Fernando Cayo: “Albay Tamayo, zıtlıkların karışımı”

 Fernando Cayo: “Albay Tamayo, zıtlıkların karışımı”

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de birçok tutkulu hayrana sahip La Casa de Papel, dördüncü sezonuyla da büyük ilgi topladı. Bir süre önce bu yeni sezona dair bir yazı kaleme almıştım. Ardından şimdi de bir görüntülü konuşma programı üzerinden dizinin oyuncuları Fernando Cayo ve Mario de la Rosa ile söyleştik.

Üçüncü sezonda diziye katılan Fernando Cayo, Albay Tamayo karakterini canlandırıyor. Diziye sonradan katılsa da hemen benimsenen tecrübeli oyuncu Fernando Cayo ile hem kariyerini hem de La Casa de Papel’i konuştuk.

Keyifli okumalar dileriz. 

“Bence ‘La Casa de Papel’i bir çizgi roman gibi düşünmeliyiz. Bir tarafta Robin Hood’umuz var; yani, Profesör’ün çetesi. Öbür tarafta devlet ve yasalar var.”

Öncelikle karantinada olmaya alışabildiniz mi? Günleriniz nasıl geçiyor?

İlk olarak, Kovid-19 hastalığıyla mücadele eden herkese geçmiş olsun demek istiyorum. Bu hastalıktan dolayı yakınlarını kaybedenlerin de başı sağ olsun. Burada, İspanya’da salgının en kötü noktasını geride bıraktığımızı düşünüyorum. Bu çok iyi. Kişisel olarak La Casa de Papel’in dördüncü sezonu yayınlandığından beri günlerim gazetelere röportajlar vermekle geçiyor. Dünyanın her yerinden insanlarla iletişim kuruyorum, şimdi seninle kurduğumuz gibi. Bu şahane bir şey. Dizi sayesinde birçok insanı neşelendirdiğimizi, eğlendirdiğimizi görmek çok güzel. Böyle tuhaf bir zamanda herkesin buna ihtiyacı var.

Çoğu Türk izleyicisi sizi ‘La Casa de Papel’ ile tanıdı ama aslında deneyimli bir oyuncusunuz. Biraz kendinizden ve kariyerinizden bahseder misiniz? 

Bu mesleği 30 yıldan beri yapıyorum. Tiyatro oyunlarında, sinema filmlerinde, televizyon dizilerinde oynadım. Kariyerime Madrid’e yaklaşık 200 kilometre uzaklıktaki Valladolid şehrinde başladım. Ne büyük ne küçük bir şehirdi Valladolid ama çok güçlü bir kültür yaşamına sahipti. Orada, Tiyatro Okulu’nda öğrenim gördüm. Ardından İtalya’ya gittim ve büyük usta Antonio Fava ile çalıştıktan sonra İspanya’ya dönüp çalışmaya başladım.

1998’de Manos a la Obra adlı, epey başarılı olan komedi dizisinde oynadım. Televizyon dünyasına ciddi şekilde girişim böyle oldu. Ama aynı zamanda tiyatro oyunlarında ve sinema filmlerinde de rol aldım. Üçü arasında gidip gelmekten, farklı teknikleri aynı anda deneyimlemekten hep zevk aldım.

“‘La Casa de Papel’i bu kadar sürükleyici ve popüler kılan şeylerin ardında Alex Pina’nın dehası yatıyor.”

Peki hangisini daha çok seviyorsunuz? Sinemayı mı, televizyonu mu yoksa tiyatroyu mu? 

Aralarında ayrım yapamam. Üçünden de ayrı zevk alıyorum. Üçünde de iyi oyuncularla, yönetmenlerle, harika insanlarla çalışma fırsatı buldum. Hepsinden bir şeyler öğrendim.

Birlikte çalıştıklarınızdan bahsetmişken, ‘La Casa de Papel’in yaratıcısı Alex Pina çok önemli bir isim. Bu onunla ilk çalışmanız mı? 

Hayır, birlikte ilk çalışmamız Los hombres de Paco dizisiydi. Dizinin yönetmenlerinden biri de, bence bir dahi olan Jesus Colmenar’dı. Alex Pina da dizinin yaratıcısıydı. O dizi de bir suç hikayesini anlatıyordu ama komik ve eğlenceli bir şekilde.

Alex Pina’yla çalışmak nasıl bir deneyim? 

La Casa de Papel‘i bu kadar sürükleyici ve popüler kılan şeylerin ardında Alex Pina’nın dehası yatıyor. La Casa de Papel‘in kamera arkasında bir çeşit rüya takım var: Alex Pina, Jesus Colmenar gibi bir yönetmen, Javier Gomez Santander ve Esther Martinez gibi yazarlar, Migue Amoedo gibi bir sinematograf… Hepsi birer dahi. Bizim için işi kolaylaştırıyorlar. Böyle büyük ve becerikli isimlerle çalışmak hep daha kolaydır ve işinize daha iyi odaklanırsınız.

“Tamayo, Albay Prieto’ya göre işin daha çok içinde.”

Canlandırdığınız Albay Tamayo karakterini nasıl tarif edersiniz, sizin bakış açınızla kimdir Albay Tamayo? 

Albay Tamayo, zıtlıkların karışımı. Bir asker ve ülkenin istihbarat servisinin başı, zeki bir adam. Güçlü biri. Ancak öte yandan çok da eğlenceli bir karakter. Diğer karakterlerle diyaloglarının birçok kişiyi güldürdüğüne eminim. Sonuçta Tamayo, bu iki yönüyle bir karışım. Senaryo önüme ilk geldiğinde karakterdeki bu zıtlığa bayılmıştım.

Tamayo’dan önce işin başında Albay Prieto vardı. Tamayo ile Prieto’nun farkları neler sizce? 

Bence Tamayo’nun hükümetle ilişkileri ve eylemleri Prieto’ya göre daha açık. La Casa de Papel‘in ilk iki sezonunda operasyonu Raquel Murillo yönetiyordu, yani yeni adıyla Lisbon. Prieto ise bir çeşit gözlemci ve danışmandı. Kontrol Prieto’da değildi. Ancak Tamayo operasyonun başında, operasyonu Alicia’yla birlikte yönetiyor. Prieto’ya göre işin daha çok içinde.

Tamayo aslında anlatının kötüler tarafında yer alıyor. O, devletin temsilcisi ve bu anlatıda devlet kötü. Siz ‘La Casa de Papel’deki kötü – iyi çatışmasını nasıl görüyorsunuz? 

La Casa de Papel‘i bir çizgi roman gibi düşünmeliyiz. Bu çizgi romanda farklı parçalar bulunuyor. Bir tarafta Robin Hood’umuz var; yani, Profesör’ün çetesi. Çeşitli sorunları olan marjinal insanlar. Öbür tarafta devlet ve yasalar var. Bu ikisi arasındaki çatışma aslında sosyal bir meseleyi ele alıyor ve Profesör’ün çetesinin, yani Robin Hood’un dünya için gerekli olduğuna inanıyoruz. Ama bence Tamayo çok kötü biri değil. Onun kişiliğinde sorunların etik ve etik-dışı çözümleri arasındaki zıtlığı görebiliyoruz. İçinde bir çatışma yaşıyor.

Röportajımızın sonuna yaklaştık. Gelecek projeleriniz nelerdir? 

La Casa de Papel‘in yeni sezonu. (Gülüyor) Ancak bununla ilgili hiçbir bilgi veremem çünkü sır. (Gülüyor) Tabii geleceğe dair kesin bir şeyler söylemek zor bugün, geleceğimiz biraz koronavirüs salgınına bağlı.

Son olarak, okurlarımıza İspanyol yapımı dizi ve film önerebilir misiniz? 

Elbette. Bence şu an mutlaka izlemeniz gereken iki İspanyol yapımı dizi var: Biri, La Casa de Papel tabii. Diğeri ise Elite. Benim de rol aldığım Mar de plástico dizisini de önerebilirim. O da bir suç dizisi.

Vakit ayırdığınız için teşekkürler. Okurlarımıza bir mesajınız var mı? 

Ben teşekkür ederim. Türkiye’deki tüm izleyecilerimize ve okurlarınıza destekleri için teşekkür ediyorum. Türkler, İspanyollar, Araplar, Fransızlar… Hepimizin kardeş olduğunu düşünüyorum. Hele bugünlerde, en çok ihtiyacımız olan şey dünya çapında dayanışma. Bunu unutmamalıyız.

Onur Bayrakçeken

1994 yılında İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Annesinin başucunda okuduğu kitaplarla okumayı, ilkokul hocasının teşvikiyle yazmayı sevdi. İflah olmaz bir müzik tutkunu. İki şiir kitabı var (devrilmiş fil hüznü, devingen gömüt), bir de "Prekazi: Vurdu, Gol Oldu!" (Mylos Kitap, 2019) nehir söyleşi kitabını hazırladı.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir