Ezgi Çelik: “Aklımı hep üretilen güzel işlerde tutup inancımı kaybetmemeye çalışıyorum”

 Ezgi Çelik: “Aklımı hep üretilen güzel işlerde tutup inancımı kaybetmemeye çalışıyorum”

Beyazperde, sahne ve ekranda çok başarılı projelerde rol alan bir oyuncu Ezgi Çelik… Oyuncuyla ilk filmi Düş Gezginleri‘nden 37. Tokyo Film Festivali’nden ödülle dönen ve başrol olduğu son filmi Gündüz Apollon Gece Athena‘ya, Macbeth ve Hamiyet oyunlarından rol aldığı dizilere oyunculuğun tüm katmanlarını konuştuk. Keyifli okumalar…

ezgi çelik

Yeni oyununuz Macbeth ile başlamak isterim. Öncelikle tebrik ediyorum, Barış Atay ile bu önemli Shakespeare klasiğini sahneliyorsunuz. Leydi Macbeth karakterini canlandırmak nasıl bir deneyim oldu sizin için? Oyunun hazırlık sürecinizden biraz bahseder misiniz?

Çok teşekkürler. Hem Shakespeare çalışmak hem de en sevdiğim oyunlarından biri Macbeth ve Lady Macbeth, hepsi birleşince çok heyecan verici oldu tabii. Yönetmenimiz Kemal Aydoğan ile konuşunca daha da heyecanlandım çünkü çok farklı bir yorumla sahneleyecektik Macbeth’i. Bu, günümüz koşullarında oldukça cesaret verici ve güzel anlamda bir riskti. Bu kadar güzel şey aynı an da denk gelmez pek, o yüzden koşarak dahil olup çalışmaya başladım oyuna. Shakespeare çalışmak başka, Macbeth oyununu, yönetmenin yorumunu anlamak başka ama bir de Lady Macbeth’i anlamak vardı. Leydi, Shakespeare’in kadınları arasında çok çok özel bir karakter bence.

Leydi Macbeth oldukça karmaşık ve güçlü bir karakter. Bu karakterin derinliğiyle nasıl başa çıkıyorsunuz? Sahnede nasıl bir Leydi Macbeth göreceğiz?

Çok karmaşık, çok güçlü, çok tutkulu bir karakter Leydi. Ve evet, çok derin. Bizim de üzerinde en fazla durduğumuz tarafı bu oldu aslında. Çok fazla çalıştım bu role. Biraz can sıkacak kadar fazla. Çok alışılmış bilgiler var Leydi Macbeth ile ilgili, bunlar okul yıllarından itibaren aklınıza kazınmış. Önce o alışkanlıklardan kurtulmak gerekliydi. Tutkusu, öfkesi, aşkı, nefreti her duygusu çok yüksek bir kadın, bu yüzden de naifliğini bulup çıkarmak zaman aldı. Yönetmenimin yaklaşımıyla benim sahnede var etmek istediğim kadın da birbiriyle çok örtüştü. Bu kadın bir “insan” ve onun da her insan gibi duyguları farklılaşabiliyor, vicdanı, merhameti var. Tanrıya yalvarıyor bu kadın, “Bütün insani duygularımı al, beni taşlaştır,” diye ve sonunda da tam buradan vurulup her şeyini kaybediyor. Bu katmanları görebiliyorsanız Leydi’yi izlerken, benden mutlusu yok.

Tiyatro eğitiminizi MSÜ’de aldığınızı biliyorum. Sahne yolculuğunuzu sizden dinleyebilir miyim?

Oyunculuğa İstanbul Şehir Tiyatroları Eğitim Birimi’nde, yedi yaşında başladım. İlk profesyonel sahneye çıkışım ise on iki yaşında Cüneyt Türel’in sahneye koyduğu Oidipus oyununda Antigone rolüyle oldu. O zamandan beri de aralıksız sahnedeyim. Mimar Sinan Tiyatro Bölümü’ne girince dışarıda çalışmak yasak olduğu için Şehir Tiyatrosu’nu bırakmıştım. Mezun olduktan sonra tekrar profesyonel hayata döndüm ve tiyatro hep devam etti.

Ezgi Çelik: Hamiyet bu sezon da devam ediyor. Biz öyle bir ekip olduk ki orada, bence tiyatro bizden bıkana kadar yüzyıllarca bu oyunu ve ekibi bırakmayız hiçbirimiz. İnanılmaz bir birleşme yaşandı orada.

Hamiyet’ten de bahsetmek isterim. Bu sezon da devam edeceğini biliyorum. Siz ne söylersiniz Hamiyet oyunu hakkında?

Hamiyet bu sezon da devam ediyor. Biz öyle bir ekip olduk ki orada, bence tiyatro bizden bıkana kadar yüzyıllarca bu oyunu ve ekibi bırakmayız hiçbirimiz. İnanılmaz bir birleşme yaşandı orada. Bunda Hamiyet’in ruhunun ve Peyk grubunun etkisi büyük bence. Peyk grubunun tam bir fanıydım, Işıl Kasapoğlu yıllardır peşinde olduğum yönetmen, Hamiyet, İrfan’ın kendi hikâyesi, oyunun yazarı dostum Deniz Madanoğlu. Ve bütün yapım ekibi, oyuncular, herkes işinde muazzam insanlar. Çok çok mutluyum ve şanslıyım.

Hamiyet, İrfan’ın çocukluk hikâyesi, böyle biri var gerçekten, beraber yaşamışlar, tüm sürece şahit olmuş İrfan da. Ve yıllar sonra, “Hamiyet’e borcumu ödemek istiyorum,” diyor ve oyun süreci başlıyor. Hamiyet, bir kadın olarak, doğruları yaşayan ve söyleyen bir kadın olarak, bu ülkede maruz kaldıkları yüzünden ağır bir ruhsal çöküntü yaşıyor ve sonrası çok zorlu bir süreç. Biz de diyoruz ki, bu insanlara ve kadınlara kulak verin. Bu hikâyeleri görmezden gelmeyin. Orada nasıl bir duygu ve dürüstlük olduğuna inanamayacaksınız.

Günümüz tiyatrosu ve sergilenen oyunlar hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum. Bunun eğitimini almış, uzun yıllar birçok önemli oyunda yer almış biri olarak tiyatronun şu anki durumunu, seyirciyle ilişkisini ve sanatsal açıdan nasıl bir evrim geçirdiğini değerlendirebilir misiniz?

Ülkem her konuda olduğu gibi bu konu da da severken dövüyor. Sevinirken üzülüyorsunuz, beğenirken aynı anda da kaygılanıyorsunuz. Bir ara, “Eyvah, ne olacak bu şekilde?” derken tekrar müthiş bir hareket geldi sahnelere. Küçük yapımlar da büyük prodüksiyonlar da büyük bir cesaretle atıldı tekrar sahnelere. Bu projelerden de izlediklerimden de büyük mutluluk duyuyorum. Sonra ağır bir kaygı başlıyor. Bakanlık desteklerinin açıklanamaz adaletsizliği, özel tiyatrolara verilen gülünç destekler, hali vakti yerinde, her anlamda standartları yüksek olan toplamda sadece iki ya da üç sahnemizin olması ve onların da başında muhtemelen toplamda üç saattir tiyatro sanatı ile ilgilenen birilerinin de söz sahibi olması. Bunlar hep tedirgin edici. Ama aklımı hep üretilen güzel işlerde tutup inancımı kaybetmemeye çalışıyorum. Biz bu ülkede belki de tam bu yüzden üretmekten asla vazgeçmiyoruz. Ayakta kalma şeklimiz bu, inat etmek. Bu kıymetli.

Kamera önü oyunculuğa erken yaşta Atıf Yılmaz’ın Düş Gezginleri filmiyle başladığınızı okudum. Bu süreci sizden dinleyebilir miyiz? Çocuk oyuncu olmak o yıllarda nasıldı?

Müthişti. Atıf Yılmaz setiyle sinemaya başlamak çok havalı. Sekiz yaşındaydım. Benimle çok iyi arkadaş olduğunu ve set dışında hep oynadığımızı hatırlıyorum, sette çok disiplinli olduğunu da. Lale Mansur’un uzun kızıl saçlarını hatırlıyorum bir de. Ben kendisinin küçüklüğünü oynuyorum filmde. O yaşta saçlarımız aynı renk olsun diye Atıf Yılmaz’ın isteğiyle kızıla boyanmıştı. Ben eğlenerek hatırlıyorum ama annem bayılmak üzereymiş bunu duyduğunda. Türkiye’nin ilk LGBT filmi diye bahsedebiliriz bence ve akıl almaz cesur bir film. Şimdi dönüp izlediğimde ben kimlerle berabermişim diyorum.

Ezgi Çelik: Bence ulusal kanal dizilerine baktığınızda çok şanslı oyunculardanım. Oynadığım her karakterin çılgınca bir ön çalışma isteyen, az bulunur, özellikle TV’de kolay denk gelmeyecek özellikleri vardı.

Geçtiğimiz sene Ayvalık Film Festivali’nde oyuncu kadrosunda sizin de yer aldığınız, Emine Yıldırım imzalı Kadıköy’ün En İyi Falcısı adlı kısa filmi izledim. Kesinlikle akılda kalıcı bir filmdi. Projeye dahil olma sürecinizden ve festivallerde aldığınız geri dönüşlerden bahsedebilir misiniz?

Çok sevindim beğenmenize, teşekkürler. Emine ile uzun metraj filmi üzerine konuşmaya başlamıştık o dönem. Bu kısa film daha sonrasında ortaya çıktı aslında. Uzun metrajdan önce Defne karakterinin bir başka, filmden de farklı yolcuğunu çekmek istedik. Defne aynı Defne ama birçok açıdan farklı bir film oldu. Festivaller ve izleyici tarafından çok sevildi ve değişik bulundu film. Hikâyesi, atmosferi gereği gerçekten de çok farklı ve en önemlisi kadın odaklı bir film. Bizim için de uzun metraj öncesi çok önemli bir çalışma alanı oldu.

Emine Yıldırım’ın ilk uzun metraj filmi Gündüz Apollon Gece Athena‘da başroldesiniz. Film, Tokyo Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptı ve ödül aldı. Hikâyesiyle ciddi merak uyandırıyor, ben de Türkiye prömiyerini heyecanla bekliyorum. Bu film hakkında neler söylemek istersiniz?

İlk senaryoyu okumam, Emine ile konuşmaya başlamamız derken üzerinden beş seneden fazla bir zaman geçti. Çekeli de iki sene olacak. Çok çok heyecanlı bir süreç. İnanılmaz merak ediyorum gelecek yorumları, seyircide nasıl bir karşılığı olacağını. Bir kere her yerinden kadın fışkıran bir film. Hikâyesi bir kadın üstüne, yönetmen, yapımcı, ekibin çoğu kadın. Bunun etkisini filmin birçok aşamasında göreceksiniz buna eminim.

Benim için çok kıymetli de bir denk geliş var, otuz yıl sonra yine bir sinema filminde bu sefer anne-kızı oynuyoruz Lale Mansur’la. Ve onca yıl sonra ilk karşılaşmamız oldu bu. Hikâyesi, kurgusu, anlatım dili olarak da yeni ve çok cesur. Tokyo Film Festivali ile açmamız inanılmaz heyecanlı benim için. Son filmim Son Çıkış ile de orada prömiyer yapmıştık, Ramin Matin’in filmiydi, Emine de filmin yapımcısıydı. Şimdi bu şekilde tekrar oradayız, müthiş.

Ezgi Çelik: Aklımı hep üretilen güzel işlerde tutup inancımı kaybetmemeye çalışıyorum. Biz bu ülkede belki de tam bu yüzden üretmekten asla vazgeçmiyoruz. Ayakta kalma şeklimiz bu, inat etmek. Bu kıymetli.

Ana akım dizilere geçersek hatırda kalan birçok önemli projede rol aldınız. Özellikle Şubat ve Ben de Özledim dizileriyle geniş bir kitleye ulaştınız. Dizileri ve o süreci sizden dinlemek isterim.

Evet, bu sene de Tokyo sonrası yeni bir dizi için çalışmaya başlayacağız. Bence ulusal kanal dizilerine baktığınızda çok şanslı oyunculardanım. Oynadığım her karakterin çılgınca bir ön çalışma isteyen, az bulunur, özellikle TV’de kolay denk gelmeyecek özellikleri vardı. Bu çok kıymetli benim için. Bir de ben kamerayı çok seviyorum. Diziler benim için bunu değerlendirme alanı aynı zamanda. Bunun için film çekmeyi beklersek özellikle de kadın oyuncu olarak işimiz çok zor olur. O yüzden dizi çekmeyi seviyorum. Bir de tabii oyunlar ve filmlerle ulaşamayacağınız çok farklı bir kitle var orada. Bunu da çok önemsiyorum açıkçası.

Uzun yıllar televizyon dizilerinde yer alan bir oyuncu olarak, sektörün geçirdiği değişimleri yakından gözlemleme fırsatınız olduğunu tahmin ediyorum. Sizce Türk televizyonunda neler değişti? Neyin gelişmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

Çok belirgin bir değişim, set çalışanlarının birbirine verdiği destek ve sendikalarının ne kadar iyi çalışmaya başladığı bence. Set ekipleri, tabii ki ellerinden geldiğince birlik olup, isteklerini dile getirip bunları hayata geçirmeye çalışıyorlar. Aynısının oyuncu tarafında da olmasını diliyorum öncelikle. Oyuncular Sendikası çalışmalar içerisinde ama daha çok yolumuz var.

Senaryo, oyuncu seçimleri, şartlar açısından yapımcılarla düellomuz bitmez bence. Yıllardır değişmeyen gerçekler var. O yüzden işin o kısmına çok kafa yormuyorum artık, elimizdekilerle ne yapabiliriz ona bakmak lazım.

Son olarak kesinlikle sahnelemek istiyorum dediğiniz bir oyun, ya da oynamak istediğiniz bir karakter var mı?

Çok zor bir soru. O kadar çok oynamak istediğim rol var ki. Umarım birçoğuna fırsatım olur. Ben inatçıyım ve oynamayı çok seviyorum. Bence o fırsat yaratılır. Ama biri, “Hadi gel kabare yapıyoruz, hem de bu zamanda, hem de yeni yazıldı!” dese bir dakikada koşarım. Çok istiyorum.

Yağmur Çöl

İstanbul'da doğdu, İstanbul'da yaşıyor. Karşılaştırmalı Edebiyat bölümünde okudu. İngiliz ve Alman Edebiyatına, polisiyeye ve sinemaya meraklı.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir