Oriol Paulo: “İşlerim yerel ama evrensel temalara da sahip”

 Oriol Paulo: “İşlerim yerel ama evrensel temalara da sahip”

Fulya Turhan’ın Oriol Paulo ile gerçekleştirdiği bu röportaj Episode’un Şubat 2021 özel sayısında yayımlanmıştır.

Oriol Paulo… Günümüzün ve gelecek yılların en parlak, en özgün senaristlerinden ve yönetmenlerinden biri. Katalonya doğumlu, Los Angeles Film School mezunu Oriol Paulo kariyerinde özellikle polisiye türünde muhteşem işlere imza attı. Ustalıkla attığı düğümleri, bu düğümlere getirdiği zarif çözümleri, ters köşeleri, zengin diyalogları, derinlikli karakterleri ve izleyicileri sürece dahil eden anlatı tarzıyla türün en başarılı örneklerinden bazılarını ortaya çıkardı. Ceset (2012) ve Görünmeyen Misafir (2016), izlemeniz gereken filmler listesinde mutlaka yer almalı. Korku ve bilimkurgu gibi türlerle polisiyeyi harmanlayarak ortaya çıkardığı Julia’nın Gözleri (2010) ve Fırtına Anı (2018) filmleri de Paulo’nun zengin dünyasının birer kanıtı niteliğinde. 

Film projelerinin yanı sıra başarılı dizilere de imza attı Oriol Paulo. Night and Day (2016- 2017) bunlardan biri, diğeri de yakında Netflix’te izleyicilerle buluşacak sekiz bölümlük Şantaj (El inocente) dizisi. Harlan Coben’in aynı isimli romanından uyarlanan dizide Oriol Paulo yönetmen ve senarist koltuğunda oturuyor. 2021’in merakla beklediğimiz yapımları arasında yer alıyor Şantaj

Kardeş dergimiz 221B’nin 23-28 Şubat tarihleri arasında düzenlediği Uluslararası Polisiye Festivali kapsamında Oriol Paulo ile kariyeri, filmleri ve dizileri üzerine dolu dolu bir söyleşi gerçekleştirdik.

Oriol Paulo ile yakında izleyicilerle buluşacak Şantaj dizisini, yine bir roman uyarlaması olan Los renglones torcidos de Dios filmini, önümüzdeki yıllara dair planlarını, dizi ve film sektörünün bugünü ve yarınına dair düşüncelerini konuştuğumuz röportajımız sizlerle. Keyifli okumalar…

Fotoğraf: Quim Vives

Oriol Paulo

Film projeleri dışında diziler üzerine de çalışıyorsunuz. Night and Day (2016-2017) bunlardan biri. Dizide adli tıp doktoru Sara Grau’yu takip ediyoruz. Bu dizinin nasıl hayata geçtiğinden bahseder misiniz? 

Evet kesinlikle. Night and Day ufak çaplı bir diziydi ve gerçekten çok ilgimi çekmişti çünkü dizinin dili Katalancaydı, anadilim yani. Bazı durumlara yaklaşımımız konusunda epey özgürdük, bu anlamda cesur bir diziydi. Çok güçlü bir teması vardı ve bunu anlatabilmek heyecan vericiydi. Her gün morga gittiğinizi düşünün. Hayatınız aslında ölü insanlarla muhatap olmaktan ibaret. Günlük yaşamınızda sürekli karşılaştığınız şey, ölüm. Normal bir hayat sürmekle tezat oluşturan bir durum bu. 

Hem benim için hem de diğer yazarlar için epey ilgi çekiciydi. Özellikle bana biraz uzaklaşma fırsatı da tanıdı. Evet, bu ufak çaplı bir işti, bütçe konusunda baskı yoktu, gişe baskısı yoktu ve bunu yapmam gerekiyor diye düşündüm. Gerçekten çok düşük bütçelerle çektiğimiz, yapı konusunda tamamen özgür olduğumuz bir işti. Muhteşem oyuncularla çalıştım, bu da bana deneyim kazandırdı. Bir yandan da istediğimiz şeyden emin olmamız gerekiyordu çünkü çekimler için epey kısıtlı zamanımız vardı. Aslında kendimi denemenin bir yoluydu diyebilirim. Malzeme bu, kısıtlı bir süren var ve bu süre içinde 50 dakikalık bölümler çekmen gerekiyor. 

Güçlü bir dizi olması gerekiyordu ve gerçekten istediğim gibi bir iş ortaya çıkarabilmek için tüm özgürlüklere sahiptim. Bu dizide bunu başardık. İzlemesi epey zor ama muhteşem sahneler çıkardık. Süre açısından baktığımızda aslında tek bir film çekeceğiniz süreçte dört film çekmek gibi bir şey bu. O nedenle her gün çekimlerdeydik. Beni de epey geliştirdi, yeteneklerimi, bazı şeylere yaklaşımımı geliştirdi. Hikâye ve projenin bize verdiği özgürlük çok hoşuma gitmişti. 

Dijital platformlar aracılığıyla dünyanın farklı yerlerinde çekilen yüzlerce diziyi izleme fırsatımızın olduğu bir çağda yaşıyoruz. Sinema ve dizi sektörünün bugününü ve geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dört gün önce yeni dizimin çekimlerini tamamladım (gülüyor). Geleceği kestirmek güç tabii ama pandemi sürecini de hesaba kattığımızda dijital platformların film ve dizi dağıtıcıları olarak epey güçlü olduğunu görüyoruz. Türkiye’de durum nasıl bilmiyorum ama İspanya’da film sektörü zor durumda. Sinemalar kapandı ve dolayısıyla birçok izleyici kaybetti. İnsanlar her zaman iyi bir film, iyi bir dizi izlemek isteyeceklerdir. 

Bence Netflix, HBO, Amazon gibi online platformlar bu anlamda epey geniş bir yelpaze sunuyor. Benim durumum özelinde konuşursak bana dizi formatında çok uzun bir film yapabilme imkânı tanıyor. Bir film üzerine çalıştığınızda her şeyi izleyicilere vermek için iki saatiniz var, o nedenle de bazen direkt ana meselelere girmek zorunda kalıyorsunuz. Dizi projelerinde ise karakterlerle biraz daha oynama fırsatınız oluyor. Karakterleri, olayları daha derinlemesine işleme fırsatınız oluyor. 

Dizi ya da mini dizi formatında uzun filmler yapabilmek bana çok iyi geliyor. Umuyorum ki gelecekte sinema sektörü Covid-19 pandemisinin etkilerinden kurtulacak. Normale döndüğümüzde yine eskisi gibi sinemalara gidebileceğiz. Bir ay içinde yeni bir filmin çekimlerine başlayacağım. Bu filmin sinemada gösterime girmesini istiyoruz. Umarım normale dönebiliriz. Online platformların bu anlamda elbette bir avantajı var. Her formatta içerik üretme özgürlüğünüz var. Birçok dizi mevcut ve bölümleri birbiri ardına izleyebiliyorsunuz. Gerçekten güzel. Ama bana kalırsa filmler sinemada izlenmek için yapılır. Bu geleneği kaybedersek gerçekten üzülürüm. 

İnsanların diziyi izlerken büyük bir soru işaretiyle karşılaşmalarını istiyorum, bunu direkt olarak dizinin başlarında sunacağım.

Netflix’te yayına girecek yeni dizinizden bahsettiniz, The Innocent (Şantaj). Sanırım çekimleri bitti. Böyle bir projeye nasıl karar verdiniz?

Evet, dizi dört gün önce bitti. Bu röportajdan çıktıktan sonra bölümleri tek tek izleyeceğiz, yarın da diziyi tamamen teslim edeceğiz. Açık konuşmam gerekirse Fırtına Anı filmini bitirdikten sonra araya ihtiyacım var diye düşündüm. Belki şöyle bir üç aylığına durma ihtiyacı hissettim, epey yorgundum. Bir gün Netflix’ten bir telefon aldım, bana ellerinde Harlan Coben’in bir romanının olduğunu söylediler. Bunu diziye uyarlamak istiyoruz dediler, ben de çok yorgun olduğumu söyledim. Onlar da romanı okumamı istediler. 

Okudum ve tamam, varım dedim (gülüyor). Bu projenin içinde olmaya böyle karar verdim. Daha önce Harlan Coben’in birçok romanını okumuştum ancak Şantaj’ı henüz okumamıştım. Netflix’le konuştuğumda bana tamamen özgür olduğumu söylediler, Harlan Coben için sorun olmadığı sürece istediğimi yapabileceğimi söylediler. Uyarlama için bir teklifte bulundum, Harlan’la konuşmak için New York’a gittim. Hikâyesine nasıl yaklaştığımı anlattım, o da önerime gayet sıcak yaklaştı. Fırtına Anı’nı bitirdikten sonra ilk taslağı kaleme aldım, sonrasında sekiz bölümü yazdım ve diziyi yönettim. İki yıllık bir süreçti bu. 

Bu diziye dair düşünceleriniz, beklentiniz nedir peki? Nasıl geri dönüşler almayı umuyorsunuz?

Az önce söylediğim gibi, sekiz saatlik bir film izleyebilme imkanıyla paralel aslında bu. Harlan’a önerdiğim senaryo, benim tarzıma yakın bir anlatı barındırıyordu. Harlan’a romanının çok iyi oluğunu ama dizi için kendi yolumu, kendi tarzımı izleyeceğimi söyledim. Yapbozlarımı işin içine dahil etmeme izin ver dedim (gülüyor). Çalışma şeklimiz buydu. 

İnsanların diziyi izlerken büyük bir soru işaretiyle karşılaşmalarını istiyorum, bunu direkt olarak dizinin başlarında sunacağım. Ve bu karmaşık durumu çözmeye çalışmalarını istiyorum. Tabii bu durumda sekiz saatlik bir dizi var karşımızda. Epey büyük ve birçok parça barındıran bir bulmaca olacak bu. Aslında ilk iki filmimle, Ceset ve Görünmeyen Misafir’le epey ortak noktası var bu dizinin. Aslında gizem gizem gizem ve gerilim türünde bir dizi. 

Merakla bekliyoruz. Şu sıralar bir film projesi üzerinde de çalışıyorsunuz; Los renglones torcidos de Dios. Ön prodüksiyon aşamasında sanırım. 

Evet, İngilizce ismi büyük ihtimalle God’s Crooked Lines olacak. Çocukken okuduğum ve çok etkilendiğim aynı isimli bir romandan uyarlama. Benim jenerasyonum ve sonraki jenerasyonlar üzerinde epey etki bırakmış bir roman bu. İçinde biraz daha dram barındıran bir polisiye hikâye. Çekimlere mayısta başlayacağız. Bir cinayeti aydınlatmak için psikiyatri hastanesine giden bir dedektifi konu alıyor hikâye. Filmle ilgili söyleyebileceğim şey, Bárbara Lennie’nin başrolde olacağı. Kendisi Görünmeyen Misafir’de Laura’yı canlandırıyordu. Muhteşem bir oyuncu, onunla tekrar çalışacağım için çok heyecanlıyım.  

Bu film Torcuato Luca de Tena’nın kaleme aldığı romandan uyarlama. İlginç bir yazar aslında, Franco destekçisi bir yandan da. Nasıl karar verdiniz bu romanı uyarlamaya?

Dediğim gibi bu roman benim jenerasyonumu çok etkiledi. Bir yandan da muhteşem bir ana karakteri var romanın. Bu roman benim için bir zemin oluşturuyor, Şantaj’dan bahsederken söylediğim gibi, ana malzemeyi aldım ve filme uyarladım. Romana sıkı sıkıya sadık kalan bir uyarlama olmayacak. Benim tarzımı yansıtacak ama bahsettiğiniz şey önemli. Bu roman tam da İspanya’nın yaşadığı geçiş sürecinde yayımlanmıştı. O zamanlar İspanya’nın iyiye doğru gelişimini, demokrasiye doğru dönüşümünü anlatmak için katmanlar da ekledik senaryoya. Bu aslında romanda olmayan bir şey, sadece bu konudaki fikirlerimizi vermesi açısından senaryoya ekledik. İspanya’nın iyiye gittiği, değiştiği bir dönemden bahsediyoruz. Bu geçiş sürecinden çok mutluyduk, mutluyuz, İspanyol seyirciler de bu durum sözkonusu olduğunda perspektifimizi anlayacaktır. 

Filmlerimin tüm dünyadaki izleyicilere hitap ettiğini düşünüyorum. Yereller ama evrensel temalara da sahipler.

Roman uyarlamaları son yıllarda epey ilgi görüyor. Gelecekte de birçok romanın ekrana ve perdeye taşınacağı aşikâr. Siz edebiyat uyarlamalarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Başka uyarlama projeleri üzerine de çalışacak mısınız?

Açıkçası hiçbir fikrim yok. Netflix’ten böyle bir teklif gelmesini beklemiyordum. Harlan Coben’in romanını uyarlamak çok ilgimi çekmişti. Los renglones torcidos de Dios’un haklarını alabilmeyi de hiç beklemiyordum, birçok insanın uyarlamak için sıraya girdiği bir roman. Yani aslında bu iki roman uyarlaması biraz tesadüfi oldu. Önümüzdeki dönemde roman uyarlamalarına devam etmeyi düşünmüyorum, şimdilik bu kadarı yeterli bence. Çünkü bir yandan da gerçekten geliştirmek istediğim başka fikirlerim, projelerim var. 

Roman uyarlamaları sözkonusu olduğunda düşündüğüm şey şu oluyor; bana, “Bu romanı uyarlamak istiyorum,” dedirten şey nedir? Uyarlayacağınız materyalle ilgili nasıl bir bakış açısına sahip olduğunuz önemli bana kalırsa. Yazar ya da yönetmen olarak kendinize şunu sormanız gerekiyor; romanın hangi kısımlarını derinlemesine incelemek, geliştirmek istiyorsunuz? Bazen kalan kısımları tamamen atmanız gerekiyor.  Hitchcock’un çalışma tarzı da buydu bence. Kendisi yazmıyordu ama çok iyi yazarlardan oluşan bir ekibi vardı. Roman uyarlamaları konusunda ustaydı ve aslında çok ünlü ya da çok “iyi” romanları uyarlamıyordu. Bence roman uyarlamaları, esere kendi bakış açınızı getirebildiğinizde, onu farklı bir şeye dönüştürdüğünüzde değerli bir iş haline geliyor. Orijinal materyalin üzerine inşa edilen ama kendi dünyanızı yarattığınız bir iş olmalı. Bunu yapabilmek için de ne anlatmak istediğinizi, bu romanı neden uyarladığınızı bilmeniz gerekiyor. 

Ben sadece kendi uyarlamalarım çerçevesinde konuşabilirim, Şantaj için çok iyi bir hikâye ortaya çıkarmak istedim. Film uyarlamam ise tamamen karaktere odaklı. Aslında tam olarak anlayabilmeniz için romanı okumanız gerekiyor ama Alice karakteri gerçekten muhteşem. 

Hitchcock dışında işlerini takip ettiğiniz, beğendiğiniz yönetmenler kimlerdir?

Günümüzde beğenerek takip ettiğim yönetmenlerden biri David Fincher. Yedi yaşımdan beri işlerini izliyorum, üzerimde büyük bir etkisi var, yaptığı her şeyi merakla takip ediyorum. Diğeri de Christopher Nolan. Kendisi bence zamanımızın en iyi yönetmeni. Hikâyenin yapısıyla, filmin şekliyle oynama tarzı çok hoşuma gidiyor. Bir film izlerken hissetmek istediğim şey bu. Kamera arkasındaki kişilerin imzasını görmek hoşuma gidiyor. 

Pedro Almodóvar bizim en ünlü yönetmenimiz. Onun filmlerini izlediğinizde de, evet, bu bir Almodóvar filmi diyorsunuz. Hikâyeye imzasını atabilen yönetmenleri, senaristleri çok seviyorum. Beğenerek takip ettiğim başka yönetmenler de var. Martin Scorsese bunlardan biri. Hikâyeyi anlatma biçimine bayılıyorum. Üç saatlik bir film bile yapsa bir çırpıda izliyor ve bitiriyorsunuz. Ama bir kişiyi seçmem gerekirse Christopher Nolan derim sanırım. 

Severek takip ettiğiniz diziler var mı peki, polisiye ya da polisiye dışı?

Gerçekten muhteşem olduğunu düşündüğüm dizilerden biri Fargo. Karakterlerin çok öne çıktığı bir iş ve ben de böyle işleri çok seviyorum. Son zamanlarda izlediğim iyi dizilerden biri de Euphoria. Tam anlamıyla polisiye diyemeyiz ama içinde suç öğeleri var, muhteşem bir dizi. Bir diğeri de Succession. Son yılların en iyi dizilerinden biri bana kalırsa. Noir öğeleri çok iyi kullanmışlar ve karakterleri çok iyi inşa etmişler. Olabildiğince fazla dizi izlemeye çalışıyorum aslında. Favori dizimse The Sopranos diyebilirim. The Sopranos benim için bir okul gibiydi, The Wire da öyle. Bu gibi diziler zemini ve çıtayı belirliyor. Yeni bir projeye giriştiğinizde bu dizilerin seviyesinin altında kalmayacak bir iş çıkarmanız gerekiyor. 

Filmleriniz ve dizileriniz dünyada geniş kitlelerce takip ediliyor, Türkiye’de de öyle. İşlerinizle ilgili aldığınız ilginç yorumlar var mı?

Var, elbette var. Sosyal medyayı çok aktif kullanmıyorum, sadece Instagram hesabım var. Gerçekten çok değerli yorumlar alabiliyorsunuz. Türkiye’den de çok geri dönüş aldım. Dünyanın dört bir yanındaki izleyicilerden mesajlar alabiliyorsunuz. Bence bu size daha çok sorumluluk yüklüyor. Sadece İspanyol izleyiciler için değil, dünyanın her yanındaki izleyiciler için bir film yaptığınızın farkında olmaya zorluyor sizi. Filmlerimin tüm dünyadaki izleyicilere hitap ettiğini düşünüyorum. Yereller ama evrensel temalara da sahipler. Bunu başardığınızı gördüğünüz zaman gelecekteki projelerinizde de bunu yakalamak için sorumluluk hissediyorsunuz. Bir film yapımcısı olarak da kendinizi geliştirmeye devam etmeye itiyor sizi. 

Benim için işlerimin çoğunu bulabileceğiniz bir platformda var olmak oldukça tatmin edici.

Filmlerinizin çoğu Netflix kataloğunda mevcut. Yeni diziniz Şantaj da Netflix’te izleyicilerle buluşacak. Geniş kitlelere ulaşma konusunda bir avantaj sağladı mı size Netflix? 

Netflix ya da diğer platformlardan önce uluslararası izleyicilere ulaşmak epey zordu. Ceset filmim üzerinden konuşursak birçok farklı ülkede gösterime girdi ama örneğin Birleşik Devletler’de sadece 20 sinema salonunda izleyicilerle buluşabildi. Yabancı bir film için oldukça düşük bir sayıydı bu. 

Netflix ise dünyaya açılan bir pencere. Filminiz ya da diziniz Netflix’te yer aldığında geniş kitlelere ulaşmanız oldukça mümkün. Filmlerim genelde kulaktan kulağa yayılıyor. İzleyenler başkalarına öneriyor. Bu bakımdan Netflix, İspanya dışında da gerçekten geniş bir kitleye ulaşmamı sağladı. Görünmeyen Misafir’in aldığı tepkiler muhteşemdi. Netflix kataloğuna eklenmesinden hemen bir gün sonra bile onlarca yorum aldım. 

Benim için işlerimin çoğunu bulabileceğiniz bir platformda var olmak oldukça tatmin edici. Filmlerimden bazıları başka platformlarda da var. Görünmeyen Misafir, Amazon Prime’de da izleyicilerle buluşuyor. Ceset, HBO’nun kataloğunda da mevcut. Netflix’te ise tüm işlerim toplu olarak var. Bir filmimi izleyen ve peki, Oriol Paulo’nun başka ne gibi işleri var diyenler için de avantaj. Tüm işlerimi tek bir yerde bulabiliyorlar. Evet, Netflix gibi platformlarda çok daha geniş izleyici kitlesine ulaşabiliyorsunuz. Karantina döneminde İspanya yapımı Platform filmi gösterime girdi. Netflix kataloğuna eklendikten sonra da büyük başarı yakaladı. Aslında İspanya’da o kadar ses getirmemişti. Muhteşem bir film kesinlikle ama izleyicilere ulaşma açısından Netflix’in büyük katkısı oldu. Film ve dizi yaratıcıları olarak dünyaya açılan bu tarz pencerelere sahip olduğumuz için şanslıyız. Filmlerimizi sadece ülkemiz için değil, tüm dünya için yapıyoruz. 

Gelecek dönem için planlarınız nelerdir? Dizi ve film projelerine devam edeceğinizi umuyoruz. 

Elbette, daha birçok film çıkarmak için uğraşacağım. Film yapmayı gerçekten çok seviyorum. Önümüzdeki projeye üç ay içerisinde başlıyorum. Sonrasında ne yapacağıma henüz karar vermedim ama üzerine çalıştığım, gerçekten ekrana ya da perdeye taşımak istediğim bazı fikirler var. Bunlardan bazıları polisiye filmler olacak, güçlü filmler olacak. Bazıları da henüz işlemediğim temalar barındıran filmler olacak. 

Dram türündeki filmlere karşı da bir ilgim var. Dediğim gibi henüz karar veremedim ama kesinlikle daha çok film ve dizi projesini hayata geçirmek istiyorum. Dizi derken, sezonlarca süren bir iş yapmak istemiyorum. Dizileri sekiz saatlik filmler gibi görüyorum, çalışma tarzıma daha çok uyuyor bu.

Netflix dizisi Şantaj’ı çekerken epey tecrübe edindim. Bir sonraki filmimin çekimleri bitene kadar herhangi bir karar almayacağım. Çekimler bitince üç beş aylık bir ara veririm diye düşünüyorum. Anlatmak istediğim çok hikâye var ama öncesinde biraz uzaklaşıp öyle karar vermek istiyorum. 

Fulya Turhan

2011’de Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. 2014 yılında, lisans tezi olan çalışması “Sherlock Holmes & Peder Brown, Rasyonalite ve İnancın Çatışması” ismiyle yayımlandı. Özellikle polisiye edebiyat alanındaki çalışmalarına ağırlık veren Fulya Turhan, Episode ve 221B editörlerindendir. Türkiye’de sayılı Sherlock Holmes uzmanlarından biridir.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir