RÖPORTAJ | Sema Ergenekon & Ali Bilgin

 RÖPORTAJ | Sema Ergenekon & Ali Bilgin

Sezonun en çok konuşulan, izlenen, her bölümü merakla beklenen dizisi Yargı. TV’den uzaklaşmış seyirciyi de, TV’de farklı şeyler arayan izleyiciyi de kendisine bağladı. Her bölümde yeni bir satranç maçına çıkıyor, izleyicisini hikayesine ortak ediyor. “TV’de polisiye işler tutmaz” ezberini de ilk bölümünden bugüne her hafta bozuyor. Şimdiden fenomen haline gelen dizinin senaristi Sema Ergenekon ve yönetmeni Ali Bilgin’le Yargı’yı uzun uzun konuştuk.

En başa dönelim, nasıl başladı Yargı süreci? 

Sema: Aslında pandemi döneminde bir hukuk dizisi yazayım diye kendi içimde kıvranırken Ali’nin bana mesaj atıp, “Sema, kafamda bir hukuk dizisi var,” demesiyle başladı. Ben zaten yazıyorum, sana göndereyim dedim. Başta “Rekabet” kod adıyla bir proje çalışıyorduk. İkimiz de görüşmeden aynı tür işe meylettiğimiz için bir akıl birliği oldu. Ben Rekabet’in ilk bölümünü yazdım, zaten avukatlar, dava izleme gibi araştırma kısımları o süreçte gelişti. Sonra hikâye evrildi, biraz daha sert, daha farklı bir hikâye olsun noktasına gelindi ve en sonunda Yargı ortaya çıktı. Süreci de başından beri Ali’yle birlikte yürüttük. 

Ali: Rekabet’te de sevdiğimiz taraflar vardı ama içimize sinmeyen, tıkanan bir yer vardı. Sonra Sema, “Başka bir şey var aklımda, size onu göndersem, bana 1 hafta-10 gün mühlet verin,” dedi. Kerem Çatay da sürece dahildi. Sema gönderdi. Ben senaryoyu okurken ayağa kalktım, hemen Kerem Çatay’ın kapısını çalmalıyım, okudunuz mu diye sormalıyım, dedim. Ocak ayıydı. Bunu çekmeye şimdi de başlarız ama sonrası ne olacak diye düşündük. Yüzde yüz bunu yapalım dedik. Ocaktan itibaren proje üzerinde farklı boyutta çalışmaya başladık. 

O halde ocaktan ilk bölümün yayınlanmasına kadar geçen süreci de konuşalım. Savcı karakterler var, Pars ve Ilgaz; cevval bir avukat olan Ceylin var; katil kim türünde polisiye ile başladı Yargı’nın hikâyesi ama oradan epey evrildi, katili biliyoruz ama şimdi yeni bir cinayet var, farklı suçlar, yeni muammalar var. 

Ali: Sema istersen, bizim türümüz ne konusunda direndiğimiz noktaları anlat.

Sema: Ali’yle o kadar netiz ki ama tabii yapımcı refleksi olarak Kerem’in bazı çekinceleri oldu. Bir cinayetle başlayıp olayda akan bir polisiye dizi henüz yapılmadı galiba TV’de. Arka Sokaklar var ama episodik olaylarla ilerliyor, daha çok polislerin hayatına da yönelik. Bu ürkütür mü, izleyici sever mi, totalde karşılığını bulabilir miyiz diye bir çekince vardı. Ve hikâye biraz daha aile dizisine doğru gitmeye başlayınca biz Ali’yle hayır, bu polisiye ve bunun kabul edilmesi lazım dedik. Biz bu şekilde yola çıkacağız, olursa da böyle olacak dedik. İyi ki bu anlamda duruş ve kararlılığımız olmuş. Sonuçtan hepimiz çok mutluyuz bence. 

Ali: Batacaksak buradan batalım, en azından bunu denemiş oluruz noktasına geldik; çünkü bir yayıncı ve yapımcı refleksi olarak köşeleri yok edip biraz daha ılıklaştırma, herkese hitap etme eğilimi vardı. Sema da ben de risk alabilecek pozisyonlardayız sanırım. Sağ olsun, Kerem Çatay da destek verdi çünkü ikimiz de aynı yerden tuttuğumuzda o da dedi ki, bu insanların bildiği ve güvendiği bir şey var. Evet, polisiye kısmı var ama başından beri derdimiz aile içi hikâyeyi anlatmaktı. Ben en çok o tarafını sevdim hatta kanal görüşmelerinde de bunu birçok kez dile getirdim. Fonda polisiye var ama bence biz aile içi ilişkileri sorgulatan bir iş yaptık. Hatta “kutsal aile” kavramını da yıkalım, sorgulatalım; “sözkonusu aileyse gerisi teferruattır” gibi tehlikeli cümlelerdense aile içinde olan her şey konuşulmalı, sorgulanmalı, hatayı yapan anne baba da olsa konuşulmalı. Bir de hukuk dizisiyiz ve adaleti savunmamız lazım, herkes adil olsun, herkes külahını açsın, gerçeklerle yüzleşsin. Sema da ailedeki herkesin günahını, yanlışını ortaya döktü ve bunlarla yüzleştirdi. Evet, polisiye ama hep bir yüzleşme var; baba-oğul, anne-kız. O yüzden aile tarafı da çok güçlü oldu. Bunlar da en sevdiğimiz kısımlar zaten. 

Yargı zaten “Katil kim” polisiyesinden öte bireydeki sıkışmışlıkları, sistemin arızalarını göstermesi ve söylediğiniz gibi yüzleştirmesi açısından aslında kara polisiye türünde. Biz bir yandan polisiye kültür dergisi 221B’yi de yayımlıyoruz; yapımcılara yıllardır soruyoruz, “polisiye karasal yayın işi değil, dijital yayın işi, halkımız polisiyeyi pek sevmiyor” yanıtını alıyoruz. Bence klasik bir ezberle hareket ediliyordu. Yargı bu açıdan beni çok heyecanlandırıyor çünkü bir ezberi de bozuyor; aslında her bölümde seyirciyle bir satranç maçına çıkıyor. Seyirciyi de dahil ederek yani onu pasifleştirmeden akıl yürütmesini sağlayarak yapıyor ve hem çok izleniyor hem de çok konuşuluyor. Umuyorum bu, sektördeki belirli türlere dönük ezber ve kalıplaşmış düşünceleri değiştirir.

Ali: İşin bu zor kısmını yola çıkarken biliyorduk. Ben mesela 6 bölümün hikâyesini biliyordum, bu 6 bölüm çok güzel, 8’e kadar çok güzel ama sonra ne olur bilmiyorum; çökerse çöker ama ben bu 8 bölümü çekmekten keyif alırım diye düşündüm. Ama gerçekten çok zor, akıl işi değil karasala böyle bir şey yazabilmek. Biz set tarafında sistemi kurduk, bir şekilde yürütüyoruz ama sonrasına dair akıl oyunlarıyla, yazdıklarıyla Sema’ya her seferinde hayret ediyorum. 

Sema Hanım, nordik noir’da en önemli polisiye yazarları/senaristler 40-50 dakika yazıyor, 150 dakika yazma işini bir konuşalım, bir polisiye için imkânsız şeylerden ilki bu…

Sema: Çok derinden hissediyorum bunu. İçimden bir hesaplama yapıyorum, yazdığımız bölüm sayısı 16, bir bölümden 3 tane çıksa kaçıncı sezondayım diyorum. (Gülüyor) Bunu açık kanalda yapabilmek, bunu başarabilmek çok güzel ama çok zor. Benim defalarca birkaç diziyi aynı anda yazdığım, dahil olduğum zamanlar oldu ama hiç bu kadar yorulduğum, tüm hücrelerime kadar içinde olmak zorunda kaldığım bir iş olmamıştı. Polisiye, açık kanala yapılması çok zor bir iş. Ne kadar hazırlıklı olursanız olun fark etmez, çünkü ben bir bölümü yazarken hem bir polis gibi oluyorum, hem bir avukat gibi oluyorum hem de bir senarist oluyorum. Daha demin asayiş şube müdürünü aradım, delillerle ilgili şunu şöyle yapsam olur mu diye. Sürekli deniyorsun ve polis gibi düşünmeye başlıyorsun, o manada çok zor. Neyse ki karşılığı güzel, o çok büyük bir motivasyon. 

Emeğinize sağlık. Biraz cast sürecinden bahsedelim isterseniz. Müthiş bir oyuncu kadrosu var, herkes karakterlerini çok iyi canlandırıyor. Birlikte mi karar verdiniz?

Ali: Ben bu süreçte sezgilerimle, hislerimle beğendiğim oyunculara bakıyordum ama tabii Kerem Çatay, Sema ve ben hemfikir olalım diye ilerledik tüm süreçte. Soru işaretlerimiz vardı ama biz de çok memnun kaldık sonuçtan. Daha önce yaptığım işlerde estetize bir anlatım dili vardı, burada Sema’nın kalemi ve her şey o kadar gerçekti ki tasarımda da en önemli yanı, gerçek bir dilinin olmasıydı. İlk bölümü çekerken, güzel oluyor mu, gerçek oluyor mu diye kafam zaman zaman gitti. Çünkü hiçbir şey yapmıyor gibi hissediyorum ama gerçekliği de çok bozmak istemiyorum. Castta denge ve uyum bir arada olunca da güzel oldu. 

Mekân kullanımı ve sanat yönetimi de çok gerçek, çok iyi bence.

Ali: Hakikaten tutunduğumuz yer gerçekçi olmasıydı. Mekân mekân adliye gezdik, savcı odalarını çekerken görüntü yönetmenimizle birbirimize bakıyoruz, çok kısır bir resim ama gerçek bu ve biz bu gerçeği estetize etmeyelim dedik, o inandırıcılıktan gittik. İlk başlarda hem Kaya ailesi hem Erguvan ailesinin kodlarını ayrıştırdık birbirinden. Erkek tarafını daha mavi tuttuk, kız tarafını daha pastel tonlarda tuttuk. Hemfikir olduğumuz bir yer vardı, o da genelde bu tarz hikâyelerde senaryoyu ilk okuyanlar biraz depresif, karanlık değil mi dedi. Sema da oraları biraz kırdı gerçi ama hassas bir konu vardı: Kız kardeşi ölmüş bir ana karakterin süreçte çok karanlık ve mutsuz bir yerden gidip gitmeyeceği. Pınar’la da onu uzun süre konuştuk. Hayır, onu güçlü karaktere döndürerek o karanlık kısmı atmak istedik üstümüzden. Tüm mekân tasarımlarında da ona önem verdik aslında. Geçenlerde hastane bölümü vardı, 45 sayfaydı. (Gülüyor) Bunalmayacağımız bir bölüm olmalıydı.

Sema: Ama hiç öyle bir bunalım, hastanede kaldık duygusunu almadım ben izlerken. Çünkü izlediğimde bana da geçer. 

Ali: Zaten Kerem Bey, Sema, ben konuşarak ilerliyoruz. Bir noktada gerçekliğe yaslandığımız yer bizi daha da rahatlattı. Sonucu da iyi gelince demek ki bu iyi oluyor dedik. Tüm bu hikâyenin izlendiğini ve iyi reyting aldığını görünce doğru yapıyoruz hissi size güç veriyor. Hem sezgilerinde yanılmadığını anlıyorsun hem de bu dili bozmamalıyız diyorsun. Reyting gerçekten önemli. 

Hem reytingleri yüksek hem de yayınlandığı gün ve bir sonraki gün en çok konuşulan konu. Uzun zamandır bu kadar farklı kültürden, beğenisi farklı insanın ortaklaştığı bir dizi hatırlamıyorum TV’de.

Sema: Evet, öyle. Hiç dizi izlemiyorum diyenden sadece dijitalden izliyorum diyenlere, özelikle gençler. Beni o kadar mutlu ediyor ki üniversite gençliğinin izlemesi. Şimdi iki ödül daha aldı, ikisi de üniversitelerden. O kadar büyük mutluluk ki çok yürek çarptırıcı bir şey. 

Çoğu genç için TV biraz eskide kalmış bir şey çünkü değil mi? 

Sema: Evet. Çok hızlı bir çağdayız, bu hız çağında 2,5 saat dizi izlemek zor geliyor ama sevdikleri için zamana katlanıyorlar. 

Ali: Bizim jenerasyonda Parliament Sinema Kulübü vardı ve ertesi gün okulda o filmi günlerce konuşurduk. Yargı’nın da pazar günü ve ertesi günlerde konuşulması çok güzel ve motive edici bir şey. 

Sema Hanım, Yargı’da kardeşinin katilini arayan bir avukat var, Ilgaz-Ceylin aşkı var. Az önce Ali Bey çok güzel özetledi, aileyi kutsamadan tüm gerçekliğiyle ortaya çıkarmak, hesaplaşmalarını sağlamak ana bir kol olarak da devam ediyor hikâyede. Bir taraftan yeni gizemler ekleniyor. Ve tüm bunları yazarken toplumsal meselelere de eğiliyorsunuz. Hikâyedeki tüm bu katmanların dengesini gözetirken nelere dikkat ediyorsunuz?

Sema: Bence bir yerde içimizde bir ses oluştu. Mesela ben yazıyorum, Ali diyor ki aşk biraz fazla mı oldu ya da ben aşkı fazla mı tutmuşum diyorum. İşin başından bu yana oluşan bir kimya var, ne taraf ağır gelse ben zaten senaryoyu gönderirken seziyorum. Ali de diyor ki burası böyle. Hemen orada revizeye gidiyoruz ya da o tonu Ali yukarı veya aşağı çekiyor. Tuhaf şekilde el yordamı gibi bir şey oluştu galiba yoksa 30 sayfa polisiye kısmı, 20 sayfa bu gibi bir formülle değil, tamamen iç sesimizle bulduğumuz bir şey. Ben bu işte böyle tuhaf bir duygunun olduğunu düşünüyorum; mesela 1. bölümü yazıp verdiğimde demiştim ki, 5. bölümde katilin kim olduğunu açıklayacağız. O zaman tamam dedik hepimiz ama sonra bu oyunu o kadar sevdiler ki acaba erken mi, yanlış mı yapıyoruz gibi sorular oldu. Hatta biz katili açıkladığımızda sektörden de o zaman bu iş biter, patlar, buradan aileye dönecek dendi. Doğru mu yapıyoruz, evet, çünkü onu ilk yazdığımda duygum oydu. Reyting ya da gelen talepler nedeniyle onu değiştirmemeliyiz dedim, yönetmen de  yapımcı da tamam dediler. Ve bence daha iyi bir yere evrildi çünkü o sıkacaktı bir yerden sonra, asıl kopuş orada başlayacaktı, doğru zamanı orasıydı. Bu işte, birbirimizin iç sesine kendi iç sesimiz kadar önem veriyoruz. Ali bir şeyden kaygılanırsa bu benim için çok önemlidir. Ona kıymet veririm, onun iç sesine de saygı duyarım ve onunla ilgili mutlaka tedbir alırım. Burada oluşan o tuhaf şeye, iç sese güveniyorum. 

Ali: Hiçbir şey diğerinin önüne geçmemeli ama evet, fonda özellikle fanlar Ilgaz-Ceylin’i daha fazla görmek istiyorlar. Sema bu zamana kadar bir sürü çift hikâyesi, aşk hikâyesi yazdı, ben bir sürü çektim, kutsadık, büyük büyük hareketler yaptık. Ama buradaki gerçekliği, normal ritmini  bozmak istemiyorum. Her anı daha da büyütebiliriz yüksek karelerle ama işin ritminin önüne geçmemeli. Bu da daha güzel bir tat bırakıyor gibi geliyor bana. Bazen Kerem Çatay montajda burayı daha mı sağsak diyor, işin ritmi bu oldu diyorum. Fanlar bana, ne biçim çekiyorsun o sahneleri, Ilgaz-Ceylin’e neden özenmiyorsun, el detayı almamışsın diyorlar…

Sema: El al, göz al, bakış al… Alışkanlık öyle, o yüzden bence. 

Ali: İşin türü açısından da rejide de herkese adil olmak gerekiyor.

Sema: Bu işin dili o, kendine has bir dili var.

Evet, Ilgaz-Ceylin aşkından bir sezonluk dizi çıkarılırdı normalde. İzleyici de buna alışkın.

Sema: Ben artık normal bir dizi yazamam herhalde. Bu zehri aldım.

Siz artık sadece polisiye yazmalısınız bence.

Sema: Çocukluğumdan beri polisiyeyi çok severim. Yazarlık sınavında üç resim dağıtmışlardı, bir resmi sınava girenler arasından sadece ben seçmişim ve  polisiye hikâye yazarak kazanmıştım. Bana rahmetli Turgut Özakman, “Kızım, tek polisiye yazıp kazanan sensin bu sene,” dedi. O zamandan beri hep polisiye merakı vardı sevdiğim için. İnsan bazen kendi sesini yıllar sonra, mesleğin 20. yılına girerken de bulabiliyor. 

Doğru zaman diyelim, belki birkaç yıl önce yapsaydınız erken olacaktı, karşılığını bulamayacaktı…

Sema: Erken olurdu ve tutmazdı, benim de hevesim kırılırdı, bir daha da yazmazdım. O yüzden doğru zaman bu zamanmış. Demin dedim ya, o pandemi zamanı Ali’nin mesaj atması falan her şey çok kendiliğinden ilerledi. Olması gerektiği gibi şu anda. 

Ali: Ben de daha çok polisiye izlerim; sizin derginiz 221B de dahil daha çok polisiye okurum ama hep şunu diyordum: Bu ülkede polisiye yapmak zor, bir de ben yönetmenim, yazabilmek zor, keşke olsa. Bunun TV’de karşılığı zor, o yüzden uzak duruyordum, hakkını veremeyiz diye düşünüyordum. Ama öyle bir yerde denk geldi ki her şey. Bu arada babam da polis, emniyet müdürüydü, emekli oldu, çok da yer gezdik. 

Öyle mi… İkinizin de türe yatkınlığı ve donanımı belli oluyor zaten. Türkiye’deki polisiyelerde temelde bazı sorunlar var, bazılarında senaryo iyi ama yönetmenlikte hatalar yapılıyor. Bir polisin olay yerinde eldiven takmaması gibi mesela. Yönetmenin de hâkimiyeti çok önemli polisiye işlerde. Bazen de yönetmen çok hâkim oluyor ama senaryoda çok temel hatalar oluyor. Yargı’da bu seviyede sorunlar yok. 

Ali: Evet, çok önemsiyoruz. Zaten projenin başında Sema’yla da çok gezdik, Vatan Emniyet’e de gittik. Sema da aslında yazarken işine daha çok gelecekken gerçek bilgiyle yüzleşince zorlaşıyor. Biz de mesela diğer türlü işi hızlandıracağız belki ama gerçek neyse onu yapalım, hata yapmayalım diyoruz. Seyircinin çoğu belki fark etmeyecek ama fark edecek insanlar için hassas bir şey, biz doğrusunu yapalım diyoruz. Sanat ekibi de prodüksiyon ekibi de ona çok dikkat ediyor. 

İkiniz de gerçeklik vurgusu yaptınız, danışmanlardan bahsettiniz. Başka alanlardan danışmanlar var mı, savcılık, adli tıp süreci, emniyet gibi.

Sema: Şu an dizinin iki avukat danışmanı var. Onlar dizinin senaryosunu her bölüm satır satır okuyup gerekli düzeltmeleri yapıyorlar. Zaten bölümün sıralaması, akışı oluşurken bile onları arıyorum, drama olduğu için bunun olurunu bulalım diye uğraşıyorum. Karadayı’dan beri çalıştığım için Erdal ve Yunus’la, onlar beni anlayıp yapılabilecek neyse onu anlatıyorlar. Gerçek uygulamaları birebir yapmak mümkün olmuyor çünkü o zaman hiçbir şey yapamıyorsun. İşleyiş ve kurallar farklı olduğu için drama uygun haline birlikte getiriyoruz. Onun dışında psikolog danışman var. Ankara Asayiş Şube Müdürü okuyor, burada da İstanbul Narkotik Şube Müdürü okuyor. Onlar da bize o açıdan destek veriyorlar. Onlar da satır satır okuyup, polis böyle söylemez, diye geribildirim veriyorlar. 

Ali: Biz de sette onun üstünden geçiyoruz. Cezaevinde ya da adliyede bir sahne çekeceksek bazen Sema’ya soruyorum, bu doğru mu diye, o da hemen uzmana soruyor. Doğru bilgi gelince çekiyoruz.

Sema: Gerçekçilik adına çok titiz bir çalışma var hem senaryoda hem sette. Bence Türkiye’de yapılan gerçekçiliğe en yakın işlerden biri Yargı

Sema Hanım, az önce söylediniz, katil belli olduktan sonra reytingleri düşer diye bekleniyordu sektörde. Böyle olmadı, üstelik şimdi yeni düğümler attınız, yeni olaylar var. Bu satranç sezon sonuna kadar devam edecek mi çünkü bu gizem seviyesini korumak yazarken de çok zor iş.

Sema: Ben kafayı yemezsem. (Gülüyor) Bu aslında kendimi bıçakladığım ve dövdüğüm bir yer. Öyle bir beklenti ne yapım şirketinde ne de Ali’de vardı ama o akıl oyununu biz oynadıkça, seyirci sevdikçe oradan aşağı da inemiyorsun. Her bölüm finalinde ters köşe, çarpıcı bir şey bulmamız lazım diyorsun ve artık ona alışıyorsun, beyin de öyle çalışmaya alışıyor. O anlamda çok yorucu. Bilmiyorum sezon sonuna kadar gidebilir miyiz ama elimizden geleni de yapacağız (Gülüyor)

Ali: Ben bölümü bazen Kerem Bey’den önce okuyorum, nasıl diyor. Bölüm çok iyi, çok hızlı koşuyor ama bunları verdikçe olay bitmiyor, biraz dursak mı acaba diyorum. Sema, biraz dursak mı, çok veriyoruz her şeyi diyorum. Başka türlü yapamıyorum diyor. Çünkü biz biraz gevşeyince, rahatlayınca sıkıcı bölüm olacak, onun endişesine düşüyorum. 

Sema: Aslında Ali beni kolluyor orada ama ip koptuğu için ben kendimi geri tutamıyorum. O yüzden devam edebildiğimiz yere kadar edeceğiz bence, sezonu yarıladık sayılır. Seyircinin zevk aldığı kadar ekiptekiler de -tek başıma değilim, 7 kişilik bir ekibiz- zevk aldığı için artık biz de o oyuna katıldık ve geri duramıyoruz, kendimizi tutamıyoruz yani.

Her karakteri uzun uzun konuşabilirim. Ama son zamanlarda oyuncuların oynadığı karakteri çok sahiplendiği, çok sevdiği ve çok iyi anladığı bir iş bence Yargı. Oyuncular açısından da Yargı’nın içinde olmak çok özel gibi hissediyorum. Her karakterin normal bir insan olduğu, süper kahraman olmadığı bir iş bu. Sema Hanım, siz bu karakterleri nasıl çıkardınız? Ali Bey, siz oyuncu yönetiminde en çok nelere dikkat ediyorsunuz? Çünkü oyuncu yönetimi de üst seviyede bence. 

Sema: Önce karakterlerin detaylı geçmişlerini yazarak oluşturdum. Bir danışman psikoloğumuz var, ona gönderdim karakterleri, onunla bir görüşme yaptık. Tek tek onların ruhsal durumlarını analiz ettik. Şu anda da her bölüm senaryoyu okuyor ve yönlendirmelerde bulunuyor. İleriki hikâyeleri çalışırken de yine onunla görüştük. İnsanların içindeki duygular, hareketlerine yön verdiği için onların psikolojisini bilmek çok büyük bir kapı açıyor. Oradan emin olunca o karakter durmuyor, hareket etmeye ve eyleme devam ediyor. O çok değerli bir bilgi. Şu an benim en çok yaslandığım kısım psikologla yürüttüğümüz bu çalışma. 

Ali: Ben her projede yeni oyuncularla çalışmaktan daha çok keyif alıyorum, onu keşfetmek, onu tanımak. İlk bölümlerde o dili oturtana kadar senaryo üzerinden karakteri şekillendiriyorum ama sonra onların sesini duydukça onlara bir alan vermek hoşuma gidiyor. Prova esnasında bana bir şey sunuyorsa ve onun üstüne bir şey katabiliyorsak en zengin tarafı da zaten o oluyor. Sahnenin başından, provadan sonra başka bir şeye evrilince lezzeti çıkıyor. Ben de alan açmayı severim. Onlar da bunu çok doğru kulandılar, fırsatları çok iyi değerlendirdiler. Gerçekten kendi içlerinde bir ahenk yakaladılar, başarıyla beraber nasıl ki biz doğru bir şey yapıyoruz hissindeysek onlar da öyle. Setteki uyumları da aynı şekilde. Bizden farklı köşelere gidip sahneleri beraber çalışıyorlar, hazır geliyorlar, öneride bulunuyorlar. Ben de o anlamda çok mutluyum, çok rahatım. Demek ki birbirimize güveniyoruz, teslim oluyoruz. Setteki en önemli şey o. Bu, ekrana da yansıyor bence.

Dizinin müziklerinden de bahsetmek istiyorum. Yazarımız Yasemin Şefik, “Yargı’da dizi sonunda hangi şarkının çaldığını ertesi gün Best FM’i arayanlardan anlayabilirsin. Dizide birkaç yıl önceki şarkılar çalıyorsa bir gün sonra en çok istenen onlar oluyor,” dedi. Kim karar veriyor şarkılara?

Ali: Prim mi alsam bu işten acaba! (Gülüyor) Sahnenin duygusuna göre severek ben seçiyorum ama Sema’yla da paylaşıyorum. O da genelde seviyor. Ben çok keyif alıyorum. Doğru müzik kullanımını çok önemsiyorum. Projeyi hazırlarken iş soğumasın diye arşiv taraması yapıyordum, nasıl müzikler olacak diye. Bir gün Faslı bir müzisyenin çaldığı udu dinledim. Bu tam Ilgaz dedim. Onu Kerem Bey’e, Kaan Urgancıoğlu’na, Toygar Işıklı’ya gönderdim. Bu işin hem ısıtacak tarafı ut olur, hem çok duygulu hem de bizden bir şey. Ağırlıklı ut kullanımı oradan çıktı. Daha çok gençlerin bildiği, Can Ozan, Kalben ya da Pinhani şarkıları gibi, onları dinliyorum. Çok keyif alıyorum bu işten. 

İkinizin de kült işlerde imzanız var. Bahsettiniz biraz ama detaylandırmanızı rica edeceğim, Yargı sizin için neden farklı ve nasıl bir yerde duruyor kariyerinizde?

Sema: Bir sürü iş yazıyoruz ama bazı işler var ki kalbinizin bir yerine dokunuyor, Yargı benim için öyle. Kara Para Aşk’ta da biraz polisiye vardı ama bu kadar derinlemesine yoktu, o biraz daha farklı bir boyuttaydı. Orada da bir cinayet vardı ama bunun gibi bir yoğunlukta çözülme olayı yoktu, daha çok polis karakterler vardı. O manada hayalimdeki bir türü yazabilmiş olmamın mutluluğu tabii ki benim çok özel bir yere koyuyor Yargı’yı. 

Ali: Biz Sema’yla uzun süredir Ay Yapım’dayız. Beraber ne zaman bir şeyler yaparız, niye beraber çalışmıyoruz diye ayaküstü konuşurduk. Bir ara çok yaklaştık, yapacaktık, başka sebeplerle olmadı. Burası hayırlı oldu. Yargı’ya kadar zengin ve ışıltılı işler çektim, Medcezir, Cesur ve Güzel gibi. Herkes beni öyle biliyor. Ben daha alt kültürden, daha arabesk işler de yapmak isterdim ama fırsat olmamıştı. Ufak Tefek Cinayetler’den sonra herhalde bu kadar uzun soluklu dizilerde yer alamayacağım diye düşündüm; çünkü uzun süre aynı yerde olunca ve yapmak istediklerini yapamıyorsan işi yapma hevesin kalmıyor. Ama Yargı’da öyle bir şey oldu ki, televizyona son işim diye yola çıktım ama şu an gönül bağımız da çok güçlendi Sema’yla ve buradayız. Çok mutluyum. Sema’ya, bunun üstüne nasıl bir dizi bulabilirim ve televizyona bir daha iş yapabilirim diyorum. Umarım tadında, başladığımız gibi güzel bir noktada bitiririz. 

Bence bu birliktelik şahane. Belki dijitale sağlam polisiyeler yaparsınız diye düşünüyorum. 

Sema: O kesin. (Gülüyor)

Ali: Onu paralelde konuşuyoruz. 

Peki, izleyicilerden aldığınız özgün, şaşırtıcı yorumlar oldu mu?

Sema: Bu iş özelinde seyirciler en olmazı, en ters köşeyi düşünmeyi öğrendi bence. Mesela kim zehirledi sorusuna en olmadık insanı seçiyor. Benim oraya gitsem mi bile demediğim yeri seçiyor. O anlamda o yorumları beni biraz zorluyor ama iyi yönde. Daha büyük, daha farklı bir yönde şaşırtmalıyım duygusu da getiriyor. 

Ali: Bir yandan da aşırı komik capsler yapılıyor, onu çok komik buluyorum. Çünkü farklı bir iş, karanlık, polisiye bir iş, tam tersi bir yerden çalışıyor sosyal medyada gençler. Orada çok eğleniyorum ben. 

Ben mesela Pars’ın spin-off’unu yapsanız izlerim. O kadar eğleniyorum ki onu izlerken.

Sema: Neden olmasın?

Yargı’nın yurtdışı satışları da başladı…

Ali: Başladı, çok iyi gideceğini düşünüyoruz. Yurtdışı satışlarımızı yapan Ateş Bey, bizden hep bir aşk hikâyesi istiyordu. Ocak ayında bu hikâye çıktığında, emin misiniz, bu iş karanlık dedi. Şimdi de iyi ki beni dinlememişsiniz, diyor. (Gülüyor) Bir yandan çok yerel ama bir yandan da evrensel çünkü aile bağları var, birçok ülkede de çevirisi olabilecek bir iş. 

Bana ana hikâye çok evrensel geliyor, bir genç kadının öldürülmesi, aile içi sorunlar, avukat ve savcı karakterler… Pek çok ülkede uyarlaması yapılabilir. Merakla bekliyoruz.

Sema: İnşallah.

Röportaj için ikinize de çok teşekkürler. Bir polisiyesever olarak Yargı gibi bir işi, bu titizlikle TV’ye yaptığınız için de ayrıca teşekkür ederm.

Sema: Biz teşekkür ederiz. Çok güzel oldu bence.

Ali: Aslında ben bu tür röportajları pek yapmıyorum.

Sema: Pek mi! (Gülüyor) Hiç. Hep bana kalıyor bu işler. 

Ali: Polisiye sevdiğiniz ve 221B ekibinden olduğunuz için ben de sevindim. Çok teşekkür ederiz. 

Özlem Özdemir

1984 doğumlu. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu, aynı bölümde yüksek lisans yaparken eğitim yayıncılığı alanında çalışmaya başladı, iki yıl sonra kültür yayıncılığı alanına geçti. Bilim ve Gelecek dergisinde Yazı İşleri Müdürü, Esen Kitap'ta Genel Yayın Yönetmeni olarak çalıştı. SoL gazetesinin bilim eki BilimsoL'a ve kitap ekine katkı sundu. Mylos Yayın Grubu'nun kurucularından. Episode ve 221B'nin yayın yönetmeni.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir