‘The Penguin’: Gotham İçinde Açılan Farklı Kapılar ve ‘The Sopranos’a Göz Kırpan Bir Mafya Hikâyesi
Kasım demek Ankara Film Festivali demektir – 1
Kasım demek Ankara Film Festivali, güzel bir Büyülü Fener akşamı, keyifli filmler ve o filmlerde yer alan insanların seyirciyle buluşması demektir.
Bu sene buruktuk zira Festival Başkanı İnci Demirkol’u kaybettik ve bunun derin bir hüznünü yaşıyoruz. Senelerdir Ankara sineması için verdiği emekler göz ardı edilemez. Festival ekibi de bunu en iyi bilen insanlar pek tabii… Değerli İnci Hoca’nın da isteyeceği gibi festivale bu sene de devam edildi. Festival açılışı ve ilk günün başında İnci Demirkol için anma töreni yapıldı. Episode ekibi olarak sevenlerine sabır ve baş sağlığı diliyoruz.
Bu sene festival kapsamında kendi türlerinde epey güzel filmler izledik. Bunlardan pazartesi gösterime giren Gülizar, Fidan, Döngü ile salı günü gösterime giren Köpek ve Kurt Arasında hakkında konuşarak başlayalım. Ayrıca dünya sinemasından Toxic filmini ekledik.
Gülizar
Yarışma filmlerinin açılışını Belkıs Bayrak’ın ilk uzun metrajlı filmi Gülizar ile yaptık bu sene. Çok güçlü olmasa da anlamlı bir açılış olduğunu kabul etmemiz gerekiyor, zira ülkemizde kadınların sık sık yaşadığı önemli sorunlara değiniyor film.
Gülizar, baba evinden kaçıp kendi düzenini kurmak için evlenen genç bir kadındır fakat düğün hazırlıklarını yapmak için nişanlısı Emre’nin yanına Kosova’ya giderken cinsel saldırıya uğrar. Yaşadığı travma onda ciddi bir hasar bırakır fakat başından geçenleri Emre’ye anlatmaya çekinir. Sağlık kontrolü sırasında Gülizar’ın kolundaki darbeler sonucu olay ortaya çıkar ve bu da işleri epey karıştırır.
Filmin açılışı bile Gülizar’ın evden kaçma isteğini çok net hissettiriyor seyirciye. Annesiyle arasındaki diyaloglara baktığımızda Türkiye’de kız çocuğu olmanın büyük yükler getirdiğini, özellikle anne-kız ilişkisinin çatışma halinde olduğunu görüyoruz. Gülizar, adeta annesinin gölgesinden kurtulma çabası içinde. Başka bir ülkeye gidip bambaşka bir hayata başlamak için sabırsızlanıyor ama heyecanlı ve mutlu da değil.
Yönetmen ve senarist Belkıs Bayrak söyleşisinde, “evliliğin çok mutlu bir gün olmak zorunda olmadığını” vurguladı. Filmde de zaten görüyoruz ki, Gülizar ve Emre dışındaki herkes çok daha mutlu ve keyifliydi. Bunun ana sebebi Gülizar’ın tacize uğraması elbette fakat filmi izlerken benim kafama birçok soru takıldı bu yönde. Emre, Gülizar’ın başından geçen olayı ona anlatmadığı için hayal kırıklığına uğruyor fakat gerçekten ilk başta anlatsaydı olay gerçekten farklı olabilir miydi? Ayrıca Emre, Gülizar’ın tacizcisinin kim olduğuna kafasına takmış durumda. Kendini ciddi baskı altında hissediyor. Fakat burada Emre’nin koruyucu yapısının güçlü kadın imajı verilmek istenen Gülizar karakterinin önüne geçtiğini düşünüyorum.
Gülizar yoğun anlamlar taşıyan, muhafazakâr bir toplumun tacize bakış açısının güzel bir örneğiydi. Özellikle daha derinden bakıldığında, “Aman kimse duymasın!” diye bağırıldığını gösteren bir film var.
Fidan
Ayçıl Yeltan’ın ilk uzun metrajı filmi Fidan, çocuk ve minik bir kadın olmak arasındaki hüzünlü bir hikâye.
13 yaşında zeki bir kız olan Fidan sessiz birisidir. Annesi hasta olduğu için okul dışında hem ailesi hem de evle ilgilenmektedir. Genç kız, annesinin ölümüyle daha da sessizleştir ve babasıyla iyiden iyiye uzaklaşır. Uzak bir yerde lise kazanan Fidan bunu kimseye söylemez.
Duygusal boşluğu hissettiren yoğun bir anlatıma sahip olan film, küçük kızın yaşadığı sıkıntılardan dolayı izleyiciyi derinden etkiliyor. Fidan’ın konuşmadan çok şey anlatması, üzerindeki yükün de ağırlığının göstergesi. Ana konu Fidan olsa da Alican Yücesoy’un başarılı oyunculuğu ve yasla yoğun bir depresyon yaşayan Emir karakteri etkileyiciydi.
Üç nesilden üç farklı kadını izlediğimiz bu duygu dolu film, “kadının yuvası yine kadındır” hissini yoğun olarak verdi. Ayça Bingöl’ün canlandırdığı yenge karakteri, kendi yasını sorumluklarıyla karıştırmayan güçlü bir kadındı. Eğitimin öneminin vurgulandığı filmde final epey boşlukta bıraktı beni. Baba karakterinin değişken ruh hali ve pasifliği daha tatmin edici bir finali hak etmişti.
Döngü
Yönetmen Erkan Tahhuşoglu’nun sınıfsal ayrım ve vicdan konusunu ele aldığı temposu düşmeyen, izlerken merak uyandıran filmi Döngü, seyirciyi de tıpkı ana karakteri gibi yer yer ikilemde bırakıyor aslında.
Sevim, senelerdir Ayten için çalışan gündelikçi bir kadındır. Ayten’in bakıcılığını yapan Lena’nın işe girmesine vesile olan kişidir aynı zamanda. Evde yaşanan talihsiz bir kaza sonucu Lena’nın iyileşmek için uzun süre dinlenmesi gerekmektedir. Ayten’in oğlu Ergin, tazminatını vererek onu işten çıkartmak ister. Sigortası da olmayan Lena, aileye dava açar ve Sevim iki taraf arasında kalır.
Sevim doğruyu yapmak için çabalayan, hak yemekten korkan bir kadındır. Aynı zamanda ekmek kapısı olan Ayten’e çok sadıktır. Ona duyduğu saygı bir nevi Sevim’i körleştirir. Kendisine yapılan saygısızlıkları, dolduruşları görmezden gelir. Lena’nın iyileşme sürecinde kızı Demet’i çağırır yardıma. Süreç ilerledikçe Sevim bir şeyleri sorgulamaya başlar aslında. Ayten’i gerçekten tanıyor mu? Onun görmediği nasıl bir yüzü var?
Kaybetme korkusu çoğu zaman ağır basıyor belki ama Sevim’in vicdan muharebesini izlemek oldukça merak uyandırıcı. Oyuncu Serpil Gül, karakteri o kadar içine almış ki gerçekten bir Sevim varmış gibi hissettik.
Köpekle Kurt Arasında
Murat Düzgünoğlu filmi Köpekle Kurt Arasında psikolojik gerilim türündeydi. Film, anlam kazanmak için anlamsızca cinayet işleyen bir katilin hayatta kalma mücadelesini işliyor.
Orhan işten çıkarılmış, bunalımda olan genç bir adamdır. En yakını olarak gördüğü İzzet’i öldürür ve bunu herkesten saklar. Orhan cinayet sonrası hayatına devam eder fakat birini öldürmek bile anlamsızlığına anlam katmamıştır.
Sigmund Freud hepimizin içinde beslemeye hazır bir canavar olduğunu savunur. Özellikle kabul etmesek de vahşi yanlarımızın bizi olduğumuz kişiye çevirdiğine inanır. Bu yanlar sanıldığının aksine dile getirilmesi zor ve toplumsal ahlaka uymayan yanlardır. Bu, kimi için taciz, kimi için de öldürme içgüdüsüdür. Boşluk ve içsel çatışmaya düştüğümüzde olduğumuz kişiyi kendimiz seçiyoruz ve Orhan kendini tatmin etmek ve yaşadığını hissetmek için kötü yanıyla bağ kuran bir karakter. Kendini daha güçlü daha korkusuz göstermek, belki de yetersizliğine bahane bulmak adına korkunç bir cinayet işliyor. Ama dikkatli izlenildiğinde İzzet karakterinin Orhan’a yardım ederken onu sık sık küçümsediğini fark edebilirsiniz. Orhan aslında yoğun bir boşluk duygusu yaşıyor ve İzzet bunu gereksiz görüyor.
Varoluş sancısı ele alan filmin finali maalesef beklenmedik bir şekilde beni hayal kırıklığına uğrattı. Böylesine yoğun bir deneyim sunarken daha güçlü bir kapanış ummuştum.
Bonus: Dünya Sinemasından – Toxic
Saulė Bliuvaitė’nin ilk uzun metraj filmi olan Toxic, bir nevi çocukluğunu yaşamayan kadınlar hakkında. Çıkış yolu bulamak için her şey mübah mıdır?
Yaşadıkları yerden çıkıp yeni bir hayat kurmak isteyen genç kızların model olma çabasını Kristen ve Marija’nın gözünden izliyoruz. Nefretle başlayan bir dostluğun kendini keşfetme öyküsüne dönüşüne şahitlik ediyoruz. İkili cinsel yönelimlerini de çözmeye çalışıyor ve aralarında yoğun bir çekim var.
Kristen’in bir sahnede Barbie’yle oynarken sigara içmesi çok etkileyiciydi. Sadece kaçmak için büyümeye çalışan ufak bir kız çocuğunun içten içe bir şeylere adapte olmaya çalışması yürek burktu.