Sedef Bayburtluoğlu Gürerk ile ‘Olağan Şüpheliler’ Üzerine

 Sedef Bayburtluoğlu Gürerk ile ‘Olağan Şüpheliler’ Üzerine

Dijital platform exxen’de yayınlanan, başrollerinde Ceren Moray, Bennu Yıldırımlar, Yasemin Kay Allen, Berk Hakman ve Pamir Pekin’in yer aldığı Olağan Şüpheliler bir kara polisiye. Süreklileşmiş şiddet, yok sayılma ve psikolojik tacizlerden kurtulmak için ortak bir planla eşlerini öldüren üç kadın, cinayetlerden sonra hayatlarına devam edeceklerini düşünürken kendilerini mafyatik işlerin ortasında bulur. Dizi, işledikleri ilk suçun her yeni gün başka şekillerde ayaklarına dolanan bu üç kadının yaşam enerjilerini kaybetmeden ayakta kalmalarını da anlatıyor. 

Olağan Şüpheliler polisiye aksı, ritmi, mizahı, diyalogları ve karakterleriyle keyifli bir dizi. Sedef Bayburtluoğlu Gürerk yazdığı türe hâkim, polisiyenin alttürlerine, detaylarına ve tarihine dair okumalar yapan bir senarist; bu da Olağan Şüpheliler’in dijital ve TV’de yayınlanan diğer polisiyelerden ayrışmasını sağlıyor. Dizinin senaristi Sedef Bayburtluoğlu Gürerk’le buluştuk, Olağan Şüpheliler’in hikâyesini, karakterleri ve elbette polisiyeyi konuştuk. 

Sedef Hanım, önce sizi okurlarımızın biraz daha yakından tanımasını isteriz. Yazma macerası ne zaman ve nasıl başladı? 

Çocukluktan beri yazmaktan, hikâye anlatmaktan, izlemekten ve oyun oynamaktan her zaman hoşlandım. Yazma deneyiminin altında bir okuma alışkanlığı ve bu okuma alışkanlığının altında da merak duygusu var. Merak tutkulu, tetikleyici ve dönüştürücü bir duygu. Belki okuma, izleme ve oyun oynama alışkanlığının yazmaya dönüşmesi zaman içinde kendiliğinden oluyor. Bende tüm bunların bir kördüğüme dönüştüğü an Yavuz Turgul’un Gölge Oyunu filmini izledikten sonra oldu ve sinema okumaya karar verdim. Lisans eğitimimin ardından gelen yüksek lisans ve devamında 14 yıl süren akademik bir hayatım oldu. Tüm bu süreçte senaryo dersleri aldım ve verdim. Bir yandan da kendi hikâyelerim, projelerim üzerinde çalışıyordum. Fakat üniversitede çalışırken beni çok rahatsız eden bir şey vardı. Profesyonel anlamda senaryo yazarı değildim ama senaryo derslerinde nasıl yazılacağını öğretiyordum. 

Bu durum bir yerden sonra kendiliğinden senaryo yazarlığı konusunda daha derine inme isteği haline geldi sanırım. Öğrenme sürecinin ölünceye kadar sürdüğüne inanan, öğrenme açlığı olan, meraklı biriyim. Daha fazlasını öğrenmek istedim; o sıralarda Özlem Durak’la tanıştım ve birlikte çalışmaya başladıktan bir süre sonra kendimi Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisinin tretman grubunda bularak neye bulaştığımın hiç de farkında olmadığımı gördüm. Bu iş, senaryonun yapı kurma aşamasıyla ilgili profesyonel anlamda ilk tecrübemdi; dolayısıyla kısa sürdü. Fakat bu işin mimarisinden, izleyicinin izleme güdülerinden, reaksiyonlarından, izleme alışkanlıklarının zaman içindeki hızlı değişiminden, yapım süreçlerinden ve daha birçok parametrenin bir arada çalıştığı bir tasarım yaratma fikrinden çok hoşlanmıştım. Sonrasında Kördüğüm ve Yüz Yüze adlı TV dizilerinin senaryo ekiplerinde çalıştım ve akademisyenliği bırakmaya karar vererek çalıştığım üniversiteden istifa ettim. O sırada Ayfer Tunç’la tanıştım ve Leke adlı TV dizisinde Ayfer’in ekibinde çalışma şansım oldu. Bildiği her şeyi, tüm tecrübesini birlikte çalıştığı kişilere aktarmak konusunda karşılaştığım en bonkör ve tutkulu insan. Bana çok şey öğretti, öğretmeye devam ediyor. Leke’den sonra Ferhat ile Şirin ve son olarak da  dijital platform dizisi Olağan Şüpheliler var. Bu yazma süreçlerinin paralelinde Mehmet Ada Öztekin’in yönettiği Büyük Sürgün Kafkasya adlı TV dizisinin ve Düğün Dernek filminin reji grubunda ve bazı projelerin de kurgularında çalıştım. Hikâye anlatıcılığıyla ilgili her aşama bende büyük merak uyandırıyor. Özellikle kurgucu olarak çalıştığım zaman senaryonun görsel bir tasarıma nasıl dönüştüğünü görmek senaryo yazarlığı açısından çok kafa açıcı oldu.

Olağan Şüpheliler’in fikir tohumu nasıl ortaya çıktı? 

Olağan Şüpheliler’in fikir aşamasında projeye dahil değildim, yapım şirketinden gelen bir projeydi. Ben ikinci bölüm sürecinde devreye girdim. Devamında bütün süreci İrfan Şahin ve Nilüfer Uzun Deveci ile birlikte yürüttük. Projenin başında bizimle olan Pelin Taran’ın da işin oluşmasına katkılarını unutmadan söylemek isterim.

Olağan Şüpheliler’de üç kadının başına gelenleri izliyoruz. Aslında bir kara polisiye diyebiliriz tür olarak. Üç kadın, kendilerine eziyet eden ve birlikte bir otel işleten eşlerini zehirleyerek öldürüyor. Aslında zekice bir plan yaptıklarını görüyoruz fakat bu zekice planı yaparken çok önemli bir şeyi atlıyorlar: Oteldeki ve otel asansöründeki kameraları… Hikâyenin devamına dair de sorularım olacak ama dizinin ana karakterlerini suç işlemek zorunda kalan üç kadın yapmanızdaki temel motivasyonunuz neydi?

Dediğim gibi ben diziye senarist olarak dahil olduğumda elimde nur topu gibi üç kadın katil vardı. ☺ Zaten doğmuşlardı. Hikâye tetiklenmişti. Suç işlemek zorunda kalan bu üç kadına duyduğum yakınlıkta tek ana motivasyonum oldu: Hikâyedeki kadın karakterlerin edilgen değil, etken olmaları. Cinayet dahi işlemiş olsalar bu benim için böyle. Tabii ki cinayet işlemeyi kimseye tavsiye etmiyoruz ama içinde bulunduğu koşulları değiştirmek için konfor alanının dışına çıkan kadın karakterler beni kamaştırıyor. Kocaları yüzünden hayatı zehir olmuş, kurban konumunda üç kadın görüyoruz. Fakat bu kadınlar kurban rolünden çıkmak için bir şey yapıyorlar. Önemli olan cinayet işlemeleri değil, bir şey yapmaları. Yaşadıkları trajediye son vermek istiyorlar ve aslında bu trajedi eril bir dil içinde kadın olarak var olamamaktan kaynaklanıyor. Tabii ki verdikleri karar ayaklarına dolanıyor ve kendilerini daha sert bir erkek dünyası içinde buluyorlar. Yine de kadın kimliklerini koruyarak bu sert dünyanın içinde kendi çözümlerini bulmaya çalışmaları da benim için kıymetli. Çünkü konuyu kurmaca dünyasından gerçek hayata çekersek, örneğin işyerlerinde cinsiyet eşitliğine göre bir iş dağılımı yok. Ve erkeklerin çoğunlukta olduğu yerlerde çalışırken iki türlü kadın savunma mekanizması gözlemledim. Bu dünyada var olabilmek için ya sertleşip erkekleşiyoruz ya da kendi kendimizi pasifize edip geri çekiliyoruz. Çünkü temelde bizi insan yapan duygularımız yüzünden yargılanıyoruz. Mesela öfkeli olmak bir erkeğe yakıştırılırken bir kadında ayıplanıyor. Heyecan, bir erkekte azim diye adlandırılırken bir kadın histerik muamelesi görüyor. Tabii ki burada psikolojinin uzmanlığına giren denetim bozukluğu seviyesindeki duygulardan bahsetmiyorum. Feyza, Zuhal ve Nehir bu anlamda benim için önemli. Çünkü üçüncü bir seçenekle karşımıza çıkıyorlar. Kadınlıklarını kaybetmeden, duygularını örtmeden, hissettiklerinin arkasında durarak erkeklerin çoğunlukta olduğu bir dünyada var olmayı deniyorlar. 

Kara polisiyenin en sevdiğim tarafı, 2. bölüm itibarıyla daha fazla devreye giriyor ve üç kadın, işledikleri ilk suçun ayaklarına dolanmasıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Piyano çalan, mafya olduğunu anladığımız Yalçın, kadınları polise ihbar etmemek için onlara birtakım tehlikeli görevler veriyor. Ve kadınların işlemek zorunda kaldıkları suçun sayısı artmaya başlıyor. Burada aksiyon, mizah dengesini de başarılı yazdığınızı düşünüyorum. Biraz bu suçun ayağa dolanması, mizah ve polisiye dengesiyle ilgili düşüncelerinizi öğrenmek isterim.

Teşekkür ederim. İşin yapısal kısmı benim için kilit bir nokta. Tek başınıza bir odaya kapanıp yazıyorsunuz ama aslında kolektif bir sürecin parçasısınız. Dolayısıyla birçok farklı fikir ve müdahaleyle de karşı karşıyasınız. Bu müdahaleler ve farklı fikirler, senaryo yazarlığının olmazsa olmazı ve belki de en zor kısmı. Hem bu kolektif süreçte işbirliği içinde olup hem hikâyenizi temiz tutabilmek için benim bulduğum yöntem kâğıt üzerinde sağlam bir yapı teslim edebilmek. Bu yüzden en çok zamanımı alan kısım da tretman aşaması oluyor. 

Olağan Şüpheliler cinayetle başlayan bir hikâyeydi. Dolayısıyla işin içinde polisiye bir aks olmaması düşünülemezdi fakat burada salt bir polis prosedürü türüne de kaymamam gerekiyordu. Çünkü hikâyeyi başlatan olay, gündelik hayatta karşılaşabileceğiniz ve asla yapmaz diyeceğiniz üç kadının kocalarını öldürmeleriydi. İşin ağırlık noktasını buraya vermeliydik. Tasarım, kocalarını öldüren üç kadının hikâyesi üzerine kurulmuştu. O yüzden tüm bölümlerde kullandığım tek katalizör her zaman içine düştükleri durum karşısında kadınların verdiği tepkiler ve aldığı kararlar oldu. Polis ve mafyanın adımlarını belirleyen de bu kararlar ve tepkiler. Yapısal olarak kadınların hikâyeyi başlatan etken davranış biçimine aksiyon daha yakın geldi. Bu bir tercihti. Ritim olarak daha dinamik bir yapı sağladı. Diğer taraftan kadınların kendi trajedilerini yıkma çabasını tekrar daha ağır bir trajediyle anlatmak ya da bu yolu gülümseterek izletmek de bir tercihti. Mizahın trajediye karşı en sağlam savunma mekanizması olduğuna inanıyorum. Hayata baktığım yer de burası. Dozu tutturabildiysem ne mutlu! (Gülüyor)

Sedef Bayburtluoğlu

“Bu bir ‘Katil kim?’ polisiyesi değil, dolayısıyla suç ve muamma etrafında dönmüyoruz. Gizemin çözülmesini öne almıyoruz. Katiller en başından belli.”

Dijital platformlarda polisiye dizilerin sayısı artmaya başladı ama Olağan Şüpheliler, diğerlerinden epey ayrı bir yerde duruyor bence. Karakterler her bölümde daha fazla derinleştiriliyor. İzleyici, bir yandan polis soruşturmasını takip ederken, diğer yandan aslında katil olan kadın karakterlerin başlarına gelecek yeni belalarla nasıl baş edeceğini takip ediyor. Polisiyelerde genelde izleyici/okur, polislerle empati kurar ve katilin yakalanıp yakalanmayacağını/katilin kim olduğunu merakla takip eder. Ama burada empati yaptıklarımız aslında suçlular. Üç kadını ilk suça yani eşlerini öldürmeye götüren nedenleri de anlıyoruz ve onlara yer yer hak veriyoruz. Kadınların her gün öldürüldüğü bir dönemde bunun da önemli bir tercih olduğunu düşünüyorum, ne dersiniz?

Evet, bu bir “Katil kim?” polisiyesi değil, dolayısıyla suç ve muamma etrafında dönmüyoruz. Gizemin çözülmesini öne almıyoruz. Katiller en başından belli. Daha çok suçu ve suçluyu analiz eden, suç-toplum ilişkisine yönelen, derdini mizahı da kullanarak buradan anlatan, sorularını buradan soran bir yapısı var. Suç, insanın doğasında var ve suç tanımı içinde en dramatik olanı cinayet. Sadece katili, kurbanı ve polisi ilgilendirmiyor, bütün toplumu ilgilendiriyor. Cinayet suçunun etkilediği alan daha geniş. Bu yüzden “Katil kim?” türü yerine “Neden işledi ve şimdi ne olacak?” sorularını sormak her gün kadınların öldürüldüğü bir dönemde elbette önemli. Burada riskli bir taraf var tabii, empatinin sempatiye dönmemesi, cinayet güzellemesinin yapılmaması. Bu yüzden Olağan Şüpheliler’deki kadın karakterler cinayet işledikten sonra giderek daha da içinden çıkamadıkları birçok durumun içinde kalıyorlar. Kocalarını öldürüp her şeyin iyi olacağı hayalini kurarlarken daha çok suça batıyorlar. Fakat suçun neden işlendiği önemli. Bunun en kült örnekleri Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı ve Truman Capote’nin Soğukkanlılıkla romanı. Romanda katillerin yetişme ve hayatta kalma koşullarını anlamak onları haklı çıkarmamızı sağlamıyor. Sadece toplumun en küçük yapısı ve en güvende hissetmemiz yer olması gereken ailenin içinde, duygusal ve fiziksel ihmale, istismara uğramanın küçük bir çocuğu/çocukları ne hale getirdiğini görüyoruz. Aile yapısından yola çıkarak toplumu anlamak bize çok fazla bilgi veriyor. Burada sadece kadın cinayetlerinden de bahsedemeyiz. Erkekler ve çocuklar da her gün öldürülüyor. İnsanlar öldürülüyor. Suçun kendisinden, suçu ve suçluyu yaratan sebeplerden bahsetmek belki soruları buralardan sormak gerek.

Yaratıcısı olarak Feyza, Nehir ve Zuhal karakterlerinin sizdeki karşılıkları ne, onları nasıl tanımlarsınız?

Kadına yönelik şiddet dendiğinde genellikle belirli ekonomik sınıfa ait bir kesim algılanıyor. Eğitimli ve kendi parasını kazanan kadınlar da şiddete uğruyor. Bazen fark etmeden ya da fark ettiğinde kendine yakıştıramadığı için bu gerçekle yüzleşmeden, bazen göz göre göre şiddet gördüğü, duygusal ihmale uğradığı ilişkilerin içinde yıllarca kalan, hayatını geçiren kadınlar var. Sadece duygusal ilişkilerden bahsetmiyorum, iş ilişkileri ve arkadaşlık ilişkileri de buna dahil. Bunu yaşadık ya da yaşıyoruz. Çünkü toplum bizi “kol kırılır, yen içinde kalır”larla büyüttü. Üzerimizden atamadığımız ayıp kavramlarıyla büyüttü. Şiddet gördüğünü söylemenin ayıp olduğu hissi, düşüncesi genlerimizde var. Zuhal, Feyza ve Nehir benim için bu açıdan önemli. Görece imkânları daha fazla kadınların bile nasıl psikolojik ya da fiziksel şiddete uğradıklarının iyi seçilmiş temsilleri. Fakat sadece erkeğin kadına uyguladığı şiddet değil, kadının kadına uyguladığı şiddet de konuşulmalı ve tabii erkeğin erkeğe uyguladığı da… Belki temel olarak şiddet ve şiddetsiz iletişim kurabilmek üzerine düşünmek gerek… 

Dizinin erkek karakterleri Yalçın ve polis Gökhan. İlerleyen bölümlerde Yalçın ve Gökhan’ın da zaaflarını, iyi-kötü yanlarını anlamaya başlıyoruz. Yalçın ve Gökhan’ı kısaca sizden de dinlemek isteriz.

Projede Yalçın ve Gökhan karakterleriyle ilgili kendi kendime tek bir kural koymuştum, bu da ikisinin de maço ya da alfa erkeği olmamasıydı. Bir mafya olarak Yalçın, maço olmaya ve bir polis olarak da Gökhan alfa erkeği olmaya çok yatkın hikâye kişileriydi. Gerek işin tonu gerekse kurmak istediğimiz dünyada karakterleri çok yönlü yapmak onlara sempati uyandıracaktı. Kadınlar için söylediğim her şey erkek karakterler için de geçerli. Erkek kimlikleriyle durarak ama bir yandan da en insani duygularıyla hayatımızda olmaları, zevklerini, travmalarını, tuhaf alışkanlıklarını bilmek, hata yaptıklarını görmek karakteri iki boyutlu olmaktan çıkartıyor. Bu bir senarist için de alan açıyor. Erkek karakterlerin verdikleri tepkiler, aldıkları kararlar köşeli olmaktan çıkıyor, seçenekleriniz artıyor. 

Bölümlerde yer alan polisiye hikâye ve polis soruşturmasına dair ayrıntılar için danışmanla çalıştınız mı? Polisiyede adli tıptan polisin kullandığı yeni takip teknolojilerine, soruşturma usullerine dair pek çok önemli detay var ve izleyiciler artık bu detaylara da çok hâkim durumdalar.

Evet, polis danışmanımız Ufuk Güven’le çalıştım. Ayrıca polisiye edebiyat ve polis prosedürüyle ilgili kendi araştırmalarımdan, katıldığım eğitimlerden, okuduğum kitaplardan da faydalanmaya çalıştım.  

Sedef Bayburtluoğlu

“Sadece roman türünde de değil, polisiyeyle ilgili olabilecek akademik çalışmalar, tezler ve kitapları da elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Editörlüğünü Prof. Dr. Halis Dokgöz’ün yaptığı Olgularla Adli Tıp ve Adli Bilimler kitabını başucu kitabı yaptım. Halis Hoca’nın hiçbir makalesini, röportajını kaçırmamaya çalışıyorum. Her sayısını deli gibi beklediğim 221B dergisi hayatımın bir parçası.”

Bir izleyici, okur ve senarist olarak polisiyeyle ilgili bir merakınız, ilginiz var mıydı daha önce?

Kendimi bildim bileli polisiyeye ilgiliyim. Kafamı kaldırmadan okuduğum, gözümü ayırmadan izlediğim başka bir tür yok galiba. Suç, gerilim, gizem, rahat polisiye ve birçok alttür de dahil hiçbirini ayırt etmiyorum. Çok sevdiğim yazarlar var. Saymakla bitmez. Ama birkaç örnek vermek gerekirse Karel Çapek’in Sıradan Bir Cinayet adlı öykü kitabından çok etkilenmiştim. Yapısal olarak büyüleyiciydi. Tabii ki “Kurt Wallander” ve “Martin Beck” çok sevdiğim karakterler. Kuzey polisiyesine hayranlık duyuyorum. Yine Kuzey’den İzlandalı yazar Ragnar Jonasson’un Kar Körlüğü romanını çok beğenerek okumuştum. Hatta Agatha Christie bugün yaşasaydı böyle yazardı belki de diye düşündüm. Çağatay Yaşmut’un Başkomiser Galip polisiyeleri, Jo Nesbo, Michael Connelly, Patricia Highsmith, Josephine Tey, Armağan Tunaboylu, unuttuğum çok fazla kişi vardır eminim. 

Sadece roman türünde de değil, polisiyeyle ilgili olabilecek akademik çalışmalar, tezler ve kitapları da elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Editörlüğünü Prof. Dr. Halis Dokgöz’ün yaptığı Olgularla Adli Tıp ve Adli Bilimler kitabını başucu kitabı yaptım. Halis Hoca’nın hiçbir makalesini, röportajını kaçırmamaya çalışıyorum. Her sayısını deli gibi beklediğim 221B dergisi hayatımın bir parçası. Yine başka bir başucu kitabım Dennis Howitt’in Adli Psikoloji ve Suç Psikolojisine Giriş adlı kitap. Son olarak Adli Psikoloji Uzmanlığı adlı bir eğitime başladım. Aslında formasyonum uygun olmamasına rağmen kapı arasından bu eğitime sıvışmayı başardım diyelim. 

Diziyle ilgili izleyici yorumlarını takip ediyor musunuz, en ilginç bulduğunuz yorumlar neler oldu?

Evet, mümkün oldukça etmeye çalışıyorum. Kadın izleyicilerin genellikle daha çok ilgi duyduğunu fark ettim. Nehir ve Yalçın’ın ne zaman sevişeceğini soran ve bir an önce sevişmesini isteyen bir kadın izleyici yorumu okumuştum. Beni mutlu etmişti. Sağlıklı bulmuştum.

Dijital platforma dizi yazmanın TV ile farkları neler oldu? Olağan Şüpheliler’de çalışma süreci nasıl ilerledi ve neler deneyimlediniz?

Teknik farklılıklar aşikâr. Süreler, reyting, yapım ve kanal beklentileri gibi birçok parametreden bahsedebiliriz. Senaryo tekniği olarak 45 dakikalık bir dizi yazmak bana kendi başıma çalışma olanağı sağladı ve senaryo konusunda kendimi nerelerde geliştirmem, hangi taraflara ağırlık vermem gerektiğini gördüm. Başı ve sonu belli olan bütünlüklü bir yapıyı görerek çalışabilmek stres seviyenizi oldukça azaltıyor. Bu insan ömrü için çok iyi bir şey ☺ Tabii ki dijital platformda özgür olduğunuz alanlar çok daha fazla. Fakat kendi adıma şunu da söylemek isterim: TV dizisi senaryo ekipleri içinde çalışmış olmama rağmen dijital platformda senaryo yazmak işin içinde öğrenilen bir süreçmiş. Başta da söylediğim gibi öğrenme süreci hiç bitmiyor.

Yoğun iş temposu arasında takip edebildiğiniz yerli/ yabancı diziler var mı? 

Harlan Coben uyarlaması olan İhanetin Beş Yüzü’nü izliyorum. Line of Duty’nin yeni sezonunu dört gözle bekliyorum. Bir Margaret Atwood hayranıyım ve The Handmaid’s Tale’ı tekrar izliyorum. Yine John le Carré hayranı olarak bildiğim bütün işlerini tekrar tekrar izlerim. Favorim Little Drummer Girl. Bron/Broen ve Marcella’nın senaristi Hans Rosenfeldt radarımda, yeni bir şey yapar yapmaz muhtemelen izlerim. Rosenfeldt, 221B dergisinin hazırladığı çevrimiçi Polisiye Festivali’nin konuklarından biriydi ve anlattıkları ders niteliğindeydi. Özellikle kadın karakterleri kurma süreci bakış açısı değiştirecek nitelikteydi. Festival genel olarak harikaydı bu arada.

Bundan sonraki projeleriniz nelerdir?

Üzerinde çalıştığım iki ayrı polisiye senaryo var ama henüz proje tasarımı aşamasında.

Çok teşekkürler zaman ayırdığınız için…

Çok keyifli bir röportajdı. Teşekkür ederim.

Özlem Özdemir

1984 doğumlu. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu, aynı bölümde yüksek lisans yaparken eğitim yayıncılığı alanında çalışmaya başladı, iki yıl sonra kültür yayıncılığı alanına geçti. Bilim ve Gelecek dergisinde Yazı İşleri Müdürü, Esen Kitap'ta Genel Yayın Yönetmeni olarak çalıştı. SoL gazetesinin bilim eki BilimsoL'a ve kitap ekine katkı sundu. Mylos Yayın Grubu'nun kurucularından. Episode ve 221B'nin yayın yönetmeni.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir