Mrs. Maisel’den Gerçek Hayata: Hey Dünyalı! I Didem Tekeli

 Mrs. Maisel’den Gerçek Hayata: Hey Dünyalı! I Didem Tekeli

[highlight]50’li yılların Amerika’sında kadının toplum içindeki yerini gördüğümüz, kendine verilenle yetinmeyip istediğini almak uğruna didinen kadınlardan birkaçıyla tanıştığımız bir dizi The Marvelous Mrs. Maisel. Kadınlar, hayallerini gerçeğe dönüştürmek için çabalıyor. Bu çabayı izlemek elbette ilham verici. Tıpkı son birkaç aydır dünyayı yakalayan Time’s Up hareketi gibi. Sizce de harekete geçmenin zamanı gelmedi mi?[/highlight]

20 Ocak günü Londra’da bir yürüyüş yapıldı. İnsan hakları, eşitlik, onurlu bir yaşam sürmek talebini yinelemek için sokağa çıkmış insanların ellerindeki dövizlerden birinde “Eğer öfkelenmiyorsan olup bitene dikkat etmiyorsun,” yazıyordu. Çok doğru. Ama hey, dünyada neler oluyor?

Olan şu: Time’s Up (Vakit Doldu veya Vakti Geldi) hareketi, Hollywood kadınlarının bakımlı, tanınan güzel yüzleri sayesinde hızla ilerliyor. Kadınlar eşit ve onurlu bir yaşam istiyor. İnsan haklarına, kadının insan haklarına saygı bekliyoruz ve artık vaktidir.

Hatırlarsanız, Hollywood’un tanrı gibi sevilen, saygı duyulan yapımcısı Harvey Weinstein’ın gerçek yüzü, Ekim ayında açığa çıkmıştı. Kadınları avlayan ve gücüyle ezip cinsel şiddet uygulayan bir adam Harvey. Böyle bir devin yıkılmasıyla, aynı suçu işlemiş öbür güç sahibi erkeklerin de takkesi düşmeye başladı. Yaşananlar, sinema sektörüyle sınırlı kalmadı, örneğin gazeteciler de kendilerine ayna tuttu.

20 Ocak 2018, San Fransisco. Burcu Döleneken’in objektifinden.. “Kadının Yeri Direniştir…” (solda)

Time’s Up hareketi, işyerinde cinsel şiddet gören ve eşitsizlik yaşayan herkesi kucaklıyor. Türkiye’den İran’a, Birleşik Krallık’tan Japonya’ya her yerden kadının bu uğurda bir araya gelmesi mümkün. BBC’nin eski Çin editörü Carrie Gracie’nin kurumunun eşitsiz maaş politikası nedeniyle görevinden istifa etmesi üzerine kadınlardan dünya çapında gördüğü desteği, bu dalganın bir etkisi olarak okuyabiliriz. Gracie, verdiği savaşın yalnız kendisi için değil, genç, başarılı ancak hakkı yenen tüm kadınlar için olduğunu söylüyor. Eşitlik mücadelesinden kaçamayacağımızı, eğer bugün sorumluluğumuzu bilmezsek tüm kadınları yalnız bırakmış ve hayal kırıklığına uğratmış olacağımızı dile getiriyor. Dediğimiz gibi, artık vaktidir.

Dövizde “Kadının yeri devrimdir” yazıyor. 20 Ocak, Londra. Fotoğraf: Claudia Bouvier

Kadınlar yürüyünce

Geçen yıl Donald Trump Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olarak yemin ettikten hemen sonra, 21 Ocak 2017’de yapılan yürüyüşleri hatırlayalım. Trump’ın göreve gelmesiyle kadınlar sokağa çıkmıştı, onlara saygı duymadığını saklamayan dünyanın en güçlü figürüne “Buradayız,” demişlerdi. Yeryüzünün farklı yerlerinde 673 yürüyüş gerçekleştirilmiş, toplamda 5 milyona yakın insan yürümüştü. Ne yazık ki Türkiye’de bu uğurda bir yürüyüş yapamadık…

Bu yıl 20 Ocak’ta kadınlar, ABD’nin farklı şehirlerinde ve dünyanın çeşitli yerlerinde tekrar yürüdü. Time’s Up ve cinsel şiddete uğramışların sesi #MeToo (Ben de) hareketi sokaktaydı. O gün yürüyen kadınlardan biri, The New York Times’a devrimin kadınlar tarafından o an yapıldığı hissine kapıldığını söylüyordu. Güçlenmek böyle bir şey işte…

Ekranlara geri dönersek

7 Ocak 2018’te düzenlenen Altın Küre Ödül Töreni, Weinstein skandalı ve takip eden gelişmelerden sonra Hollywood’u bir araya getiren ilk etkinlik olması nedeniyle önemliydi. Kadın oyuncular Time’s Up aktivistlerini kırmızı halıya çıkardılar, protesto amacıyla siyah giydiler, kameraların karşısında ağızlarını her açtıklarında eşitlik talebini yinelediler. Bu, kadınları güçlendiren bir andı. 21 Ocak’a gelip Film Oyuncuları Birliği’nin SAG Ödülleri’ne baktığımızda, kıyafetlerin artık siyah olmadığını gördük ancak eşitlik talebi, onurlu bir yaşam beklentisi oradaydı. Reuters, ödül törenine dair haberini geçerken “Kadınlar ve kadın hikâyeleri geceye damgasını vurdu,” ifadesini kullanıyordu. Haklı olabilir. Kitlelere ulaşabilen kadınların desteğiyle, sosyal ve siyasi alanda eşitlik ve değişim isteyen kadınlar cesaretleniyor, görünüyor ve direniyor. Ve daha çok kadın öyküleri izlemek istiyor. Kadınlar da hikâyelerini anlatabilmek peşinde.

“The Marvelous Mrs. Maisel”in düşündürdükleri

New York, 1958. Şehrin zengin kesiminde yaşayan yahudi bir ailenin kızı. Babası matematik profesörü, annesi ise ev kadını. Güzel giyinmeyi, makyaj yapmayı seviyor. Annesinden gördüğü gibi iyi bir eş, ev kadını olmayı istiyor, bunun için gerçekten çok çalışıyor. Örneğin kocası onu makyajsız görmesin diye uykusuz kalmaya razı. İki çocuk doğurmuş olmasına rağmen vücudunun tek bir ölçüsünün yıllardır değişmemiş olması önemli. Mutlu. Sürekli eşinin isteklerini, cemaatinin beklentilerini tatmin etme peşinde ve bu, onu hiç rahatsız etmiyor. Cıvıl cıvıl, iş bitirici, zeki ve üstelik güzeller güzeli Miriam “Midge” Maisel ile (Rachel Brosnahan) tanışın.
Midge’in tek isteği, kocasının hayal ettiği her şey olmasına yardım etmek fakat koca Joel Maisel (Michael Zegen), hayatında kötü, yanlış veya eksik ne varsa bunun suçlusu olarak karısını görmekten geri kalmayan bir adam. Âşık olup evlendiği Miriam’ı sekreteriyle aldattı, mutsuz hissettiği bir gecenin köründeyse evi terk etti. O gece Miriam için kırılma noktası oldu. Bu ayrılığın ardından kendi istek ve ihtiyaçlarıyla, başka insanlarla tanıştı. O gece, iş hayatına atıldığı, tutkuyla istediği şeylerin peşinden azimle gittiği yeni bir döneme adım atmış oldu. Aslında Joel’in de hakkını yemeyelim; dizinin ilerleyen bölümlerinde o da büyüyüp olgunlaşacak. En azından onu olgunlaşmaya zorlayan gelişmelerle karşılaşacak. Midge’e dönersek; onun şimdi neredeyse tüm çabası, 50’lerde sayıları çok da fazla olmayan kadın komedyenlerden biri olmak.

Joel’in kendisini aldatıp evi terk etmesi, Midge için kırılma noktası oluyor…

Parkta neler oluyor?

Midge, çocuklarıyla parkta gezinirken kadınların bir araya toplandığını görür. Aralarına katılır, merakla kalabalığın nedenini sorar, duyduğu her şey onu şaşırtır. Öğrendiklerine öfkelenir: “Nasıl yani, böyle güzel bir parktan yol mu geçecek?” O ana dek her şeyden habersiz olsa da, büyük bir isyanla, doğru notalara basan etkileyici bir konuşma yapar. Kadınlar olan bitenle ilgilense ve itirazlarını dile getirse dünyanın yerinden oynayacağına dair bir konuşmadır bu. Tüm kadınları parkı korumaya davet eder.

Susie Myerson ve Midge…

Tam bu noktada Midge’in yeteneğinden söz etmeli. İyi konuşan bir kadın. İçten içe hep stand-up yapmak istemiş. Aslında belki farkında bile olmadan, hayatı boyunca bir komedyen olmuş. Örneğin, düğününde davetlilere yaptığı konuşmaya sıradan bir hoş geldin konuşması diyemeyiz. Basbayağı bir monolog, bir oyundur o. Benzer bir monoloğu, acı çektiği bir gecede, biraz bildiği bir sahneden hiç tanımadığı insanlara atar, onları güldürüp eğlendirir. Aynı gece bir kadın hayatına girip onu derinden etkileyecektir: Susie Myerson. (Alex Borstein)

Çok katmanlı bir dizi

Midge’in komik yanını, kıvrak zekâsını, bitmek tükenmek bilmeyen enerjisini keşfeden ve bunu işlemek isteyen kişi, Susie Myerson’a dikkat. Susie, hayata keskin ve sert espri anlayışıyla bakan bir tutunamayan. Oyuncusu Alex Borstein onu “Hayır diyebilen bir kadın,” olarak nitelendirmiş. Bu kadın yalnızca tekliflere, fırsatlara hayır demiyor. “Kadın gibi olmak” cümlesine her neyi koyuyorsanız, onların tümüne hayır diyor. Susie zeki, istekli, dirençli bir kadın. Ve komik. Susie bir harika, en az Mrs. Maisel kadar olağanüstü.

50’lerde ABD’de kadının toplum içindeki yerini gördüğümüz, kendine verilenle yetinmeyip istediğini almak uğruna didinen kadınlardan birkaçıyla tanıştığımız bir dizi The Marvelous Mrs. Maisel. Üstelik yalnız karı-koca ilişkisine odaklanmıyor. Baba-kız, anne-kız ilişkisine, başarılı olmuş kadınla öbür kadınların arasındaki alışverişe dokunuyor, farklı arkadaşlık biçimlerini ortaya serip kendini izletiyor. Herkesin ciddi ciddi düşünmesi gereken konuları iyi hazırlanmış bir kapuçino köpüğü gibi lezzetli, hafif ve keyifli anlatan diziyi henüz izlemediyseniz, bir şans verin. Güleceksiniz; New York’ta, özellikle onun gecelerinde dolanacaksınız, farklı hayatların aynı şehirde nasıl bir arada olduğuna bir defa daha tanıklık edeceksiniz.

Dizinin yaratıcısı, “Gilmore Girls”den Amy Sherman Palladino

Vanity Fair, dizinin başarısına dair yazarken “Ters giden işleri yoluna sokacak karizmatik ve azimli bir kadın karakterin zamanıydı, dizi bu nedenle başarılı,” yorumunu yapıyor. Dizinin yaratıcısının başarılı bir kadın olmasının önemine dikkat çekiliyor. The Marvelous Mrs. Maisel, Amy Sherman Palladino imzalı bir yapım. Gilmore Girls‘ü biliyorsanız, Palladino’yu tanıdığınızı söyleyebilirsiniz. En azından hızlı, soluksuz diyalogların onun imzası olduğunu biliyorsunuz.

The Marvelous Mrs. Maisel, henüz Kasım 2017’de gösterilmiş olmasına rağmen iki Altın Küre (Dizi, Müzikal veya Komedi dalında hem En İyi Dizi hem de En İyi Kadın Oyuncu Ödülleri) kazanan bir iş oldu. Amazon’da yayınlanan dizi, hemen arkasından Eleştirmenlerin Seçimi Televizyon Ödülleri gecesinden de yine aynı dallarda, aynı iki ödülü alarak ayrıldı.

Kadınlar, zaman zaman ümitsizliğe düşerek, korkup acı çekerek “Olmaz” denileni hayal ediyor. Hayallerini gerçeğe dönüştürmek için çabalıyor. Bu çabayı izlemek elbette ilham verici. Dizinin 2. sezon çekimlerinin baharda başlayacağı söyleniyor. Yılın sonunda tüm karakterleri görmek, öykülerini kaldığı yerden takip etmek dileğiyle…

 

Didem Tekeli

Uluslararası İlişkiler okudu, sosyal kalkınma üzerine çalıştı. Türkiye'nin sivil toplum örgütlerinde ve onlar için faaliyet gösteren oluşumlarda görev aldı, hâlâ engelli bireyin insan hakları üzerine kafa yoruyor. Yaratıcı yazarlık ve yazma biçimleri konularını anlamaya çalışıyor, kısa öykü yazıyor. Öykülerinden birkaçı NOTOS Edebiyat Dergisi'nde yayımlandı. Kendi kitabının çıkmasını hayal ededursun, dizileri "Nasıl anlatmış?" sorusuyla izlemeye devam ediyor…

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir