Röportaj: Aslı İnandık ve Deneme Çekimi Dizisi

 Röportaj: Aslı İnandık ve Deneme Çekimi Dizisi

Dizilere bayılıyoruz, oyuncuların görkemli hayatını merak ediyoruz. Eğlence sektörü, negatif yönü yokmuş gibi davranılan bir dünya. Tabii biz sadece pembe taraflarını görüyoruz ama bu işin zorluğu da var. Hayır, sette kolunu bir yere çarpıp o minicik morluğun üzerinden şartların zor olduğunu iddia eden prenseslerden bahsetmiyorum.

Kaşı gözü güzel olduğu için ben oyuncu olmalıyım diyenlerden de bahsetmiyorum. Daha çok idealist olarak bu işi seçen, bu uğurda prensipleri olan azınlığın bir yere gelirken ödediği bedeller, karşılaştığı cahillikler ve savaştığı egolardan bahsediyorum.

Tüm bu dünyayı gözler önüne seren BluTV’nin yeni dizisi Deneme Çekimi sizi eğlence sektörünün çok dillendirilmeyen kuytu köşelerine çağırıyor. Tabii o köşeler evrensel. Sadece bir sektör dizisi olarak bakmak haksızlık olur. Ego savaşlarının yaşanmadığı bir iş dalı var mı?

Çok geniş bir kitleye hitap ediyorsun. Seninle ilgili ne zaman bir şey paylaşsam hemen Fatoş yengem arar, “Aslı’ya bayılıyorum,” der. Bizim yaşlar zaten bayılıyor, çocuklar da ilgili. Kitlen çok organik ilerliyor, bunun keyfini çıkarabiliyor musun?

Evet, çok doğru bir noktaya parmak bastın, çok enteresan, herkes aynı şeyi söylüyor. Her sene kendini 20 bin, 30 bin katlayan bir kitlem var, 10 senedir bu böyle. Çok niş, sayıca belki az ama nitelik olarak kuvvetli bir kitleye hitap etmeye alıştım.

Bunun konforu da başka tabii. Babamı kaybettiğim süreçte bazı endişeler yaşadım. Bir senedir içerik üretmiyorum, şimdi hepsi kaçıp gidecek diye düşünüyordum. Ama orada enteresan bir şey oldu,
takipçilerimin bana alan açan, beni gerçekten ben olduğum için, her şeyimle, hatamla, durgunluğumla, sıkıcılığımla seven insanlar olduğunu keşfettim.

Bu bana sayıca az ama nitelikli bir kitleye yıllardır yol arkadaşlığı yaptığımı hatırlatıyor. O anlamda da tabii ki paha biçilemez bir şey.

Ama sen bunu yeterli bulmuyor musun?

Yeterlilik değil de zaman zaman şeytan aklımı çelmiyor mu? İçimde, ya bu kadar yıldır uğraşıyorsun, hâlâ bir eşiği geçemedin, gibi bir eleştirel ses konuşmuyor desem yalan olur. İnsanoğlu böyle, hiçbir zaman olduklarıyla yetinmiyor.

Babamın kaybından sonra biraz daha öğrendim. Bu bana yetiyor, bazen artıyor da. Ne mutlu bana, bak yıllardır ne yaptıysam kendi başıma yaptım, üreterek yaptım. Bunu son iki senedir kendime daha sık hatırlatıyorum.

aslı inandık

Hatırlatman lazım çünkü bu yolu kendin seçiyorsun aslında. Deniyorsun da olmuyor diye bir şey de yok. Sen ana akımda bilinçli bir tercihle yer almıyorsun. Yoksa sen de bilirsin herhalde böyle sempatik, sakar bir kızı oynamayı. Yani bu alternatif şarkıcılarda da yaşanıyor bence. Duman dediğin grup Sezen Aksu coverıyla geniş kitlelere ulaştı. Mor ve Ötesi Yaz Yaz Yaz’ı, Kalben, İbo şarkısı söyledi de patladı. Yoksa alternatif müzik yapıp genele hitap edebilecekleri bir dinleyici yok ki bizde. İzleyiciler de aynı şekilde.

Evet, biraz da tercihim zaman içinde kaderime de dönüştü. Bağımsız sinema çok yakından takip ettiğim bir şeydi. Ne mutlu bana ki, bu süreçte sevdiğim filmlerin bir parçası olabildim. Aslında ana akımı kesinlikle kabul etmiyorum gibi bir yerde değilim.

Sadece orada da biraz idealist davranıyorum. İçime sinmeyen bir karaktere koşa koşa gitmiyorum ya da senaryoyu okuduğumda etik olarak yanlış bulduğum bir şeyde olacağımı hissettiysem yapmıyorum. Son dönem çıkan işlere bakıyorum, aralarında betonda açan çiçek diyebileceğim istisna, nadide diziler, filmler de yok değil.

O yüzden böyle bir diziyle, filmle yolum kesişirse neden olmasın, tabii ki çok isterim.

Sana baktığımızda ünlenmeye başladıkça daha popülerini yapayım derdindense daha iyi daha yeni neler yapabilirim, hangi konuyu deşebilirim gibi bir derdin var ki bu da seni uluslararası anlamda artist yapan faktörlerden biri. Sen kadınların komedideki yeni atağını başlatan isimsin bence. Yani senden önce en son herhalde kadın olarak Gülse Birsel’in yazdıklarına gülmüşüzdür. Kadın komedyen-erkek komedyen diye ayırmak istemiyorum ama ülkemiz için gerçekten yeni isimleri takip edebiliyor musun? Pınar Fidan, Seda Yüz epey eğlenceli, merak ediyor musun?

Elimden geldiğince hepsini izlemeye çalışıyorum, kadın-erkek diye ayırmadan. Yeni komedyenleri izlemeye çalışıyorum çünkü geride kaldığımı da hissediyorum bazen. “Bizim zamanımızda her şey daha iyiydi, gençler çok kötü biz iyiydik, biz kaliteli şey yapıyorduk,” diyen bir insana dönüşmek istemiyorum.

50 yaşıma geldiğimde 30 yaşında yeni nesil bir komedyene öğüt verirken bulmak istemiyorum kendimi.

Okul dönemi, konservatuardaki arkadaşlar, okula gitme yolculuğu derken çevrendeki insanlardan besleniyordun.

Şimdi bu gözlemlerin alanı daralmaya başladı çünkü artık ne olursa olsun daha konforlu bir hayat yaşıyorum. Bunun maddiyatla alakası yok, çevremdeki insanlar tek tipleşti, tekdüzeleşti. Yani eskiden öğrencimin annesine denk geliyordum, çok alakasız bir tip çıkıyordu. Bir yerde sıra beklerken önümdeki iki kişinin tartışmasına kulak kabartıyordum, o bana ilham veriyordu.

Birkaç senedir gözlem alanım daraldı. Dürüst olmam gerekirse sokakta tanınmaya başlayınca insanlar size olduklarından daha farklı davranabiliyorlar. Pek rahat davranmıyorlar ama komedyen için insanları olduğu gibi gözlemlemek önemli.

Dolayısıyla bu arayı sosyal medyada izlediğim içeriklerle kapatmaya çalışıyorum. Kendim için izliyorum, merak ettiğim için izliyorum. Hem destek olmak için izliyorum hem de hakikaten ne oluyor, yeni nesil komedi nereye gidiyor, nelere gülüyorlar, ben nelere gülüyorum? Statükocu muyum tutucu muyum eski şeylere mi gülüyorum?

Ama tabii ki gülüyorum, yeni komedyenlere de gülüyorum. Sevda’yla Pınar’ın içeriğini de çok seviyorum, çok gülüyorum tespitlerine, muazzam buluyorum. Ne mutlu, bence sosyal medya da bu anlamda hepimize imkân sağladı, dediğin gibi.

10 sene önce girdiğim için söylüyorum; biz girdiğimizde el yordamıyla yolumuzu bulmaya çalışıyorduk, onlar biraz daha bu anlamda ne yapacaklarını biliyorlar, ne yapmayacaklarını biliyorlar. Ben her tuşa bastım yani hiç filtreden geçirmeden 10 sene önce elime bir telefon aldım ve hiç kimse yoktu o zaman.

Sosyal medyada bu yolla sesimi duyurabileceğim aklımın ucundan bile geçmiyordu.

aslı inandık

Bir de her meslekte kadınlar varlığını kanıtlamaya çalışıyor gibi bir durum var, bunu sen de yaşadın değil mi? Komedide yeni birinin gelmesi zor, bir de kadın komedyen diye biraz hafife alan bir tarafımız da var maalesef.

İlk 5-6 sene pek de ciddi bir savaş verdim, Oben. Bazı platformlarda, “Kadın olmasa güleceğim ama son anda kadın olduğu aklıma geliyor, abi kadınlar leş ya işte güldürmüyorlar!” gibi yorumlar yapılıyordu. İnanılmaz bir linç kültürü var.

Kadın ol, erkek ol, komedi yap ya da sadece günlük yaşantını paylaş, sosyal medyada var olman bile bir linç sebebi bazen. O yüzden bununla savaşmak saçmalık gibi geliyor, bununla savaşmayı da bıraktım. İçerik üreten birçok kişiye zaten aynı linci yapıyor sosyal medya.

En son Deneme Çekimi’nde galiba linç yemedin değil mi?

İlk kez bir işim herkes tarafından sevildi, inanamıyorum buna. (Gülüyor) Deneme Çekimi hakkında atılan tweetleri okudum da herkes çok eğlenmiş, sektörden olan ya da olmayan. Ben zaten bir sektör dizisi olarak asla bakmıyorum.

Ben de çok sevdim. Sektöre yeni giren bir oyuncunun hayatını yansıtması adına, sektörü anlatması ya da işte son bölümden sonra ağzında kalan o tat, dizinin seni bıraktığı yer çok iyi. Yola nasıl çıktınız?

Semih Gülen, yönetmenimiz bana ulaştı ve yapımcımız Alara ile bir projesi olduğundan bahsetti. Ellerinde pilot bir bölüm vardı. İşte hafif hafif güldürmeyi hedeflediğimiz ama tamamen komedi diyemeyeceğimiz, dramedi türünde bir şey yazmak istedim diye anlattı Semih.

Benim okuduğum hali biraz daha farklıydı. Kübra’nın sosyal medya maceraları da olacaktı. Üzerinde çok tartıştık ve farklı iki hikâyeyi anlatmanın zorluklarını konuştuk yani hem sosyal medya ayağını yürüteceğiz hem sektörü tartışacağız, sektörü anlatacağız, zor.

Dolayısıyla tek bir şey anlatalım, skeç gibi olsun dedik. 15 dakikaysa tek bir yerde, tek bir mekânda geçsin.
Fazla ayağı olan bir şey olmasın ama çok katmanlı olsun, bir sürü duyguyu yaşatalım insanlara. Bu bir komedi dizisi mi diye sorduklarında hayır diyorum çünkü üçüncü bölümün sonunda hakikaten ağlayan arkadaşlarım oldu.

aslı inandık

Sen sonradan yazım aşamasına dahil oldun öyle değil mi?

Birinci bölümü şu an izlediğiniz hale Semih’le birlikte getirdik. Sonra Semih’in, gel diğer beş bölümü de beraber yazalım, teklifi üstüne dedim ki ben yazamam! Öyle bir deneyimim yok, ben senarist değilim. Bir deneyelim derken kendimi senaryo yazarken buldum.

İçine çekildim yani resmen, sinopsisi ben yazdım, diyalogları Semih yazdı. Bazı bölümler sinopsisi Semih yazdı, diyalogları beraber oluşturduk, böyle bir iş birliği oldu. Aslında hiç beklemiyorken senaryo yazar halde buldum kendimi.

Yapabildiğini görmüşsün en azından yani zaten niye yapmayasın da bu açıdan da önemli bir başlangıç oldu belki de. Bir de 15 dakikalık bölümler, harikasınız bu arada gerçekten, boşa vaktimizi almıyorsunuz.

Bunu denemek istedik. Çünkü bildiğim kadarıyla Türkiye’de çok fazla örneği yok bu 15 dakikalık formatın. Bir taraftan kolay da değil biliyor musun Oben çünkü 15 dakika içinde hem derdini anlatacaksın hem de insanları kıkırdatacaksın, bu biraz zorlayıcı.

Sadece sektör dizisi olarak kabul etmek haksızlık olur bence. Bildik egolar her meslekte var.

Evet, herkesin aslında iş yaşamında karşılaşabileceği türden persona var orada. Sadece başkalarının hayatında onlar yapımcı olmuyor da belki müdürü oluyor. Ya da benim yönetmen personasıyla gösterdiğim kişi onun çalışma arkadaşı oluyor.

Ama bu egolar insanın olduğu her yerde, bu baş etmek zorunda olduğumuz bir kaos.

Eskiden böyle şeyler çok normal gelirdi, aman işte o bilmem ne yönetmeni öyle davransa da olur, sen sesini çıkarma gibi, ama artık devir değişti. Onların kendilerini yükseltmeleri gerekiyor. Dizinin belki onları da bazı konularla yüzleştirmesi açısından pozitif bir etkisi olabilir. Kübra’daki iç sıkılmalarını sormak istiyorum. Asansörde kendi kendine konuşma sahnelerinde inanılmaz güzel. Herkesin yaptığı bir şey bu arada yani çok sağlıklı bir durum olduğunu öğrendiğimde acayip rahatlamıştım. Dizide de bu duyguyu çok iyi vermişsiniz.

Zaten bu iç sıkışıklığından çıkmış bir hikâye aslında Deneme Çekimi. Güzel olan tarafı o. Başımıza gelen komik anıları yazalım gibi bir fikirden çıksak bence öyle olmazdı, bu hissettiklerini hissetmezdi seyirci.

Komedi için bir sahne açmayalım, çıkıyorsa çıksın, dedik en başında. Bu sahne sıkıcı oldu, dur buraya birkaç şaka ekleyelim demedik. Çıkıyorsa durumdan çıksın, çıkmıyorsa da canı sağ olsun gibi bir yerden yola çıktık.

aslı inandık

Biliyorum ki sen çok fazla deneme çekimine gitmedin, çok fazla audition vermedin. Sosyal medyadaki videolarının hepsi audition niteliğindeydi çünkü.

Evet, doğru, auditiona dair çok fazla tecrübem yok ama insana ve problemlerine dair tecrübem yeteri kadar vardı. Galiba şununla da alakalı; herkes problemli insana denk geliyor ama bende ekstra bir durum var. Böyle insanlar çocukluğumdan beri ilgimi çekti hep.

Düz insan pek ilgimi çekmez yani çok iyi, fazla iyi, fazla defosuz birinde beni çeken bir şey yok. Garip bir tip gördüm mü izlerim. Arıza biri gördüm mü hemen nasıl bir tipleme çıkarabilirim diye düşünürüm. İçten içe öfkelenirim ama tabii o dönemler çok toy olduğum için sesimi çıkaramadığım olmuştur.

Eve gelip ya da o asansör sahnesindeki gibi ağladığım, ben nasıl var olacağım bu sektörde, bir şey de söyleyemiyorum, gıkımı da çıkaramıyorum, dediğim anlar oldu. Çünkü onlar her yerdeler ve sen çok güçsüzsün.

Doğru, çok güçlüler. Hem cahil hem de güçlüler. Dizide de bir cehalet konusu var. Özellikle çalıştığın yerde üstün ise insanın cehaletine hiçbir şey diyemiyorsun. Mesela sana yapımcın orada soruyor ya, Mevlana’yı tanıyor musun? Korkunç bir an değil mi? Bir psikiyatrdan online terapi alıyordum. Sigmund Freud diye bir adam var psikolojide, psikanaliz diye bir terapi yöntemi bulmuştur diye anlatmaya başladı. O günden sonra aramadım tabii ki. Nasıl inancın olabilir ki? Ve bunlarla yaşamak zorundayız. Dizinizi o anlamda aşırı sevdim.

İnsan var olduğu sürece bu çatışmalar da olacak, egolar da olacak. Masaya Oben ve Aslı olarak oturmuyor bir yerden sonra insanlar, titrler oturuyor. Özellikle bizim ülkemizde böyle. Bilmem neyin yönetmeniyim ben, diye oturuyor. Müzik sektöründe de böyle. Ben müzik okudum ve 14 yaşımdan beri şununla büyüdüm, şimdi anlıyorum saçmalığını: İsminle varsın.

Senin karakterinin, kim olduğunun önemi yok. Şimdi de görüyorum bunu. O yüzden de, dünyayı kurtarmıyoruz, sakin, demek geliyor insanın içinden. Bir taraftan da malzeme verdi. Şükür diyorum, yıllarca böyle insanlarla bir şekilde karşılaştım ki bu beni besledi. Ve bana bir şey yazdırdı. O yüzden çok seviyorum yaptığım işi. İnsanla çünkü benim işim.

Bir de ünlü konukları var dizinin. Onlar da bir sürü hatırayla gelmiştir herhalde, değil mi? Kahveci sahnesinde Kaan Urgancıoğlu’nu görünce acayip şaşırdım. Çok iyi bir yerde çıktı. Onlar da herhalde milyonlarca böyle anlardan geçmişlerdir sonuçta.

Gelen konukların hepsi çok iyi oyuncular. Hakikaten bizi kırmayıp geldiler. Minnettarız. Bir de gelen herkes birtakım anıları ve yaşanmışlıklarla geldi. Hepsi aslında bu yollardan da geçti. Mobinge de maruz kaldı, belki hâlâ kalıyor.

Aslında bu proje bir nevi hepimizi ortak bir dertte buluşturdu, cebimizdekileri ortaya koyduk ve oradan bir komedi yarattık.

Peki, genel anlamda soruyorum, bu deneme çekimi çok zor bir şey değil mi? İki dakika mı üç dakika mı artık ne oynuyorsanız onu oracıkta vermen gerekiyor. Oyuncu için stresli galiba, değil mi? Çok audition vermedin ama Özkan Yılmaz’a gittiğinde Soluk için herhalde bir gerilmişsindir, o günlere dönelim.

Soluk benim auditionla aldığım ilk projeydi, çok travmatik bir şey yaşadım diyemem. Özkan abi zaten çok yardımseverdi. Ne istediğini çok iyi biliyordu, ne almak istediğini çok iyi biliyordu, o yüzden çok doğru yönlendirdi beni.

Ama itiraf etmeliyim, ben hiç iyi bir audition verici değilim. Yani normalde yapabileceğim varsa da bir şey oluyor, yapamıyorum. Bazen tek bir sahne gönderiyorlar mesela. Karakter kimdir, necidir, nereden gelmiştir, ne zaman doğmuştur, sosyoekonomik durumu nasıldır? Bilmiyorsun.

Dolayısıyla bunlara dair hiç bir bilgi yokken elinde, karakteri yorumlaman da zorlaşıyor.

O anda aklına doğaçlama da gelmeyebilir, çok riskli anlar sanki.

Gelmeyebilir tabii, çok riskli. Normalde oyun alırım, dinlerim yönetmeni, saygı duyarım, denemeye çalışırım ama auditionda biri, bir de şöyle deneyelim dediğinde yapabilecek miyim acaba?

O kadar fazla karakterin var ki hâlâ yapabilir miyim acaba diye düşünmen enteresanmış. İlk filmin Aslı Gibidir’de sekiz ayrı tiplemeyle girdin hayatımıza. Bence yönetmenler adına joker rolünde kullanılabilirsin. Yani bir rolü kime verecekleri akıllarına gelmiyorsa, “Aa, Aslı oynar bunu ya!” diyebilirler.

Mesela yakışıklı kaslı bir erkek rolünde değil mi? Tabii ki ben de bekliyorum öyle şeyler. Mesela o an Kaan Urgancıoğlu meşgul, gelemiyor hemen Aslı’yı arayıp yani çok mantıklı ya da Pınar Deniz’i mesela o an müsait bulamıyorsun, aynı Aslı işte. (Gülüyor)

Biraz saçını değiştirerek neden olmasın.

Canım ama o da yani mesele mi?

Yeni heyecanından bahsetmek istiyorum. Peyk’le birlikte Hamiyet isimli müzikli oyuna başladınız. Çok merak ediyorum. Peyk’le nasıl buluştunuz?

Peyk’in solisti İrfan’ın bir hikâyesi aslında Hamiyet. Çocukluğuna dayanan bir hikâye. Annesinin en yakın arkadaşıymış Hamiyet. Akli dengesi yerinde olmadığı için yıllarca bulunduğu toplum tarafından dışlanmış. Darbe sonrası yani o kaotik Türkiye zemininde kendine yer bulamamış çünkü hayal dünyası çok geniş.

Bir taraftan sanatla ilgili ama tam da bu yüzden “deli” diye toplum onu etiketliyor. O dönem bu hastalıkların tanısı konmadığı için. Toplum ona kötü davranmış. Toplum onu kucaklasa belki iyiye gidecekti ya da bu hayal gücünü başka bir sanat eserine dönüştürerek kendini anlatacaktı.

aslı inandık

Çünkü hangimiz deli değiliz ki şu an zaten…

Yani. Kızları onu reddediyor. Sen bizi rezil ediyorsun her yere, diye evden atılıyor. Özetle evsiz kalıyor. Sokaklarda yaşamaya başlıyor. İrfanların evine ne zaman zaman gidip geliyor çünkü tek arkadaşı İrfan’ın annesi. İrfan’ın annesi ona kol kanat geriyor.

Türkiye’deki müzikallerin yanında farklı bir yere oturuyor Hamiyet. Bence bu anlamda çok değerli. Türk müzikali. Özellikle 80’ler Türkiye’si dokusu. Müzikal ama alıştığımız müzikaller gibi değil. Biz Peyk şarkılarını müzikale uyarladık gibi oldu.

Oyun boyunca 8-9 Peyk şarkısı duyuyorsunuz. Bu anlamda hem Peyk hayranlarının, Peyk dinleyicilerinin hem de iyi bir oyun izlemek isteyenlerin, biraz ağlamak isteyenlerin bence içine girebileceği ve kopmadan izleyebileceği bir oyun yaptık. Işıl Kasapoğlu yönetti.

Bir yandan Işıl Bey’in rejisini izlemek, bir yandan Peyk’i de izlemek heyecanlandırdı. Ben ne zamandır canlı izlemedim onları.

Peyk de oynuyor bu arada yani herkes hem oyunun parçası hem grubun parçası. Ben söylüyorum şarkıları, diğer oyuncu arkadaşlarım da söylüyor. Biz de zaman zaman o müzik grubunun bir parçası oluyoruz. Onlar da zaman zaman oyuncu oluyor.

Yine bir alternatif sahne yaratmışsın kendine. Nerelerde oynayacaksınız?

Şu an için gezeceğiz aslında. İlk olarak 10 Ocak’ta Uniq’de gala yapacağız. Yeni yılda birçok farklı sahnede olacağız.

Peki, şimdi bunu bitirince kafan hemen ne yapacağım ben şimdi diye mi çalışıyor? Nasıl gidiyor?

Böyle olmak istemiyorum. Bunu da övünmek için ya da çok işkoliğim, sanat için yaratılmışım gibi bir yerden söylemiyorum. Ancak durduğum anda gelmeye başlar, bir şey yapmam lazım. Dışarı çıkmam lazım. Biriyle toplantıya girmem lazım. Yeni bir senaryo okumam lazım. Reddediyor da olsam ya da onlar beni istemeyecek olsalar da bir adım atmam lazım.

Ne yazık ki böyle… Zihnimin böyle küçük oyunları var. O yüzden şu anki planım biraz dinlenip senaryo okuyup önüme bakmak, dengeli bir şekilde. Şimdi biraz fazla drama gelmeye başladı ama komediyi de seviyorum.

Ne burayı tam kaybetmek istiyorum ne de sadece komedinin üstüme yapışıp kalmasını istiyorum.

Sosyal medyada boşlamazsın değil mi bizi?

Sosyal medyaya devam etmek istiyorum. Çok seviyorum çünkü, eğleniyorum. Bazen evde otururken aklıma bir şey geliyor ve bu beni güldürüyor. Heyecanlanıp ön kamerayı açıyorum. İçimden geldiği an içimden geleni durdurmak istemiyorum. Ya da izleyenler cringe mi bulur acaba diye düşünmek istemiyorum.

Bir gün artık hiç ilham gelmezse o zaman düşünürüm ama hayatımda üreterek var olmayı istiyorum. Öyle ya da böyle…

Peki, yeni yıldan beklentin ne?

Yaşamayı sürdürmek istiyorum sadece. Tabii ki işle ilgili çok fazla hayalim var. Mesela Deneme Çekimi’ni yazdık, ikinci sezon olsun istiyorum. Şimdi konuşuyoruz üstüne. İkinci sezonu da böyle kolaylıkla yazabilelim Semih’le beraber. Kolaylıkla aksın.

Ama bütün bunlar bir yana, durup kendimi takdir edebilme ve dinlenebilme hakkını da tanımak istiyorum kendime. Hakikaten hemen bir adım sonrasını görüp onu hedeflemek istemiyorum. “Ya, bak ne güzel şeyler yaptın Aslı…”

Bunu kendime daha sık söylemek istiyorum.

Bu röportaj, Episode’un 52. sayısında yayımlanmıştır.

Oben Budak

Basın hayatına Kral TV ve Star'da programlar yaparak başladı. Ardından haftalık Aktüel dergisi ve Harper's Bazaar için çalışmaya başladı. Uzun süre FHM dergisini yönetti. Röportajları bugüne kadar bazı dergi ve gazetelerde yayınlanmaya devam ediyor. Halen Türkiye'nin ilk ve tek dizi kültür dergisi Episode'un Genel Yayın Yönetmenliğini yapmaktadır. Aynı zamanda çok satan Falan Filan adlı kitabın da yazarıdır.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir