdıklarımı toparladım.
“Tuğrul Arıyooo”nun çekim sonrası süreci yani kurgu tarafı keyiflendirmeye başladı beni, bu sayede epey hızlandırdım kurgu yapmayı, iyi oldu. Biraz daha çabalarsam yeni bir mesleğim olabilir yani 🙂 Sonra Youtube’da ÇEVİ/Çocuk Evi Kanalı’na kukla içerikleri üretmeye başladık Demet Evgar ve çekirdek bir arkadaş grubumuzla. Bir baktım, ev stüdyoya dönmüş. Bir yanda kukla çekimi, bir taraf Tuğrul Arıyooo köşesi, arka oda dublaj stüdyosu… Arada şarkı kayıtları derken evin o eski düzenli halinden eser kalmadı. Kısacası çalışmak bu süreci daha sağlıklı bir şekilde geçirmeme neden oldu. Ancak normalleşme sürecine bu kadar gelişigüzel ve kontrolsüz bir şekilde geçmek beni öfkelendirdi açıkçası. Onca emeğin ve dikkatin boşa gittiğini hissettim. Maskesiz insanlar, kalabalık gruplar, sosyal mesafesiz satılan uçak biletleri, yeni düzenlemelere riayet etmeyen kafeler… N’oldu yani şimdi? Bitti mi COVID? Bu rahatlığın sebebi ne? Hiç anlamıyorum.
Pandemi döneminde öne çıkanlar ruh hallerinden biri de “Kıymetini bil her şeyin” oldu. Sizin için durum ne? Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak mı?
Artık evimin kıymetini daha iyi biliyorum, onu söyleyebilirim 🙂 Biraz hor kullanmışım, çok ilgilenmemişim şimdiye kadar. Yalnızlık beni hiçbir zaman korkutmamıştı ama bu süreçte iyice keyif almaya başladım bu durumdan yani “en azından bir süre daha” yalnızlığım benim için çok kıymetli.
Çok düşünüp harekete geçmemek, bir şeylerin oluşması için mükemmel imkânları beklemek gibi bir tarafım vardı artık onu tamamıyla çöpe attım sanırım. Örneğin “Tuğrul Arıyooo” aslında konuklarımla birlikte dans edip şarkı söylediğim, oyunlar, skeçler oynadığım, içinde canlı bir orkestranın olduğu, seyircili çekilecek bir şov programı fikriydi. Pandemi öncesinde görüşmeler yapmaya, çalışma partnerlerimizi bulmaya başlamıştık ki durumlar böyle oldu. Normal şartlarda asla evden böyle bir program hazırlamazdım ama şimdi görüyorum ki önemli olan yaptığın şeyin izleyende yarattığı his. Bunu görmek de çok kıymetli oldu benim için.
Yeni normal kurallarının belirlenmesiyle birlikte sokağa çıkmaya, hayata karışmaya başlıyoruz. 1 Temmuz’da da tiyatrolar açılacak. Yoğun bir tiyatro sezonu geçirdiniz. Aşk Geçmişim’in yönetmeni, Hedda Gabler ve Ben Varım’da sahnedeydiniz. 1 Temmuz kararını nasıl yorumluyorsunuz? Sahneye çıkacak mısınız?
AVM’ler, spor salonları, parklar bahçeler, kafeler, restoranlar, mağazalar, dükkânlar açıldıktan sonra en son açılan yerler tiyatro salonları… Ha, bir de nargileciler! Kaldı ki yeni düzenlemelerin ne olacağıyla ilgili en ufak bir açıklama da yok. 1 Temmuz’da sahneler kapılarını açacak ama hangi şartlarda açacak, büyük bir muamma.
Tiyatro aslında akıllıca yönetilirse çok büyük bir ekonomi, ülke gelirine de büyük katkı sağlayabilecek bir alan ancak maalesef bizim kültür politikamız içinde değeri ve önceliği yok herhangi bir sanat dalının. Öte yandan tiyatro elbette seyircisiz var olamayacak bir sanat. Ben doğru önlemlerle hem oyuncu hem de seyircinin sağlığını riske atmadan güzel buluşmalar olacağına inanıyorum. Seyirci bizi, biz de onları çok özledik ama burada devletin özel tiyatrolar için iyileştirici düzenlemeler yapması şart. Aksi takdirde pek çok tiyatro kapanmak zorunda kalır.
“Tiyatroyu dijitalleştirmek, online platformlara oyun hazırlayıp yüklemek doğru adımlar gibi gelmiyor bana. Bu, tiyatroyu seyircisizleştirmek ve onun tabiatını bozmak demek. Bu süreçte seyirciyi uzaklaştırmadan yeni düzenlemeler ve kurallarla ilerlemek daha doğru bir yol.”
Pandemiyle birlikte birçok yeni teknoloji hayatımıza girdi. İş ve kültür hayatına etkilerine önümüzdeki dönemde daha iyi anlayacağız ama bu süreçte kültür sanat dünyası ve endüstrisi büyük ekonomik kayıplar verdi. Toparlanma dönemi uzun sürecek. Türkiye’yi neler bekliyor sizce? Yeni dönemi okumak, yeni medya ve teknolojilerine ayak uydurmak için yeterli koşullar var mı?
Elbette bu sadece sağlıkla ilgili bir kriz değil, bunun ekonomiye etkilerini henüz tam olarak görmedik bile. Dünyayı zor bir dönem bekliyor. Bizde zaten işler hiçbir zaman parlak değildi, şimdi hepten tehlikeli bir boyuta geldi. Bu süreçte hızlı adaptasyon çok önemli. Adapte olmak yeniye ve yeniliğe açık olmaktan geçen bir yol. Ülkece karnemiz bu anlamda da pek iyi değil, biliyorsunuz.
Öte yandan tiyatro için konuşmak gerekirse onu dijitalleştirmek, online platformlara oyun hazırlayıp yüklemek doğru adımlar gibi gelmiyor bana. Bu, tiyatroyu seyircisizleştirmek ve onun tabiatını bozmak demek. Bu süreçte seyirciyi uzaklaştırmadan yeni düzenlemeler ve kurallarla ilerlemek daha doğru bir yol. Biraz sakin kalıp durumu uzaktan değerlendirmek gerek. Bir sezon yeni bir şey yapmayıverelim gerekirse ama tiyatroyu da başka bir şeye dönüştürmeyelim lütfen.
Aynı zamanda Oyuncular Sendikası’nın aktif bir üyesisiniz. Oyuncu hakları konusunda en temel sorun nedir sizce ülkemizde? Sendika ve temel haklar konusunda pandemi süreci neleri göz önüne serdi?
Oyuncu hakları konusunda en temel sorun çoğu oyuncu arkadaşımızın haklarını bilmemesi. Oyuncunun “işçi” olduğunu anlamamız, bilmemiz çok önemli. Yurtdışındaki sendikaların güçlü olmasının en büyük sebebi çok sağlam bir tabanının olması, bireysel kararlarla ilerlenmemesi ve mesleki bir duruş sergilenebilmesi. Tabii oradaki düzenlemeler, çalışma şartları da oyuncusundan set çalışanına herkesin haklarını insani boyutlarda tutmak üzerine.
Bir sendikanın gücünü aynı zamanda ekonomik durumu da belirler ve biz bu anlamda güçlü bir sendika değiliz ne yazık ki. Ödenmeyen aidatlar, yıllardır birikmiş borçlar, açılmayan telefonlar, çözümlenemeyen ödeme planlarıyla bugüne kadar gelmiş sendika. Biz üçüncü yönetim kuruluyuz ve artık son senemiz.
Pandemi döneminde sektörümüz çok büyük bir yara aldı ve bu dönemde en çok sarf ettiğimiz sözcüklerden biri de “dayanışma”ydı ancak dayanışabilmek için yeterli kaynağımızın olmadığını ve yurtdışındaki başka meslek birliklerinin bunu nasıl rahatlıkla yapabildiklerini görünce içim cız etti. Bugün “dayanışabilmek” için dünden hazırlık yapmak ve birlik olmak zorundayız. Aslında “biz bize yeteriz” ama böyle olunca yetemiyoruz işte.
Ben Varım’da kurnaz bir prodüktörü oynuyordunuz. O pandemi sürecinin nasıl yorumlardı?
Johannes Fonfara Bey hemen hikâye peşinde koşar, yardıma muhtaç bir mazlum bulur ve kanını emene kadar onu kullanırdı. Bu dönemde bolca hikâye de bulurdu. Bir gün bir doktor, bir gün bir yakınını COVID’den kaybetmiş biri, bir gün dükkânını kapatmak zorunda kalmış bir esnaf, bir gün evden çıkamayan bir 65 yaş üstü vatandaş. Duruma göre bir gün bir tarafa öbür gün diğer tarafa lanetler okurdu. Tahmin edersiniz kendisi nabza göre şerbet dağıtmakta bir dünya markasıdır çünkü. Neyse ki kendisi sadece bir oyun kişisi ve bizim TV’lerimizde hiç böyle figürler yok.
Müzik çalışmalarınız bu dönemde nasıl bir yol izledi? YaDa’nın geleceği nasıl şekillenecek? Yeni şarkılar yapma fırsatınız oldu mu?
Bu arada herkes kendi evindeydi tabii, bir araya gelemedik ama yeni şarkılar yaptık üstüne çalıştık, çalışıyoruz. Hatta yeni çıkacak şarkımız “Çalışmıycam” için evlerde bir klip çektik ama şimdi pek bir esprisi kalmadı o yüzden başka bir şey yapacağız herhalde. Öncesinde, sadece konserlerimizde çaldığımız ve yayınlamayı hiç düşünmediğimiz “cover”larımızdan “Son Yolcu”yu evlerde kaydettik. Onun klibini çıkaracağız yakında.
Hepimiz dizilere sarıldık bu dönemde. Siz hangi dizileri izlediniz? Eski diziler de yeniden izlendi. Sizin hayatınızda izi olan diziler ya da karakterler var mı?
İlk başlarda izleme motivasyonum çok yüksekti ama bir zaman sonra kayboldu. İzlediğim birkaç dizi oldu ama Years and Years beni öyle çarptı ki diğerlerinin adını söylemeye değmez. Çıta benim için o kadar yükseldi ki sonrasında neye başlamalıyım, beni ne keser bilmiyorum. Bir dizi / film izlerken bazen, “Keşke şu rolü ben oynasaydım, şu işi ben yönetseydim,” diye düşünürüm hep ama Years and Years’tan sonra ilk kez, “Keşke bu işin senaryosunu yazan ekipte olsaydım,” diye düşündüm.