Paul Thomas Anderson (PTA) yeni bir film yaptığı zaman, o film vizyona girdiği yılın en iyi yapımı olmaya adaydır. Dolayısıyla One Battle After Another, 2025’in en çok merak edilen filmlerinden biri konumundaydı, hatta çoğu sinefil için ilk sıraya yazılan yapımdı.
PTA’in 2021’de vizyona giren Licorice Pizza‘dan sonraki dönüşü ise hayli görkemli oldu. One Battle After Another, ABD’deki ilk hafta sonunda 22,4 milyon dolar hasılat elde etti ve gişede zirveye oturdu. Küreseldeki hafta sonu gişesinde ise 26,1 milyon dolar kazandı ve filmin toplam kazancı ilk hafta sonundan 48,5 milyon doları gördü.
Açıkçası yaratılan bu hype, PTA‘in Hollywood stilizasyonu ile arthouse estetiğini birleştiren hibrit ve özgün sinema mantalitesini kadar özlediğimizi gösteriyor. Dijital platformların vasatı aşamayan yapımlar ile kütüphanelerini doldurduğu, Hollywood’un ise süper kahraman anlatılarının yorgunluğuna yenik düştüğü ve “remake”ler, seriler arasına sıkışarak kendini tekrar ettiği bir dönemde, PTA markası izleyicilerde büyük bir heyecan yaratmaya yetiyor.
Zaten 2025’in gişede sıyrılan ve başarılı olan filmlerine baktığımızda da orijinal yapımlar olduklarını görüyoruz. F1: The Movie, Sinners ve Weapons gibi çok konuşulan filmlerin yakaladığı başarının ardında bu gerçeklik var.
Öte yandan One Battle After Another, PTA’in bugüne kadar yaptığı en yüksek bütçeli filmlerden biri konumunda. Filmin yapım bütçesinin 130 milyon doları aştığı biliniyor. Ancak filmi izlediğinizde, her kuruşuna değdiğini görüyorsunuz. Bu film PTA’in kariyer zirvelerinden biri ve günümüzün giderek sağa kayan ekonomipolitik iklimine verdiği en keskin cevap.
One Battle After Another: Beyaz Üstünlükçü, Irkçı İdeolojilerle ve Sağ Popülizmle Hesaplaşma
Aslında PTA’in bir önceki filmi Licorice Pizza, otobiyografik ögelerle dolu nostaljik bir “coming of age” hikâyesiydi. Fakat o filmdeki nostalji kavramını farklı bir şekilde algılamak gerekiyor. Günümüzde birçok yapım nostalji mezarını kazmaya çalışıyor. Bunun yapılmasındaki amaç da pandemi ve dijitalizm öncesindeki eski dünyaya dair umut barındıran duyguları çağırmak.
PTA’in Licorice Pizza‘sı ise nostalji kavramını çok güçlü bir sinema vizyonu ve iyi kurulmuş sınıf temsilleri içerisinde kullanıyordu. Zaten PTA’in sineması kendine özgü, risk alan diliyle fark yaratır. Los Angeles’daki “San Fernando Vadisi” de kendisini tanımlayan bölgelerden biridir.
Boogie Nights ve Magnolia gibi filmlerde kullandığı bu bölge, PTA’in çocukluğuna dönmesini sağlayan yerler arasında. O yüzden Licorice Pizza‘da kendisi açısından çok bilindik bir hikâye anlatıyordu. O filmdeki ana karakterler de şimdilerde tükenen “Amerikan Rüyası”na ulaşmaya çalışan gençlerdi. Ayrıca Licorice Pizza‘da eski dünyaya dair bir seksizm, homofobi ve polis terörü bulunuyordu, film bunları kaşıyordu.
Ancak aradan geçen 4 yılda, dünya hem sosyopsikolojik hem de ekonomik açıdan altüst oldu. Ağır bir kriz ve toplumsal depresyon döneminden geçiyoruz. Açıkçası neoliberal küreselleşmenin yarattığı sağ popülizm hem demokrasileri tüketti hem de bir meşruiyet krizi yarattı. Donald Trump’ın ABD’yi sürüklediği yer ise bu tükenmişliğin merkezinde bulunuyor.

Orda Doğu’daki savaş ortamı büyürken, İsrail Filistin’e insanlık dışı bir soykırım uygularken, bireysel özgürlükler tehdit edilirken, ırkçı ve faşist yönetimler egemen kültürü belirliyor, çemberi olabildiğince daraltmaya çabalıyor. Elbette bunu yaparken de baskıcı devlet aygıtlarını kullanıyorlar.
İşte; One Battle After Another, bu baskıcı ekonomipolitik iklimde bir devrim ateşi yakıyor. PTA, Trump’ın gölgesindeki ABD’nin Nazi artığı beyaz üstünlükçü, göçmen karşıtı ırkçı ve faşist ideolojisinin sistematik bir okumasını sunuyor. O nedenle One Battle After Another, politik anlamda çok doğru bir yerde duruyor ve zamanın ruhuna çok uygun bir manifesto yazıyor.
Tabii PTA, bu manifestoyu kendisini ayrıştıran ihtişamlı özellikler ile yazıyor. Doğrusu Stanley Kubrick ve Martin Scorsese gibi “grande” yönetmenleri takip eden PTA, teknik kusursuzluk ile anlatı ustalığını birleştiren isimlerden. Bu açıdan da çağdaş Amerikan ve günümüz dünya sinemasının en önde gelen yönetmenlerinden.
Neticede henüz 29 yaşındayken Magnolia gibi bir başyapıt çıkarabilmiş bir isimden bahsediyoruz. Sinemasal görkeminin arkasındaki ayrıntılı mizansenler, altın oranlı kadrajlar, kesmesiz çekimler, uzun planlar ve ince ince ördüğü ritimli hikâyeler alametifarikası. One Battle After Another ise bu alametifarikanın son büyük halkası.
Bununla birlikte PTA sinemasının fark yaratan unsurları arasında senaryo yapıları ve karakter çalışmaları yer alır. Erkeklik krizleri ile boğuşan, ihtiraslı, kayıp ve arıza karakterleri muhteşem şekilde yoğurur. One Battle After Another’da da ilgi çekici karakter paletine yenilerini ekliyor ve enfes bir oyuncu yönetimi sergiliyor.
Özellikle Leonardo DiCaprio ve Sean Penn’in karşılıklı performansları göz alıyor. Teyana Taylor ve Benicio Del Toro da yanda onları takip ediyor. Fakat Sean Penn’in canlandırdığı “Steven J. Lockjaw” karakteri faşizmin zihinsel temsilini tam manasıyla imliyor, jestlerine, mimiklerine, saplantılarına kadar canlı kılıyor. Sean Penn’in bu roldeki performansının da kariyerindeki en özel performanslardan biri olduğunu söylemeliyim.
Öte yandan PTA’in One Battle After Another‘ı zamanında Alfred Hitchcock ve John Ford gibi efsanelerin kullandığı VistaVision formatında çekmesi harika bir sonuç vermiş. Bu tercih filmin çok derin ve çok zengin bir görselliğe sahip olmasını sağlamış. Final blokunda yer alan çöldeki kovalamaca sahneleri de bunun en iyi yansıması. Ayrıca filmde Coen kardeşleri akıllara getiren bir mizah mevcut ve bu mizah yer yer tekrara düşse de sıkmıyor. Karşımızda 170 dakika boyunca sekmeyen ve ritim sorunu yaşamayan bir başyapıt bulunuyor.
Doğrusu Radiohead ve The Smile gruplarının gitaristi Jonny Greenwood’un müzikleri ise filme farklı bir boyut katıyor ve One Battle After Another’ın ritmini bulmasına yardımcı oluyor. Ancak Jonny Greenwood ve Radiohead’in İsrail’in kullandığı bir “artwashing” ögesine dönüştüğünü belirtmeliyim.

Hem Thom Yorke hem de Jonny Greenwood, İsrail’de verdikleri konserler, iş birlikleri ve sessizlikleri nedeniyle dünya kamuoyu tarafından defalarca eleştirildi. Hatta Filistin yanlısı BDS hareketi de yayımladığı metinle Radiohead’e karşı açıkça boykot çağrısında bulundu. O nedenle Jonny Greenwood ismini bu filmde görmek biraz can sıkıyor.
Yine de One Battle After Another, hem teknik hem de anlatı olarak yine eşsiz bir PTA yapımı. 2025’in en iyi filmi karşınızda. Düzen buysa, yangın meşru. Viva la revolution!