Tamamen Ters Köşe: “Bartu Ben” | Levent Tanıl
Bartu Ben, orijinal işlerin kuraklığına mahkûm kalan yerli dizi piyasasına inat, içinde gerçek komedi unsurlarını bulunduran özgün bir fikir. BluTV’nin yayınlamaya başladığı bu orijinal yapımının senaryosu, başrolü ve dizinin isminin de sahibi olan Bartu Küçükçağlayan’a ait.
Benim için Çoğunluk filminden itibaren her işini merakla takip ettiğim bir aktöre dönüşen Küçükçağlayan, özellikle son birkaç senedir sanatın her mecrasında aktif olmaya çaba gösteriyor. Sinema, televizyon ve solistliğini yaptığı Büyük Ev Ablukada grubundaki faaliyetlerinin yanı sıra komedyen Feyyaz Yiğit’le bir de Youtube kanalı açan sanatçı, şu sıralar Bartu Ben ile beklenmedik bir etkileşim elde etti.
Beklenmedikten kastım gerçekten beklenmedik!
Keza, oyuncuyu çok sevmeme rağmen snopsisi ve özellikle de fragmanıyla egoist bir ilk izlenim uyandıran yeni dizisi, BluTV tarihinin “turnayı gözünden vuran yapımı” olarak anılmaya başlandı bile. Henüz 3 bölümünü izleyebilmiş olsam da bu görüşe ben de katılıyorum.
İlk bakışta 2012 yazına fırtına gibi başlayıp 13 bölüm sonrasında belden aşağı esprilerle kendisini dibe sürükleyen İşler Güçler’e yakın bir hava taşısa da 10 dakika içinde kendini göstermeye başlayan detay komedisi Bartu Ben’i ana karakterine bağımlı olmadan da ilerleyebilen, etkili bir sektör hicvine dönüştürüyor.
Üstelik yönetmen koltuğunda Kelebekler filminde de Küçükçağlayan’la birlikte çalışan Tolga Karaçelik’in olması, diziyi teknik anlamda kasmaya çalışmayan ancak gerektiğinde taşı gediğine oturtacak açılarla dolu sahnelere kavuşturmuş.
Ödüllü yönetmen Tolga Karaçelik’le de meyvelerini çabuk toplatacak türden bir bağ oluşturduğunu görüyoruz.
Tolga Karaçelik; Gişe Memuru ile özgün bir kadraj oluşturan, Sarmaşık filminde tek mekân gerilimini farklı metaforlarla güçlü tutan ve bol ödüllü son işi Kelebekler’de düşük bütçeyle büyük alkışlar toplayan bir yönetmen. Her yeni projesinde bir önceki eserinin üzerine koyarak ilerleyen yönetmenin ilk dizi deneyimi de hiç fena sayılmaz.
Bu noktada BluTV’nin tıpkı ilk orijinal işi Masum’da Seren Yüce’yle kurduğu ortaklık misali bir başka ödüllü yönetmen Tolga Karaçelik’le de meyvelerini çabuk toplatacak türden bir bağ oluşturduğunu görüyoruz.
Filmlerinde de birçok kez yaptığı gibi var olan sahneleri senaryo ve oyunculukların enerjisine bırakan Karaçelik, yönettiği diziye daha gerçekçi izlenimler kazandırmayı başarmış. Bu olumlu tercihin üzerine Bartu Küçükçağlayan’ın başta kendisi olmak üzere şu anki televizyon piyasası ve sektörün tamamını tiye alan zeki dokunuşlara sahip anlatısının eklenmesi, dizinin yaşanması olağan olaylar içerisinde mizahla yön bulmasına yardımcı oluyor.
Bartu Küçükçağlayan, ilk üç bölümde oluşturduğu evrende, etrafa kendisinin de içinde bulunmaktan bazen keyif aldığı bazen de almadığı uzun bir parti atmosferi hissi aktarıyor adeta. Bol reytingli dizilerde ve ödüllü filmlerde boy gösterdiği kariyerini, yaşadığı hızlı hayat nedeniyle dibe sürüklenen bir kurmacayla anlatan oyuncu, işin içine hayali karakterleri de dahil ederek mizah gücünü başarıyla besliyor.
Dizideki olay örgüsünün ne yönde ilerleyeceği asla kestirilemiyor
Özellikle Bartu’nun dayısını oynayan ve henüz ismini bilmediğimiz Müfit Kayacan’ın canlandırdığı Dayı karakteri, ana karakterin de üzerine çıkarak ilk bölümü ipten alan kişi oluyor. Hatta Dayı’nın ilk bölümde cenaze evinde anlattığı, yakın dostu Allahsız Ahmet’le yaşadığı son maceranın detaylarını göz önüne alırsak bu karakterden bir kısa bir spin-off denemesi çıksa popüler olma ihtimali epey yüksek.
Dizideki olay örgüsünün ne yönde ilerleyeceği asla kestirilemiyor. Karakter kendi ruh haline göre ilerletiyor senaryosunu. Tercih ettiği bu yol, insanın kendisini değersizleştirmek için gösterdiği anlamsız çabalara çıkıyor aslında… Öyle ki televizyon ve medya sektörüne yönelik getirdiği eleştirileri, sektörün içinden biri, bizzat kendisi üzerinden anlatan oyuncu, farklı bir mizah gücü yakalıyor. Bu güç de madalyonun aslında görünmeyen tarafının insanı ne denli değersiz bir uçuruma doğru sürükleyebileceğinin kanıtına dönüşüyor.
Bartu Küçükçağlayan, yazdığı dizide sektörün güncel halini yerden yere vuruyor, fakat bu sırada oyuncunun en fazla eleştirdiği şey yine kendisi oluyor. Geçici bir düzenden çok daha kalıcı ve manevi anlamda mutluluğa ulaştırıcı işlerin peşinde olmaya çalışan dizideki Bartu, nasıl bir hayat yaşamak istediğini bir türlü anlatamıyor, etrafındaki insanlara da kabullendiremiyor.
Kariyerine yerleştirdiği bolca ödül, uzun soluklu dizi başarıları ve özgün müzik performanslarına rağmen kendi mutsuzluğuyla kavurulmakla kalmayıp bir de çevresindeki insanların gözünde değersizleşen dizideki Bartu Küçükçağlayan, günden güne duyarsızlaşmaya başlayan toplumumuz içinde kaybolmaya mecbur tutulan küçük bir nokta olarak kalıyor sadece.
Belki de her gün defalarca yanımızdan geçip giderken asla fark edemediğimiz bir insan bu
Tabii işin içine ana kahramandan daha özenli yazılmış yan karakterlerin performansları da eklendiğinde dizi, özgün işler peşinde olan pek çok seyircinin radarına girebilecek dengeli bir kıvama ulaşıyor.
Kendi isteğiyle dibe sürüklenmeyi tercih eden, alıştırılmaya çalışılan düzeni kabul etmeyen bir insanın hikâyesini anlatıyor Bartu Ben. Belki de her gün defalarca yanımızdan geçip giderken asla fark edemediğimiz bir insan bu. Ünlü olup olmaması önemli değil, inanmak istediği hayat için kendi yöntemlerince direnmeye çalışan bir insan…
İşte bu sebeple izlenmeyi hak ediyor.
Her fırsatta popüler müziklerden destek alan, uzun bakışmalar ve tozpembe olaylarla dolup taşan yerli dizi çöplüğüne rağmen insan zaaflarını ve dünyevi ihtiyaçlarına bağımlılığını anlatmayı tercih eden eğlenceli bir iş.
Tıpkı senenin ilk yarısında karşımıza çıkan Şahşiyet’teki Hakan Günday-Onur Saylak ortaklığındaki gibi Küçükçağlayan-Karaçelik işbirliğinin de yeni projelerle devam etmesini diliyorum.
Episode’un 12. sayısında yayımlanmıştır.