BBC Earth’den İnsanlığımızı Sorgulatan Bir Belgesel: “Soylar” I Sevtap Tuzcu

 BBC Earth’den İnsanlığımızı Sorgulatan Bir Belgesel: “Soylar” I Sevtap Tuzcu

[highlight]BBC Earth’ün belgesel dizisi Dynasties (Soylar), nesilleri tükenme tehlikesiyle karşı karşıya beş hayvan türünün aile hayatını ekrana taşıyor. İlk gösterimini kaçıranlar, 17-21 Aralık tarihlerinde tekrarını izleyebilir. Dynasties‘i, BBC Studios’un Başkan Yardımcısı Natasha Hussain ve belgeselin yapımcısı Rupert Barrington ile konuştuk…[/highlight]

Aile, doğada en büyük güçlerden biridir. Aile hayatı mucize ve güzellik dolu ve de dramdan ibarettir.” Bu sözlerle belgeselseverlerin bilge sesi ve olaylara hâkim tavrına aşina oldukları Sir David Attenborough, izleyiciyi evinin salonundan alıp Senegal’in güneydoğusunda, altın madencilerin istilasından geriye kalan yaşam alanlarında mücadele veren bir şempanze grubunun aile hayatının tam ortasına atar.

Bahsi geçen BBC Earth’ün yeni belgesel dizisi Dynasties‘in (Soylar) ilk bölümü. Dynasties, nesilleri tükenme tehlikesiyle karşı karşıya beş hayvan türünün aile hayatını ekrana taşıyor. Küresel ısınmanın etkileri, yaşam alanlarının insanlar tarafından istila ve talan edilmesinin sonuçlarıyla başa çıkmaya çalışan bu hayvanların hem yaşam mücadelelerine hem de aile içi güç savaşlarıyla aile dinamiklerine tanık oluyoruz.

Senegal’de bir şempanze grubuna, Kenya’da bir aslan ailesine, Zimbabve’de bir yabani köpek sürüsüne, Hindistan’dan bir dişi kaplan ve yavrularına, Antarktika’da da penguenlerin konuğuyuz.

Vahşet dolu avlanma sahnelerini benim gibi parmakları arasından izleyenlere bu yapımın klasik belgesellerden öteye gidip belgesel anlatımında yeni bir pencere açtığını söyleyebilirim. Her bir bölüm, aile kavramını farklı bir açıdan irdelerken, insanlarla ne kadar çok benzerlikleri olduklarına şaşırdığımı fark edip şaşırmama kızarken buldum kendimi. Meğer “insani” olarak nitelendirdiğimiz bazı duygular, güdüsel ventillerden ibaretmiş. Şahsen empatime empati, farkındalığıma farkındalık kattı, söylemeden geçemeyeceğim.

İlk gösterimini kaçıranlar; belki de genel anlamda aile kavramını gözden geçirmek ya da başka bir gözle görmek isteyenler, 17-21 Aralık tarihlerinde izleyebilir.

BBC Studios’un Başkan Yardımcısı ve aynı zamanda Ortadoğu ve Akdeniz Bölgesi Genel Müdürü Natasha Hussain ve belgeselin yapımcısı Rupert Barrington’ı yakalayınca bu belgeselin perde arkasını konuşmamak olmazdı…

Röportaj: Sevtap Tuzcu

Sevtap Tuzcu, Natasha Hussain ve Rupert Barrington ile birlikte…

Alışageldik set hayatının çok ötesinde bir hazırlık süreci ve kamera arkası yaşandığı aşikâr. Spesifik olarak şempanze bölümünden bahsedelim; 1 saatlik bir film oluşturmak için 2 sene çekim yapılmış. Bu da 2 sene boyunca tamamen şempanzelerin hayatına adapte olmayı gerektirir. Ortalama olarak bir çekim gününü nasıl hayal etmemiz gerekir? Alanda çalışan ekip kaç kişiden oluşuyor?

Rupert Barrington: Evet, çekimler 2 yıl sürdü. Ekip, yüzlerce insandan oluşuyor ancak sahada çalışan kişi sayısı asla dört kişiyi geçmez. Şempanzelerle ortalama 1 günde, ekip sabah 3.30’da harekete geçer. Şempanzeler arayışa çıkmadan onların 1 gün önce konakladığı yerde olmaları gerekir, zira uyanıp devam ederlerse onları bulmak neredeyse imkânsızdır. Dolayısıyla ekip, şempanzelerin uyanmasından tekrar uyumasına dek onlarla birlikte ilerler. Çekimin sonunda ekip, 300 saatten fazla yürümüştü.

İlk bölümün “başrolünde” David isminde, grubun 3 yıllık lideri bir şempanze yer alıyor. David, güç gösterileri esnasında fena yaralanıyor ve diğer şempanzeler besin arayışı için yoluna devam ediyor. Bu, çok dramatik bir sahne. Demek istediğim; bir şeye isim veriyorsanız onunla ister istemez duygusal bir bağ kuruyorsunuz. Böyle bir durumda müdahale edememek duygusal bir çelişki yaratmıyor mu?

R.B: Bu, ekip için gerçekten zor bir durumdu. Aylardır birlikte olduğunuz bu hayvanların zor koşullar altında yaşam mücadelesi verdiğine tanık oluyorsunuz. Bağ kurmamak imkânsız. David, hiyerarşi savaşı esnasında çok büyük darbeler alıyor ve ekip, onun için çok endişeleniyor ve bunu atlatamayacağını düşünüyor. Duygusal anlamda çok zor anlar geçiriyorlar ancak ekiplerin müdahale etmesi pek yaygın bir davranış değildir. Orada çok farklı bir sosyal sistem egemen ve bunu bozmak uygun değil.

Çekimler esnasında ekibin hayatlarını tehlikeye sokan durumlar oldu mu?

R.B: Alana girmeden önce şempanzeleri yaklaşık 20 yıldır inceleyen antropolog Jill Pruetz tarafından ayrıntılı bilgiler aldık. Her bir şempanzenin karakteri, davranış biçimi ve beden dili hakkında bilgilendirildik. Korumaları gereken mesafeleri asla aşmıyorlar. Mesela asla onlarla göz göze gelmemeleri gerektiği, göz göze gelirlerse bunu provokasyon olarak algılayabilecekleri ve saldırıya geçebilme ihtimalleri olduğunu çok iyi biliyorlar. Sadece güç gösterileri esnasında, David’e saldıran rakibi kocaman kaya parçalarını etrafa fırlatmaya başladığında bu, hayatlarını elbette tehlikeye sokacak bir durum yarattı ancak saldırı gibi bir durum söz konusu olamaz; fazlasıyla profesyonel ve dikkatli bir ekipten bahsediyoruz burada.

İzleyiciyle buluşacağı için çok heyecanlandığınız bir sahne var mı?

R.B.: İşin aslı şu ki, her bir bölümü duygusal anlamda güçlü kılan, büyük vurdulu kırdılı sahneler değil. Aslında küçük anlar, hikâyenin bütünlüğünde kritik noktaları oluşturuyor. Bana duygusal anlamda en çok dokunan sahnelerden biri, Antarktika’da imparator penguenlerin yumurtlama döneminde tanık olduğumuz bir olaydı. Eksi 60 derecelere kadar düşen hava koşulları gerçekten çok zorlayıcı ve penguenler, hem hayatta kalmaya hem de yumurtalarını korumaya çalışıyorlar. İmparator penguenlerde çiftleşme sonrası dişinin haftalarca tek bir yumurta yumurtlaması beklenir. Bazen bu gecikir. Gözlemlediğimiz bir dişinin karnının altında bir belirginlik fark ettik ve bu da dişinin yumurtlamaya hazır olduğu anlamına gelir normalde. Ancak dişi, karnını bir kaldırdı ve erkek penguenle birlikte yumurtanın olması gereken yerde kartopu olduğunu anladık. Tahminimizce kara kış gelmeden dişi penguen, bir nevi egzersiz yapmaya karar vermişti. Bu, bizim için çok duygusal bir andı; küçük bir ayrıntı olabilir ama bir penguenin neslini korumak adına bu vicdansız soğuklarla nasıl başa çıktığına dair anahtar hamledir.

“Hikâyelerin yoğunluğu, empati duygusunu kendiliğinden geliştiriyor”

Gitgide artan insan nüfusu ve bu nüfusun ihtiyaçları için bazı hayvan türlerinin yaşam alanları kısıtlanıyor ve yaşam koşulları daha da zorlaşıyor. Bununla ilgili farkındalığı ve empatiyi yükseltmek gibi bir misyonunuz olduğunu düşünüyor musunuz?

R.B: Bazı bölümlerde, mesela kaplanlar ya da aslanlar bölümünde, hayvanların alanlarının nasıl kısıtlandığını ve bu kısıtlanmanın, onların yaşam mücadelelerini nasıl zora soktuğunu çok net bir biçimde görüyoruz. Hayvanların buna adapte olmaya çalışırken ne kadar zorladığına tanık oluyoruz izlerken. Empatiyi yükseltmek için ekstra bir çaba sarf etmiyoruz. Hikâyelerin yoğunluğu, o duygunun ortaya çıkmasını sağlıyor zaten. Amacımız, her şeyi olduğu gibi aktarmak, bu da ister istemez izleyicinin karakterlerle empati kurmasını sağlıyor.

“BBC’nin misyonu, bilgilendirmek, eğitmek ve eğlendirmek”

Son olarak çok önemli projelere imza atan BBC’yi temsilen Natasha Hussain’e bir soru yöneltmek istiyorum. BBC’nin manifestosu nedir?

Bilgilendirmek, eğitmek ve eğlendirmek. Tam olarak misyonumuz bu. Ve imzamızı attığımız her şey, tam olarak bu başlıklar altında yer alıyor. Dünya üzerinde milyonlarca insana gerçek anlamda ulaşmanın yolu, dramı muhteşem bir anlatım diliyle kaleme alıp aktarmaktan geçer. Amaç, dil ve kültür bariyerlerini yıkarak dünyanın farklı yerlerinde yaşayan, farklı kültürlere sahip insanların güçlü bir kalem sayesinde hikâyelerde kendilerini görebilmeleri ve bağ kurabilmeleridir. Hikâyelerin derinliği önemlidir. Dünya üzerinde sürekli bir değişim gerçekleşiyor ve herkes kendi mücadelesini veriyor; özellikle Dynasties‘te insanlarla bu hayvanların verdikleri hayat mücadelesi özdeşleşiyor…

Sevtap Tuzcu

1980'de Almanya'nın Friedrichshafen kasabasında doğmuştur. Berlin Freie Üniveristesi'nde İktisat ve Turkoloji, Humboldt Üniversitesi'nde Fransız Filolojisi okumuştur. Berlin Edebiyat Ajansı'nın kurucu üyesi olarak çeşitli edebiyat çevirileri yapmıştır. Reklam ve radyo metin yazarlığında kök salacağını düşünürken kendini birden Türkiye'nin müzik piyasasında menajerlik ve yapımcılık yaparken bulmuş. Sıkılgan bir arkadaş olarak müzik sektörüne de bir süre sonra sırtını dönüp kendini ticarete vermiş. Ne işle meşgulsün sorusuna, "Edebiyat falan filan" demekten vazgeçememiş. Arada bir kendini reklam ve kliplerde sanat yönetmenliği yaparken yakalıyor. Üç kedi anası ve en büyük hedefi "hayır" demeyi öğrenmek…

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir