“Carnival Row”a Dair: Noir ve Gotik Bir Steampunk Dünyası I Yakup Can Yargıç
[highlight]Eğer Ripper Street ve Penny Dreadful sonrası steampunk dizi açlığı çekiyorsanız Amazon yapımı Carnival Row, sizi doyuracaktır ama ziyafet de beklemeyin. 2. sezonu 2020’de yayınlanacak dizinin yapımcılığını Daredevil ve Man in the High Castle‘ı geliştiren Erik Oleson üstlenecek. Bu gelişme, Carnival Row‘un ilgi çekici kısımlarının parlaması açısından umut verici…[/highlight]
Uzun süredir gündemde olan Carnival Row, 2005 yılında Travis Beacham ile Guillermo del Toro tarafından Killing On Carnival Row adıyla film olarak geliştirilse de hayata geçmemiş bir proje. 2017 yılına geldiğimizde Amazon, filmin haklarını satın alarak dizi formatına dönüştürüyor. İlk sezonuyla ağustos ayının sonunda karşımıza çıkan dizinin başrollerini Jared Harris, Orlando Bloom ve Cara Delevingne paylaşırken, senaryosunu Travis Beacham, Peter Cameron ve Stephanie K. Smith kaleme alıyor.
Teknik tamam ama…
Başarılı bir yönetmenliğe sahip olan Carnival Row, günümüz sorunlarını kendi dünyasına entegre ediyor. Kurulan setler, karakter ve obje tasarımları, tercih edilen renk paletleri gibi irili ufaklı birçok teknik başarı, anlatımın yaratmak istediği “steampunk noir” atmosferine güçlü bir şekilde katkı sağlıyor.
Orlando Bloom’un özveriyle -uzun bir aradan sonra- hayat verdiği Rycroft Philostrate’in dizinin geneline yayılan köken hikâyesiyle polisiye anlatımlar birbirlerini besleyerek sezon sonunda ortaya bütün, izleyicinin benimsediği dolu bir karakter ve soru işaretlerine cevap veren bir finalin çıkmasını sağlıyor. Karakterin geçmişini keşfettiği güçlü sahneler de yaratılan bu dramatik etkiyi artırıyor.
Jared Harris’in performansı, ağıza çalınan bir parmak bal gibi
Absalom Breakspear ve ailesiyle politik sorulara en azından tutarlı cevaplar veren dizi, herhangi bir özgünlük barındırmayan karakterlerinin yüzeysel anlatımları sonucunda sönük bir yan hikâyeden ötesini sunamıyor. Son olarak Chernobyl ile karşımıza çıkan usta aktör Jared Harris’in performansıysa ağıza çalınan bir parmak bal misali geçici bir tat olarak kalıyor.
Birçok politik ideolojiyle sınıf ayrımı da dizinin önemli bir parçası. Yozlaşmış, ırkçı toplumun kendileri için “aykırı” olana gösterdiği tepki, bir yasak aşk öyküsüyle yansıtılıyor. Bu noktada dizi, Imogen ve Agreus’un ilişkisini çeşitli bakış açıları ve bunları nitelikli kılan zengin diyaloglarla olgunlaştırarak biraz klişe de olsa etkili bir portre çiziyor.
Savaş nedeniyle evinden kaçmak zorunda kalıp mülteci sıfatıyla yerleştiği kasabada hayatta kalmaya çalışan Vignette Stonemoss (Cara Delevingne), sezonun ortalarından itibaren motivasyonu güçlü bir karakterden ziyade savruk bir hale bürünüyor ve sürekli farklı isimlerin amaçlarına hizmet ediyor. 1-2 güçlü sahnenin ardından kendi rotasında seyretmesi gerekirken sürekli Rycroft’un yanına iliştiriliyor.
2. sezon için umut var
Dizi, mitolojik yaratıklarına anlam yükleme konusunda başarılı. Bir noktadan sonra unutulan “Kurt Adam” bile ilgi çekici bir dramaya sahip. Dar mekânlarda geçen gergin sahnelerde, kült eserlerin korku unsurunu “az ama öz” gösterme formülünün uygulanışı, izleyiciyi Rycroft’un fiziksel tehlike içerisine düştüğü anlardaki kurtulma çabasına ortak ediyor.
Eğer Ripper Street ve Penny Dreadful sonrası steampunk dizi açlığı çekiyorsanız Carnival Row sizi doyuracak ama bir ziyafet beklemeyin. 2. sezonu 2020’de yayınlanacak dizinin yapımcılığını Daredevil ve Man in the High Castle‘ı geliştiren Erik Oleson üstlenecek. Bu gelişme, Carnival Row‘un ilgi çekici kısımlarının parlaması açısından umut verici.