‘Cobra Kai’ 5. Sezon İncelemesi: ‘The Karate Kid’ Ruhu ve Büyüsü Bozulmaya Başlayan Bir Hikaye

 ‘Cobra Kai’ 5. Sezon İncelemesi: ‘The Karate Kid’ Ruhu ve Büyüsü Bozulmaya Başlayan Bir Hikaye

Sanırım çocukluğu 80’li ya da 90’lı yıllarda geçmiş kişiler için The Karate Kid serisinin yeri ayrıdır. Bir döneme damga vuran ve gönüllere taht kuran seri; felsefesi, motifleri ve karakterleri ile kurdurduğu bağ ile de özeldir.

Ayrıca The Karate Kid fenomenini yaratan unsurlardan biri de spor filmleri arasında kült statüsünde olan Rocky (1976) ile benzerliğidir. Rocky‘nin hikaye kalıbını formülize eden ve “underdog” hissiyatını yansıtan The Karate Kid, salt spor ya da dövüş filmi olmanın ötesindedir.

Cobra Kai Karate Kid

Tabii burada Rocky‘nin de yönetmeni olan ve The Karate Kid‘in 80’lerdeki filmlerini de  yöneten John G. Avildsen’in karakteristik bir imzası mevcut. Rocky‘deki kimsesiz ve yoksullukla mücadele eden işçi sınıfı temsili The Karate Kid‘te şiddete maruz kalan akran zorbalığı olarak kendisini gösterir. Rocky’i eğiten, zorluklarla mücadele etmesini ve ileriye doğru gitmesini sağlayan rehberi Mickey’dir, The Karate Kid‘in yani Daniel LaRusso’nun rehberi ise Mr. Miyagi’dir.

Ancak Mickey’nin de Mr. Miyagi’nin de hayata dair asıl öğretisi başkadır. Esas amaçları ezilen karakterlerimize babalık yapmak ve hayatlarındaki dengeyi bulmalarını sağlamaktır. Boks ya da karate, büyümeleri ve kendilerini bulmaları için bir araçtır. Karakterlerimizin yolculuğu ve yaşadıkları “Amerikan Rüya”sı ise oldukça benzerdir.

Senaryo nüansları ve hikaye anlatımı ile fark yaratan bu filmler, sinemaları kasıp kavuran hitler olarak tarihe geçerler. The Karate Kid‘in ilk filmi 8 milyon dolarlık bütçe ile çekilir ve 100 milyon doları aşan bir hasılat elde eder. Böyle bir ticari başarıdan sonra da devamı gelmesi kaçınılmazdır ve tıpkı Rocky gibi bir “franchise” olarak yoluna devam eder.

Cobra Kai Rocky

Fakat serinin tadı 2010 yılında yapılan ve yapımcıları arasında Will Smith’in de olduğu “remake” ile hepten kaçar. The Karate Kid ruhunu zamanın ruhu ile bütünleştirmeye ve anlatılmamış yeni bir hikayeye ihtiyaç vardır. İşte, Cobra Kai serisi tam olarak böyle bir ihtiyaçtan ötürü doğar.

Bu arada son haberlere göre Sony Pictures, yeni bir The Karate Kid filminin de yapım aşamasında olduğunu doğruladı. 2024 yılında vizyona girmesi planlanan film, ilk filmden tam 40 yıl sonra gösterime girecek. Bu bir yanıyla heyecan verici bir haber olsa da esas konumuza geri döneyim.

Popüler Kültür Çukuru ve Değişen Eksen

Aslında Cobra Kai serisi ilk olarak YouTube Premium ve yeni kuşaklar için tasarlandı. The Karate Kid‘in “underdog” hissiyatını ve popüler kültürü ele geçirme biçimini göz önünde bulundurduğumuzda, YouTube yeni kitleler edinmek adına doğru yerdi. Tabii seri Netflix tarafından satın alınınca işin rengi değişti ve Cobra Kai bir anda platform üzerinden hit olmayı başardı.

Aslına bakılırsa Ralph Macchio ile William Zabka’nın oyunculuk kariyerleri de The Karate Kid sonrasında vasatı aşamamış ve tıkanmıştı. Onlar adına da The Karate Kid ruhunu Z kuşağı ile tanıştırmak başka kapılar açabilmek adına iyi bir seçenekti. Fakat hem eski hem de yeni fanlar açısından Daniel LaRusso’nun karakter arkı çekici değildi. Bu nedenle hikayeyi The Karate Kid‘in “badass” çocuğu ve antagonisti Johnny Lawrence üzerinden şekillendirmek daha iyi bir tercihti.

Neticede Johnny Lawrence’ın orta yaşlarına gelmiş, 80’lerde kalmış, hayata tutunamamış, fırlama ve Rock ‘n’ Roll halini izlemek izleyiciler açısından yeni bir deneyim vadediyordu. “Amerikan Rüyası”nı gerçekleştirmiş, sınıf atlamış, standart bir aile hayatı yaşamaya başlamış, efendi protagonist Daniel LaRusso ise Lawrence’ın anti tezi olarak karşımızda duruyordu.

Zaten bu nostaljiden beslenen rekabet, zıtlık ve çatışma hikayenin omurgasını oluşturmaya yeterliydi. Lawrence ve LaRusso’nun yanlarına eklenen yeni nesil karakterler ise hikayeyi geliştirmeyi sağlıyordu. Özellikle nostalji kavramının ve eskiye ait duyguların dibine kadar sömürüldüğü bir dönemde, The Karate Kid formülünü biraz farklılaştırmak ve çağın eğlenceli dramedy kodlarına uydurarak yeniden sunmak zekice bir hamleydi.

Cobra Kai

Serinin yaratıcıları Josh Heald, Jon Hurwitz ve Hayden Schlossberg’in ilk sezonlarda izlediği yol ve senaryo matematiği de kusursuz çalıştı. Hikaye adım adım büyüdü ve esas kötü John Kreese’in de merkezde olduğu enfes bir anlatı kuruldu. Ancak 4. sezonla birlikte serinin ekseni kaymaya başladı, Terry Silver da  Kreese’in yerine aldı.

İşte 5. sezona dair en büyük problemlerin başında bu eksen kayması geliyor. Terry Silver geçmişten gelen ve The Karate Kid sevdalıları için önemli bir karakter ama bir John Kreese değil. Çünkü Silver da LaRusso gibi gerçekleştirilmiş bir “Amerikan Rüyası”nı, varsıllığı temsil ediyor ve büyük ölçekteki motivasyonları ilgi çekici olmaktan uzak. Lawrence ile Kreese ise bağ kurmanın daha kolay olduğu, izleyicinin empati yapabildiği, travmaları ve hayatta kalma içgüdüleri daha gerçek olan karakterler.

Ayrıca 5. sezona dair başka bir sorun da Miguel’in baba arayışının iyi çizilememiş olmasında yatıyor. Miguel’in babası ile olan ilişkisi üzerinden farklı bir yola girilebilirdi ama seri bunu daha ilk bölümden kullanamadı, sorunlu baba-oğul ilişkisinin üzerini kapadı. Keza Tory’nin aksında da oturmayan şeyler bulunuyor. Fakat 5. sezonda en çok göze batan kısım, LaRusso’nun aksındaki sorunlar. Maalesef Silver ile olan rekabeti  inandırıcılıktan uzak bir şekilde kurulmuş. Sezon ilerledikçe de LaRusso ve Silver giderek karton bir hal alıyor, akıştaki bazı mantık hataları ve saçmalıklar da can sıkıcı hale geliyor.

Açıkçası serinin parladığı ve eğlenceli hale geldiği anlar ise yine Lawrence’ın öne çıktığı anlarda saklı. Bunların yanı sıra serinin tıkır tıkır işleyen “coming of age” tonundaki bozulma da dokuyu sarsmış. Bu sezonla birlikte teenage enerjisi daha kitsch bir hal almış ve seriye macun sıkılmış.

Bir yandan da Cobra Kai serisi Stranger Things gibi demlendirilerek ve uzun aralar verilerek yazılan bir seri değil. Serideki üretim hızının da senaryonun aldığı virajları, hikayeyi ve karakterleri etkilediği aşikar. O yüzden her güzel şeyin bir sonu olduğunu unutmamak ve belki de seriyi 6. sezon sonrasında bitirmek gerekiyor. Ama Hollywood’un ilk kuralı, tabağı sonuna kadar sıyırmaktır.

Orçun Onat Demiröz

Lisans öğrenimini 2010 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinde tamamladı. Akabinde yüksek lisans için Viyana’ya gitti ve 4 yıl kadar Avusturya’da yaşadı. 2015 yılında Türkiye’ye döndü ve çeşitli kültür/sanat dergilerinde, eklerde, bloglarda yazarlık yaptı. Aynı zamanda birçok ajansta da metin ve içerik yazarı olarak çalıştı. Hayatına yazar, yorumcu ve DJ olarak devam ediyor.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir