Röportaj: ‘Kızılcık Şerbeti’nin Başrolleri Evrim Alasya ve Sıla Türkoğlu

 Röportaj: ‘Kızılcık Şerbeti’nin Başrolleri Evrim Alasya ve Sıla Türkoğlu

Başkalarının hayatına karışmadan yaşamayı, onlara hak vermeyi başarabilir miyiz? Peki, bazı konulara yanlış yerden bakıyor olabilir miyiz? Bu ve benzeri soruları insanın kendisine sormasını başaran ve tartıştıran yapımlar her zaman öne çıkıyor. Geçtiğimiz sezonda insanların “Benim psikolojik hastalığım ne acaba?” diye kendini sorguladığı Kırmızı Oda’dan sonra yeni bir fenomen dizi Kızılcık Şerbeti herkesin dilinde. Yaşam tarzları bir hayli uzak iki ailenin birbirini anlamaya çalışmasını izlerken herkes kendinden bir parça buluyor bu yüzden. Birbirimize oldukça hoyrat davranırken bir dizinin konu hakkında düşündürmesi çok önemli.

Aslında Evrim Alasya ve Sıla Türkoğlu çekimini ocak ayının ilk günlerinde yapmıştık. Ama deprem yası dönemi başlayınca paylaşmak içimizden gelmedi. Şimdi biraz olsun normalleşme konuşmalarının yapıldığı bugünlerde röportajı sunuyoruz. Dizide yaşananlar gibi bu röportajda söylenenler de barışma hatta tanışma hikâyelerine vesile olur umarım.

Evrim Alasya

Çekimleri çok önce yapmıştık ama deprem felaketi olunca dergiyi yayınlamadık. Hepimize geçmiş olsun. Konu hakkında söylemek istediğiniz bir şey olur mu?

Tarifi mümkün olmayan bir acı yaşadık. Toparlanması uzun sürecek bir acı bu. Bundan sonrasını konuşmak lazım artık. Bu ülke deprem ülkesi. Bunun için somut eylemler nelerdir, nasıl önlem alınmalı, ülkece bunun için hep birlikte bu konuyla ilgili neler yapılmalı..? Depremi kader olmaktan artık çıkarmalıyız. Bireysel olarak bunun için çok çaba sarf etmeyi kafama koydum. Buradan da herkese çağrım olsun.

Ekranların bu sezon en çok konuşulan işlerinden Kızılcık Şerbeti’nde, Kıvılcım karakterini oynuyorsunuz. Kızılcık Şerbeti’nin bu kadar konuşulmasını bekliyor muydunuz? Farklı yaşam tarzlarını iki aile ve onların çatışmaları üzerinden anlatan bir dizi Kızılcık Şerbeti. Projeyi ilk okuduğunuzda neler hissettiniz, tedirgin etti mi bu durum sizi?

Bu işi ters köşe bir iş olduğu için kabul ettim. Anlattığı konu, toplumsal olarak ana konumuz. Bir türlü aşamadığımız ve yanlış yerlerden bakıp birbirimizi hırpaladığımız bir konu. Bu hikâyeyle herkesi hem kendisiyle yüzleştirecek hem de herkes önyargılı olduğu kişilerin yaşamlarıyla yüzleşip onları anlayıp empati kurabilecek diye düşünüyorum çünkü biz empati yapmayı pek bilmeyen bir toplumuz. Herkes kendisiyle çok meşgul. Bu iş o açıdan beni çok heyecanlandırdı. Herkesin insan olarak zaaflarıyla, korkularıyla, sıkışmışlıklarıyla aynı yerde olduğunu gösteren bir iş, belki başkalarına da hak vermeyi öğrenebiliriz bu işle, kim bilir!

İlk bölümden sonra verilen olumsuz tepkiler, bölümler ilerledikçe azaldı sanırım… İlk bölümden sonraki tepkiler size neler düşündürmüştü?

Evet, çünkü hepimiz önyargılıyız. Sadece bir tanıtımla insanlar bana o kadar rencide edici şeyler yazdılar ki! Ne kadar kolay artık herkes için karşısındakini yok etmek! Nasıl önyargılı, vahşi ve acımasızız birbirimize karşı, çok daha net gördüm. İnsanlar “yazdığım bir kelime karşındakine nasıl bir yıkım yaratır” diye düşünemeyecek uyuşuklukta yaşıyor maalesef. Bana yazdıklarının onda birini ben söylesem siz düşünün neler olur, biraz adap diliyorum her birimize!

Evrim Alasya

Kıvılcım çok köşeli bir karakter. Önyargıları, kalıpları, kuralları var. Kıvılcım’ı siz nasıl tanımlarsınız? Kıvılcım’a bir dost tavsiyesi verseniz ne olurdu?

Kıvılcım, kurallı bir kadın. Birtakım kurallarla düzenini korumaya çalışıyor. O kuralları koymazsa yaşamında, işinde sağladığı düzenin bozulması onun için korkunç bir şey ama kaçınılmaz da. Bu hepimiz için geçerli. Kıvılcım büyük konuştuğu, önyargılı olduğu, reddettiği, asla olmaz dediği ne varsa hepsiyle sınanıyor. Hepimiz gibi! Biz Kıvılcım’ın kırılma noktalarını, köşelerinin nasıl törpülendiğini görüyoruz bu yolculukta.

Muhafazakâr karakterlerin, ailelerin günlük yaşamlarını, aile ve ev içi kurallarını bu kadar detaylı gösteren ilk iş sanırım. Sizin aklınıza geliyor mu bu tip bir örnek?

Ben bundan önce Kırmızı Oda’da böyle bir karakter oynamıştım, muhafazakâr kesimden bir karakter anlamında diyorum. Onun dışında pek bu tarz bir şey izlediğimizi hatırlamıyorum, toplumsal olarak yeni yeni yüzleşiyoruz bu durumla. Çok ötekileştirmişiz birbirimizi. Bunu aklınız başınıza gelmeye başladığı yaşlarda daha da net görmeye başlıyorsunuz. Bu sebeple bu yüzleşme, iyileşmenin de habercisi diye düşünüyorum.

Evrim

Sıla Türkoğlu ile anne-kızı oynuyorsunuz. Sıla çok genç ve yetenekli bir isim. Onunla ilişkiniz nasıl?

Sıla çok genç, yolun başında, tertemiz bir kız. Çok da iyi bir oyuncu, daha da iyi olacak çünkü o kadar açık ki her şeye. Çok seviyorum onu. O kadar adaplı, o kadar kendini bilen olgun bir kız ki, ne kadar övsem az, inanın. Çok keyif alıyorum onunla çalışmaktan. İyi ki Sıla diyorum. Bunlar benim çok samimi duygularım yoksa kimse bana bunları söyletemez. Bu konularda Kıvılcım gibi sertimdir.

Aileleri bu kadar farklı hatta karşıt iki kişinin birlikte olması, bu kadar zor mu?

Çok zor bence hele ki herkes birbirine karşı önyargılarla doluysa iki kişinin bile bir arada yaşaması çok zorken iki farklı ailenin bir araya gelmesi gerçekten daha da zor. Hepimiz bunu kendinde, kıyısında yaşamışızdır mutlaka.

Evrim Alasya

Kızılcık Şerbeti, özünde bir aile ve kadın dizisi. Kuşak çatışmaları, anne-çocuk ilişkileri üzerine de çok şey söylüyor. Dizide gençlerin önyargısızlığı, Nursema’nın dönüşümü de dikkat çekici. Nerede duruyor Kızılcık Şerbeti, meselesi ne sizce?

Meselemiz çok net: İnsan. Benim mesleğim insanı anlatır. İnsanın her halini… Bizim işimiz görünenin arkasındakidir, insanın gerçek halidir. Tüm karakterlerin arka bahçesini görüyoruz bu işte. Ve arka bahçelerini gördükçe onlarla bağ kuruyoruz, empati yapıyoruz. İnsanı tüm boyutlarıyla izliyoruz. Günün sonunda hayatta hepimizin aynı yerde, aynı şeylerle debelendiğini görüyoruz ve en önemlisi kendimizi nasıl bir yere sıkıştırıp kaldığımızla yüzleşiyoruz. Yüzleşmek çok önemli!

İzmir’den İstanbul’a ailenizle mi geldiniz? Yalnız geldinizse İzmir’den istanbul’a gelmek gözünüzü korkutmuş muydu, İstanbul’daki ilk günlerinizden bahsedebilir misiniz?

İzmir’den yalnız geldim İstanbul’a. Tamamen meslek aşkıyla geldim ve tabii ki cahil cesaretiymiş. Hiç korkutmamıştı İstanbul’a gelmek beni, aksine gözüm karaydı ama sonrasında ben nasıl bir okyanusa dalmışım meğer dedim, tamamen cahil cesaretiymiş.

Haluk Bilginer’le ilk karşılaşmanızı hatırlıyor musunuz? Seçmeler nasıl geçti? Onunla çalışmak, 20’li yaşlarda bu heyecan nasıldı?

Oyun Atölyesi’ne 2006’da girdim. Bu benim için milattır. İkinci bir okuldu Oyun Atölyesi hayatımda. İlk orada, seçmelerde tanıştım Haluk abiyle ve dört oyunda oynadık onunla. Çok şey öğrendim ve hâlâ öğreniyorum. Mesleki anlamda üzerimde çok büyük etkileri olan bir yerdir Oyun Atölyesi. İnşallah önümüzdeki sezon yine güzel bir oyun yapmayı planlıyoruz birlikte.

Evrim

Sizin o günlerde duyduğunuz heyecanı Z kuşağı artık yaşamıyor. Onlara neredeyse her şey normal geliyor. Onların bu özgüveni hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu yaşadığımız çağ ile ilgili çünkü her şey ellerinin altında. Her bilgiye hiç çaba sarf etmeden ulaşıyorlar. Her şeyi anında sosyal medyadan, telefondan öğreniyorlar. Bu sistemin içinde heyecan duyacak bir şeyin kalması çok zor. Heyecan duymamak özensiz bir hayat demek bence. Haliyle her şeyi bildiğini sanıyor. Her şeye hâkim olduğunu düşünüyor, bu da onda boş bir özgüven oluşturuyor diye düşünüyorum. Bu tabii kişisel gözlemim. Tartışılır. Bu çağ bize de aynı şeyi yapıyor. Hız, başımızın en büyük belası. Hızlı iletişim, hızlı bilgi edinme, hızlı ulaşım, işi hızlı bitirme, hızlı anlama, hızlı olan her şey bence…

Duru Tiyatro’da “İki Bekâr” oyununuz 7. sezona girdi. Bu yoğunluğu nasıl yönetiyorsunuz? Setten çıkıp tiyatroya mı koşuyorsunuz? Ya da tek boş gününüzde oyun mu sergileniyor?

Ben çalışmayı seven biriyim. Sevdiğiniz işi yapınca yorgunluğu pek hissetmiyorsunuz. Oyun, konser, set hepsini dengeliyorum bir şekilde. Oyun da çok iyi gidiyor, evet, 7. sezonumuz ve seyirci oyunu bırakmıyor. Bu da çok keyifli bir durum bizim için. Bir tiyatro için…

Çok iyi bir oyuncusunuz, oyunculuğunuzdan bahsederken “tiyatrocu işte” diyebiliyoruz. Hatta Akrep dizisi zamanında sizi yolda görsem kötü kötü bakabilirdim. O kadar inandırıcısınız ki! TV sektöründe çok farklı bir kültürden geldiğiniz anlaşılıyor. Alaylı oyunculardan canınızı sıkan oyunculuklar gördüğünüz oluyor mu?

Çok teşekkür ederim. Bunu duymak ne güzel! Ben bu konuda çok takıntılıyım aslında, benim doğamda, ne yapıyorsam en iyisini yapmak var. Bu durum yaşamımı zorlaştırsa da en iyisini yapmak keyif veriyor bana. Oyunculuk konusunda da aslında çok şey söylemek isterim. Çünkü bazen oyunculuğun çok yanlış anlaşıldığını görüyorum. Ama “seni ilgilendirmez” deyip susturuyorum kendimi. Oyunculuğu bilmeyen ya da yanlış anlayan, oyunculuğa yanlış yerden bakan çok “oyuncu” var maalesef, mesleğimizin de bir ehliyeti yok.

Evrim- Sıla

Dizilerle toplumun çok içe içe bir ilişkisi var. Bununla birlikte, bundan on yıl önce çekilmiş dizileri bugün tekrar çekip ekrana getirmek mümkün değil. Hikâyeler, karakterler sınırlandırılmak durumunda kalıyor. İçselleşen ve normalleşen bu otosansür ile ilgili neler söylersiniz?

Bir soruda, biz insanı anlatıyoruz demiştim. Benim mesleğim bu. Görünenin arkasındakini anlatmak. Yani insanın gerçeğini. Yani yüzleşmek. Bu sebeple bizim işimiz geçmişe de baktığımızda koskoca bir Ortaçağ boyunca yasaklanmış. Şunu demeye çalışıyorum; gerçeği duymak ve görmek insanın pek hoşuna gitmez, toplumların da öyle tabii. Özellikle bizim bunu aşmış bir toplumsal yapımız yok. Hâlâ sansür ve otosansürle uğraşıyoruz. Televizyonda daha da geriye gidiyoruz bu konuda.

Şöhretle aranız nasıl? Çok ilgili olmadığınızı tahmin ediyorum, o anlamda tiyatro kökeniniz ağır basıyordur ama bir yandan da hep yüksek reytingli dizilerle birlikte milyonlarca insan tarafından takip ediliyorsunuz.

Ben basit yaşamayı severim, öyle yaşarım. Hayatımda bir şey değişmedi. Değişmemesi için de uğraşıyorum, çünkü cam fanusta yaşamak olur tam tersi. Benim işim oynamak. Oynuyorum, hayatıma devam ediyorum hatta bazı durumlarda zorlaşıyor hayat maalesef. İnsansın, bazen kimseyle iş konuşmak istemiyorsun, konuşmak istemediğini anlamıyorlar ama yapacak bir şey yok. Bizim işimizin cilvesi bu, çile diyorum. Çünkü sosyal hayatında yaptığın işten, oynadığım rolden uzaklaşmak, ruhunu dinlendirmek istiyorsun ama her zaman mümkün olmuyor. O yüzden biz oyuncular ara ara kaçarız uzaklara.

Aslan burcusunuz, otokontrol hep sizde mi olmalıdır? Özel hayatınızda bunun zararını gördünüz mü? Ben bir aslan olarak çok gördüm de dertleşmek istedim.

Maalesef… Beni çok daha iyi anlıyorsunuzdur o zaman. (Gülüyor) Tabii ki gördüm, görmez olur muyum? Her şeyin aşırısı felaket getirir, demiş Aristoteles. Bu güzel bir özellik ama aslanlar da dozu biraz kaçıyor galiba, onu dengelememiz şart.

Ritmik jimnastik yapmışsınız. Shakespeare müzikalindeki dansların bu geçmişle bir alakası var mı? Modern dansçı gibiydiniz. Konservatuarda bu dal hakkında pek eğitim olmuyor diye biliyorum.

Evet, ritmik jimnastik yaptım çocukluğum boyunca. Her yerde de bu sporun katkısını yaşadım, yaşamaya da devam ediyorum. Öncelikle mesleğimde çok artısını yaşadım. Özellikle Shakespeare müzikalinde en büyük avantajım bu spor oldu, evet, konservatuarda da dans dersimiz var ama tabii ki bir dansçı profesyonelliğinde olmuyor. Beden hâkimiyeti bizim mesleğimizde çok önemlidir. Bu spor sayesinde mesleğime önemli bir artıyla başladım.

Terzi’yi çok merak ediyorum, nasıl geçti çekimler? Olgun Şimşek ile birlikte de çok iyi sahneleriniz olduğunu duydum…

Terzi’yi ben de çok merak ediyorum. Bütün yaz sürdü Terzi’nin çekimleri. Olgun Şimşek’le çalışmak muazzamdı benim için. Bence Türkiye’nin sayılı erkek oyuncularından biridir Olgun Şimşek, naçizane. Onunla oynamak hem şans hem de büyük keyifti benim için.

Siz neler izliyorsunuz? Sevdiğiniz, tavsiye edeceğiniz diziler var mı?

Çalışırken pek bir şey izlemeye vaktim olmuyor açıkçası, ruh durumuma göre değişiyor izlediğim şeyler ama en çok kara komedi seviyorum. İngiliz işleri çok ilgimi çekiyor. İran sineması çok severim. Türkiye’den Seren Yüce sevdiğim yönetmenlerden. Daha çok film çeksin isterim..

Sıla Türkoğlu

Sizinle deprem felaketi hakkında konuşarak başlamak isterim. Çekimleri çok önce yapmıştık ama deprem felaketi olunca dergiyi yayınlamadık. Hepimize geçmiş olsun. Söylemek istediğiniz bir şey olur mu?

Öncelikle hepimizin başı sağ olsun. Aslında söylemek istediğim çok şey var; fakat böyle hassas bir konuyu dile dökmek öyle kolay da olmuyor. Tek dileğim aynı acıyı bir daha yaşamamak adına gerekli önlemlerin bir an önce alınması.

Kızılcık Şerbeti, farklı yaşam tarzlarını iki aile ve onların çatışmaları üzerinden anlatan bir dizi. Senaryoyu ilk okuduğunuzda ne hissettiniz, tedirgin etti mi bu sizi?

İşin ses getireceğinin bence hepimiz farkındaydık. Ya sevilecekti, derdimizi anlatabilecektik ya da çok tepki alacaktı. Bu durum tabii ki biraz tedirgin etti ama inkâr edilse de toplumumuzda hepimizin ayrımcılıkla karşılaştığı zamanlar olmuştur. Hepimizin yaşadığı ortak bir derde iki taraflı değinen bir işin parçası olmak beni heyecanlandıran noktaydı.

Sıla

Doğa, ideal bir karakter ve önyargıları olmayan biri aslında. Doğa’yı sizden de dinleyebilir miyiz? Sizinle benzer tarafları var mı?

Doğa, 20’li yaşlarında. İdealleri olan, zeki ve güçlü bir kadın. İlk başlarda aşktan kör olmuş bir kızdı benim için ama bence biraz gözü açıldı. Şimdilerde ben, âşık Doğa’dan daha çok anne Doğa’yı hissediyorum. Oynadığımız rollerin bize tesadüfen gelmediğini düşünürüm hep, Doğa’da da Sıla’ya benzer duygular görüyorum. Kendini ezdirmiyor, bir şeyleri kabullenmektense sorgulamayı biliyor, ben de öyleyim. Mantık insanı değiliz ikimiz de, daha duygusal hareket ediyoruz.

Doğa ve Fatih’in ilişkisi birbirlerini çok sevmelerine rağmen sıkıntılarla dolu. Farklı ailelere sahip kişilerin birlikteliği sizce zor mu gerçekten? Büyükler bu konuda haklı olabilir mi? Siz, ailenizin istemediği bir ilişki yaşayabilir miydiniz?

Zorlukları yaratan biziz. Birbirimize saygı duymayı öğrenirsek, birbirimizi yargılamayı bırakırsak genel olarak zorlanmayabiliriz. İlişkide farklılıklar güzel fakat ortak bir dil yakalamak gerekir. Diğer türlü biraz zor olabilir. Bizim ailemizde özel hayata karşı hep saygı var. Hiçbir zaman istemememize rağmen direttikleri bir durum yaşamadık, yaşamayız da. O yüzden bu soruya verebileceğim bir cevabım yok sanırım.

Dizi farklı yaşam tarzlarından izleyici kitlesine sahip. Muhafazakâr kadınların da epey samimi yorumlarını gördüm. Doğa’dan, olduğundan farklı bir insan olması isteniyor, ailenin bunu yapmaması gerekir gibi yorumlar mesela… Toplumun bunca zaman sonra bu meseleleri bu kadar açık ve sakin konuşmasına da katkısı oldu sanki bu işin…

Öyle diyenler de var. “Yeni bir aileye girdin, ayak uydurmaya çalışacaksın tabii!” diyenler de. (Gülüyor) “Doğru” değişkenlik gösterebilir. O yüzden kendi doğrumuzu bulmamız için böyle çatışmaların olması gerekir. Biz de onu yapmaya çalışıyoruz. Bir mesaj verebiliyorsak ne mutlu bize.

Sıla

Dizideki partneriniz Doğukan Güngör ile sette nasıl anlaşıyorsunuz? Setteki bekleyişler için eğlenceli bir arkadaş mı? Set ortamınız nasıl?

Doğukan ile en başından beri saygımız baki olunca birbirini anlayan ve birbirine iyi gelen bir dostluk kurduk. Zamanla frekanslarımız daha da tuttu. Şu an sosyal hayatımızda da çokça vakit geçiriyoruz. Böyle olunca da karşılıklı rol almak, oyun oynamak gibi oluyor. Genel olarak bütün ekip iyi bir iletişim dili yakaladık. O yüzden sette zaman gayet keyifli geçiyor.

Evrim Alasya ile çalışmak heyecanlı mı? Z kuşağına heyecansız deniyor ya, o yüzden soruyorum.

Beğenerek izlediğim bir oyuncuydu zaten. Onunla anne-kız oynamak beni tabii ki heyecanlandırmıştı, korkutmuştu da ama iyi ki birlikteyiz. Evrim müthiş bir kadın. Hem sahnelerde hem de sahne dışında desteğini hissetmek çok değerli. Güzel bir uyum yakaladık diye düşünüyorum.

Sıla Evrim

Edebiyat öğretmeninizin ısrarıyla tiyatro kulübüne girmişsiniz, bu sayede mi başladı her şey?

Evet. O zamanlar daha da utangaçtım ama çok sevdiğim ve hiç kıramadığım biriydi. Onun sayesinde amatörce başladım. Hayatımın tutkusunu keşfettim.

Eskiden bu mesleğe başlarken, yola çıkarken idol belleme durumu vardı. İster oyuncu ister şarkıcı olsun herkes birine öykünürdü, sizin nesilde durumlar nasıl?

Benim öyle bir düşüncem hiç olmadı. Beğenerek izlediğim çok oyuncu var ama idol belirleme durumu bana biraz tehlikeli geliyor. Taklide kaçar diye çok korkarım. Beğenirim, severim o kadardır benim için.

“Acı verecek kadar güzel” yazılı bir dövmeniz varmış, kendinizi böyle mi görüyorsunuz?

Aslında birinden aldığım en değişik iltifattı. “Sen acı çekmek için fazla güzelsin, acı verecek kadar güzelsin,” demişti. Almanca bir deyimmiş. Ben de öyle bir anda yaptırdım. Kendimi düşünerek yaptırmadım. Üstüne düşündüğümde çoğu zaman hayatta da güzel olan her şey acılı, zorlu süreçlerden geçtikten sonra oluyor. Yaşanılan zorluklar, güzel olanı daha da kıymetlendiriyor. Şu an bana edilen iltifattan ziyade hayatın bazı gerçekleriyle yüzleşmemi sağlıyor.

Tiyatro yapmak ister misiniz? Var mı planlarınız?

O kadar çok isterim ki… Tiyatro sahnesi bambaşka bir deneyim, izleyiciyle bire bir temasta olduğun, sahnelenen her anın direkt olarak karşılığını hissedebildiğin, oyuncuların daha da tatmin olduğu bir alan. Benim en büyük hayalim müzikal. Bakalım kısmet, neden olmasın.

Sıla

Sizden önceki nesil ilişki yaşadığı zaman yakalanıp haber olmaya bayılırdı. Yeni nesil biraz daha kendi için ilişki yaşıyor gibi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bence de biraz bize özel kalmalı ama ekstra bir saklama çabasına da girilmemeli. Normal insanlarız hepimiz. Bu kadar büyütülmemeli. Bir gün hayatımda gerçekten âşık olduğum ve güvendiğim biri olursa saklama ihtiyacı hissetmem.

Siz genelde neler izliyorsunuz? Sevdiğiniz, takip ettiğiniz diziler var mı?

Yoğun çalıştığım dönemler konsantre olmam biraz zor oluyor. Pek bir şey izleyemiyorum. İzlediğimde ise korku filmleri dışında her türü izliyorum. En son severek izlediğim; Şantaj ve Gözlerinin Ardında vardı.

Bu röportaj, Episode’un 47. sayısında yayımlanmıştır.

Editör

Aralık 2016'da yayın hayatına başladı. Spinoff'u, prequel'i, sequel'i, remake'i, eşi benzeri muadili olmayan, Türkiye'nin tek DİZİ KÜLTÜRÜ dergisi ve web platformu...

Related post

2 Yorum

  • Isabel Belita Bettencourt

  • Isabel Belita Bettencourt

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir