Poor Things: Feminist Bir Frankenstein Anlatısı ve Yorgos Lanthimos’un Distopik Mitleri
Yunan Tuhaf Dalgası’nın ya da Yunan Yeni Dalga Sineması’nın öncüsü ve aynı zamanda dünya çapında tanınan yıldızı Yorgos Lanthimos, her filminde ölçeğini biraz daha büyüten yönetmenlerden. Bunda elbette ki Olivia Colman’a “En İyi Kadın Oyuncu” Oscar‘ı kazandıran The Favourite (Sarayın Gözdesi) ile birlikte Hollywood’a transfer olmasının ve kariyer eğrisinin etkisi var.
Yorgos Lanthimos, minimal sinema anlayışı ile başladığı kariyerinin onu getirdiği yer itibarıyla artık daha büyük filmler yapıyor ama bunu yaparken de kendi sinemasını oluşturan simgeler dizisinden, temalardan ve kalıplardan vazgeçmiyor. Ancak Lanthimos’un sinemasını oluşturan örüntüleri ve modern dünyanın normatif düzenine saldıran paradigmasını daha iyi kavrayabilmek için Yunan Tuhaf Dalgası’nın köklerini de kazmak gerekiyor.
Öncelikle 2000 sonrasındaki çağdaş Yunan sinemasında, 2008’de yaşanan ağır ekonomik krizin, politik sorunların ve yönetimsel istikrarsızlığın büyük bir etkisi var. Krizin toplumsal olarak yarattığı buhran, sosyal çürüme ve mağduriyet, dönemin sosyal, siyasal ve kültürel dengelerinde de bir kırılmaya yol açtı.
Bu sebeple Yunan Yeni Dalgası‘nı Lanthimos ile birlikte oluşturan Efthimis Filippou, Alexandros Avranas, Athina Rachel Tsangari, Elina Psykou, Panos H. Koutras, Babis Makridis, Christos Nikou gibi isimlerin görüşünde de benzer içsel problemler, kimlik bunalımları, estetik tercihler ve absürt “deadpan” mizahı yer alıyor.
Bu postmodernist ve yenilikçi akımın amacı da otoriteye, geleneksel değerlere baş kaldırmak üzerinedir. Muhafazakar, ataerkil düzenin ve ideolojik aygıtların iğdiş ettiği benlikler, dışavurumcu bir provokatiflik üzerinden ele alınır. İktidar, hegemonik ilişkiler, Hristiyan ahlakı, din, ulus, aile ve cinsellik gibi kavramlar da sert, soğuk, karanlık toplumsal alegoriler ile paramparça edilir.
Kapalı Toplum, Baskıya Maruz Kalan Psişe ve Aile Bir Virüstür
Buradan Yorgos Lanthimos’un kendi sinemasına, imgelerine ve anlatı kalıplarına dönecek olursam, sanırım Michel Foucault’ya ve onun iktidar analizlerine de bir atıfta bulunmak gerekiyor. Foucault’nun “juridico-discursive” olarak ifade ettiği geleneksel iktidar modeli, hükümranlık, yasa, yasaklama ve itaat mekanizmalarına dayanır.
Öznenin oluşumu da bu erk ile sağlanır. İktidar özneyi ürettiği söylemlerle kurar, biçimlendirir, inşa eder. Belirli bir ideoloji doğrultusunda yeniden üretilen özne ise egemen gücün düşüncesini ve eril sistemin normlarını yutar.
İşte Yorgos Lanthimos, filmlerinde bu kapalı toplum yapısını, kontrol edilen benlikleri ve vahşi kapitalist düzenin yarattığı değerleri tüm kurnazlığıyla altüst eder. Ayrıca ana akımın kahraman arketiplerini yıkmaya bayılan Lanthimos; deneysel senaryoları, duygusuz, ifadesiz, yabancılaşmış karakterleriyle ve bir gözlemci olarak kullandığı kamerasıyla içinde yaşamak zorunda olduğumuz hastalıklı dünyaya, düzene ayna tutar.
Sahip olduğu agresif sinema dili ile mizansen tasarımları, kusurlu kadrajları ve farklı lens kullanımları da bir bütünlük sağlar.
Dolayısıyla bireyin karmaşık iç dünyası ile uyumlanılamayan dış dünya Yorgos Lanthimos açısından hayli önemlidir. Bu noktada Carl Gustav Jung’un gölge arketipine de bir parantez açmak gerekir. Gölge arketipi; bireyin kendi kişiliğinin kötü, reddedilen, bastırılan ya da korkulan yönlerini tanımlar. Lanthimos, Jung’un gölgesini alır ve en ilkel, en hayvansı dürtüleri dışavurumcu bir biçimde açığa vurur.
Dogtooth‘tan beri yaptığı biyopolitik vurgular, toplumsal cinsiyet rollerine dair mesajlar ve kurduğu distopik evrenlerdeki alegoriler de sinemasını tanımlar. Bu nedenle modern dünyadaki iktidar-özne ilişkisinde ve toplumsal cinsiyet rollerinde kritik bir öneme sahip olan aile kurumu, Lanthimos açısından özellikle yok edilmesi gereken bir kurumdur.
Yorgos Lanthimos her filminde ataerkil sisteme ve bu sistemin ideolojik devamlılığını sağlayan imgeler bütününe bir şekilde saldırır. Dogtooth, The Lobster ya da The Killing Of A Sacred Deer filmlerinde yarattığı mitik bağlamlar da bunu açıkça gösterir.
Yorgos Lanthimos’un sinemasının ve distopik mitlerinin temellerini anlattığıma göre son filmi Poor Things‘e geçebiliriz.
Steampunk Bir Evrende Özgürleşen Kadın ve Kırılgan Erkek Egosu
Doğrusu prömiyerini 80. Venedik Film Festivali‘nde yapan ve bu festivaldeki en prestijli ödül olan Altın Aslan’ı kazanan Poor Things, yılın en merak edilen yapımları arasında yer alıyor. 96. Akademi ya da Oscar Ödülleri için de 11 adaylık elde eden film, En İyi Film ve En İyi Yönetmen kategorilerinde de yarışacak.
Yorgos Lanthimos’un The Favourite filminden 5 yıl sonra gelen Poor Things, İskoçya’nın çağdaş edebiyatındaki en önemli isimlerden olan Alasdair Gray’in aynı isimli romanına dayanıyor. Öncelikle Gray’in modern dünyanın yarattığı yabancılaşma hissine karşılık fantezi ve üstkurmaca oyunlarıyla buluşan alaycı metinlerinin Lanthimos’un evrenine tam anlamıyla oturduğunu belirtmem lazım.
Bu bağlamda Poor Things romanı da yeni geldiği dünyayı çocuksu bir iştahla öğrenmeye çalışan Bella Baxter’ın öyküsünü ilham verici bir şekilde ele alıyor. Bir yanıyla postmodernist bir Frankenstein anlatısı olan bu eser, sıradanın ötesine geçen ve Viktorya Dönemi ahlakını yerden yere vuran bir kurguya sahip.
Yorgos Lanthimos bu güçlü metnin iskeletini alıyor ve kendi sinemasına enjekte ediyor. Tabii bu filmin senaryosunda da Tony McNamara’nın imzası olduğunun altını çizmek lazım. The Favourite‘ın da senaryosunu yazan McNamara yine olağanüstü bir iş çıkarıyor ve Lanthimos’un elini hayli rahatlatıyor. Bir ustalık yapıtı olarak kabul edilebilecek Poor Things, steampunk esintili kurmaca Viktorya Dönemi’nde Mary Shelley’nin Frankenstein‘ını tersine çeviriyor.
Her filminde aile kavramına, toplumsal cinsiyet rollerine, eril iktidara ve dış dünyadaki normatif düzene bir biçimde yapısöküm uygulayan Lanthimos, Poor Things‘te de bunu yapıyor ve Jung’un gölge arketipinin ön planda olduğu kendine has, tuhaf bir mit yaratıyor.
Ancak bunu yaparken prodüksiyon tasarımı ve makro evren inşası ile de göz alıyor, masalsı bir gerçeküstücülük kuruyor. Filmin görüntü yönetmeni Robbie Ryan’ın da bu alanda hakkını vermek gerekiyor. The Favourite‘ta da birlikte çalışan Lanthimos – Ryan ikilisinin bu film için tercih ettikleri alan eğriliği yaratan petzval, zoom, balık gözü ya da geniş açılı lensleri de kurulan fantastik ve alternatif dünyayı tamamlıyor. Sinematografik detaylarıyla The Favourite‘ın da üstüne çıkan Poor Things, arka planları ve artırılmış ışıklandırmalarıyla da şiirsel bir görünüm sunuyor.
Açıkçası bir yanıyla Bride of Frankenstein (Frankenstein’ın Gelini) ile de bağ kuran Poor Things, tam da bu zamana uygun feminist bir yapım. Toksik ve kırılgan erkek tahakkümü ile de layıkıyla alay eden film, Hristiyan ahlakı ile oynayarak anaerkil bir önerme ve özgürleşen kadın temsili de sunuyor. Emma Stone ve Mark Ruffalo’nun performansları ise kariyer zirveleri olarak parlıyor.
Sonuç olarak Yorgos Lanthimos, Poor Things ile ustalık dönemine geçtiğinin sinyallerini veriyor ve sinemasını bir üst noktaya taşıyor.