‘Swarm’: Siyahi Kültür, Toksik Hayranlık, Kadın Düşmanlığı ve Modern Slasher Öğeleri

 ‘Swarm’: Siyahi Kültür, Toksik Hayranlık, Kadın Düşmanlığı ve Modern Slasher Öğeleri

Donald Glover ya da müzisyen personasıyla Childish Gambino, son dönemde yaptığı işlerle ve çokyönlülüğüyle parlayan bir isim. Özellikle ABD’deki kurumsal ırkçılığa vurgu yapan politik tavrıyla ve egemen beyaz kültüre karşı duruşuyla dikkat çeken Glover, siyahi kimliğini ve Afroamerikan köklerini de her şeyin önüne koyuyor.

Donald Trump’ın başkanlığı döneminde yayınlanan “This Is America” klibiyle küresel bir tsunami yaratan Glover, “Jim Crow yasaları”na, sistematik ayrımcılığa ve silahlanmaya duyduğu nefreti de kara mizah dozu yüksek şekilde göstermişti.

Doğrusu müziğe bağımsız bir kulvardan giren Glover, yaptığı albümlerle de çağdaş R&B ve rap piyasasına damga vurdu, “one hit wonder” olmadığını gösterdi. Zaten kazandığı Grammy ödülleri de bunun bir göstergesi.

Daha 21 yaşındayken NBC’nin komedi serisi 30 Rock’ın senaristleri arasına katılan Glover, TV tarafındaki esas patlamasını da Atlanta serisiyle yaptı. Yaratıcısı olduğu Atlanta serisinde başrolü de üstlenen Glover, siyahi kültürün köklerini, rap dünyasını ve yaşam tarzını hayli varoluşçu bir bağlamda aktardı.

Tabii bu noktada bilmeyenler için Atlanta’nın bir siyah şehri olduğunu ve Martin Luther King’in de burada doğduğunu belirtmekte yarar var. Siyahi temelleri oldukça derin olan Atlanta; Gucci Mane, Andre 3000, Ludacris gibi rapçilerin de şehri.

Bu kökler ve simgeler üzerinden siyah olmanın ideolojik ayrımını “dramedy” kodları içinde hikâyeleştiren Glover, TV’nin en prestijli ödüllerinden sayılan Emmy’de de “En İyi Yönetmen” ve “En İyi Erkek Oyuncu” ödüllerini kazanarak tarihi bir başarı elde etti.

Son yılların en iyi serilerinden Atlanta, dördüncü sezonuyla 2022’de ekranlara veda etti. Glover ise Prime Video ile uzun süreli bir içerik anlaşması yaptı ve elbette yanına da Atlanta’nın yardımcı yapımcısı Janine Nabers’ı aldı.

‘Promising Young Woman’ Tadında: İntikam Tutkusu ve Stan Kavramı

Emerald Fennell’ın yazdığı ve başrolünde de Carey Mulligan’ın yer aldığı Promising Young Woman, “MeToo hareketi” sonrasındaki feminist dalgayı büyüten yapımlardan biri olmuştu. 93. Akademi Ödülleri’nde “En İyi Özgün Senaryo” Oscar’ını da kazanan film, eril tahakküme, ataerkil toplum ahlakına ve cinsel taciz mağduriyetine dair kuvvetli bir intikam ateşi yakmıştı.

Promising Young Woman’ın akabinde gelen Titane ise bu intikam ateşini David Cronenberg estetiği ve posthümanizme dair etik bir sorgulamayla buluşturmuştu. Julia Ducournau’nun ikinci uzun metrajı, transhümanist bir fetişizmle ve toplumsal cinsiyet rollerinin ötesindeki akışkan cinsiyetle farklı bir damar yakalamıştı.

Agathe Rousselle’in canlandırdığı Alexia, kimliğine ve bedenine dair duyduğu bunalımlardan ötürü kendisini sıkıştıran dünyaya öfke duyuyordu. Saldırganlığı ve yıkıcılığı da bundan kaynaklanıyordu. Ducournau’nun filmi erotik bir heyecan ile salt bir tiksinti arasında bırakması da şoke ediciliği artırıyordu.

Swarm

Açıkçası Swarm, bu filmlerden beslenen bir yapıya sahip. Ancak bunu yaparken kendine has bir korku komedi anlatısı kuruyor, sosyal medya çağının yarattığı dilden ve kavramlardan da ziyadesiyle yararlanıyor. Özellikle son yıllarda sıkça kullanılan “stan” kavramı da seride önemli bir yere oturuyor. “Stalker” ile “fan” kelimelerinin birleşimiyle ortaya çıkan bu kavram, obsesif hayran kitlelerinin davranış biçimlerini ifade etmek için kullanılıyor.

Serideki pop divası Ni’Jah da aslında Beyoncé’yi sembolize ediyor. Ni’Jah karakteri oluşturulurken Beyoncé’nin müziği dışında sahne kıyafetlerinden ve koreografilerinden yararlanıldığı da çok belli oluyor. Beyoncé’nin “BeyHive” olarak bilinen hayran kitlesi de seriye ilham veren en önemli detaylardan, hatta Caché karakteri de Jay-Z’yi işaret ediyor. Bu nedenle dördüncü bölümdeki Billie Eilish sürprizi de oldukça hoş düşünülmüş.

Glover’ın “Childish Gambino” olarak popüler kültüre, müzik ekonomisine ve “fandom” dünyasındaki davranış kalıplarına hâkimiyeti, Swarm’un en dikkat çekici yanı. Bu toksik hayranlık üzerinden yakalanan modern slasher damarı da seriyi farklı bir yere koyuyor.

Swarm

Esasen protagonist Dre’nin kurbanlarına sorduğu “En sevdiğin sanatçı kim?” sorusu da Scream filmleriyle bağ kuran bir motif niteliğinde. Bu soru Scream serisinde duyduğumuz “En sevdiğin korku filmi hangisi?” sorusunun bir uzantısı olarak duruyor.

Swarm’un bağımsız ve gerçeküstü anlatımı da korku komedi tonunun ayarlanmasına yardımcı oluyor. Tabii bu anlatım doğrultusunda serinin antikahraman özelliklerine sahip ana kahramanını haklı çıkarma ya da kınama arayışında olmaması da mühim. Hikâye, yargılama unsurları olmadan gelişiyor, bölümler ilerledikçe ana karakterin içindeki ilkel ve hayvani şiddet içgüdüsü açılıyor. Glover ve Nabers ikilisi ana karakterlerinin hasarlı ruhunu sergilemeyi başarıyor.

Sonuç olarak Swarm siyahi kültürü, toksik hayranlığı, stalkerlığı, kadın düşmanlığını slasher öğeleriyle harmanlayarak dikkat çekiyor ve yılın öne çıkan yapımlarından birisi olarak izlenmeyi hak ediyor.

Bu yazı, Episode’un 49. sayısında yayımlanmıştır.

Orçun Onat Demiröz

Lisans öğrenimini 2010 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinde tamamladı. Akabinde yüksek lisans için Viyana’ya gitti ve 4 yıl kadar Avusturya’da yaşadı. 2015 yılında Türkiye’ye döndü ve çeşitli kültür/sanat dergilerinde, eklerde, bloglarda yazarlık yaptı. Aynı zamanda birçok ajansta da metin ve içerik yazarı olarak çalıştı. Hayatına yazar, yorumcu ve DJ olarak devam ediyor.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir