“Hakan: Muhafız”ın Faysal’ı Okan Yalabık: Benim İçin Farklı ve İyi Bir Tecrübe Oldu

 “Hakan: Muhafız”ın Faysal’ı Okan Yalabık: Benim İçin Farklı ve İyi Bir Tecrübe Oldu

[highlight]Netflix’in ilk Türk orijinal dizisi The Protector (Hakan: Muhafız), aylar süren meraklı bekleyişin ardından yarın tüm bölümleriyle yayında. Oynadığı her rolde üzerine yeni bir şeyler koymayı başaran Okan Yalabık da kadroda. Canlandırdığı karakter için “Hayatla ilgili değişik bir algısı var Faysal’ın. Senaryoyu ilk okuduğumda Faysal rolüyle ilgili beni en çok heyecanlandıran bu oldu,” diyen oyuncu, Netflix’le çalışmaktan dolayı da mutlu: “Yaptığımız işin çekirdeğinde daha çok insana, daha farklı kültürlere ulaşabilmek yatıyor. Bu harika bir şey tabii ki…”[/highlight]

Kendini bir anda İstanbul’un muhafızı olarak bulan “Kapalıçarşı çocuğu” Hakan’ın (Çağatay Ulusoy) fantastik hikâyesi, Dersaadet’in kapılarını sihirli (yoksa tılsımlı mı demeliydim) ve bir o kadar gizemli bir serüvene açıyor. The Protector‘ın (Hakan: Muhafız) oyuncu kadrosu pek parlak: Ulusoy’un yanında, Yurdaer Okur, Hazar Ergüçlü, Mehmet Kurtuluş, hemen akla gelenler… Bir de pek tabii, aldığı her role can vermeyi başaran Okan Yalabık var. Ayasofya’nın restorasyon ihalesini alan gizemli iş insanı Faysal’ı canlandıran Okan Yalabık’la hem diziyi hem de karakterini konuştuk…

Röportaj: Onur Bayrakçeken

Şimdiye kadar pek çok önemli dizide başrol oynadınız ama “Hakan: Muhafız”ın Netflix yapımı ilk Türk dizisi olma gibi bir özelliği var. Sizin için nasıl bir deneyim oldu?

Böyle bir yapımcının bu ülkedeki ilk işinde yer almak, kendi içinde zaten özel bir durum. İlaveten, fantastik bir hikâyenin içinde olmak da benim bugüne kadarki tecrübelerimin dışında, iyi bir tecrübe oldu. Bu ülkeden çok yetenekli insanlarla; tasarımcıları olsun uygulayıcıları olsun özel insanlarla çalıştık. Ayrıca yeni bir sistemin içinde çalışmış olmak da ilginç ve güzel bir deneyimdi. Bizim alıştığımız cinsten bir tecrübe değildi çalışma şartları ve çalışma stili açısından.

Bunu biraz açar mısınız? Türk yapım şirketleriyle karşılaştırıldığında Netflix ile çalışmak hangi açılardan farklıydı?

Bölümlerin 40-45’er dakikalık olmasından dolayı damıtılmış senaryolar geliyordu. En belirleyici fark buydu. Zaten bunu ortaya koyduğunuz an bu ülkenin dizi geleneğinden, çalışma şartlarından ayrılıyorsunuz. Haftalık 150 dakikalık bir senaryoyu ne çekebilir, ne yazabilir, ne de oynayabilirsiniz. Ayrıca, her şey saat gibi programlıydı. Bu açıdan da farklı bir tecrübe oldu.

Pek alışkın olduğunuz bir durum değil herhalde?

Hiç alışkın olduğumuz bir durum değil! (Gülüyor)

“Dijital platformlara kayıtsız kalmak
ülke sınırlarına duvar çekmek gibi olur”

Siz aslında daha önce de bir internet dizisinde; “Masum”da oynadınız. Televizyon dizileri artık ölüyor mu? İnternet dizilerine yönelik ilgideki artışı neye bağlıyorsunuz?

Evet, Masum da benim için iyi bir tecrübeydi. Az önce söylediklerim Masum için de geçerli bu arada. “Televizyon dizileri ölüyor,” cümlesini kurabilir miyim, emin değilim. Televizyon dizileri bir şekilde devam ediyor elbette. Dijital platformlar bütün dünyada yükseliyor ve tabii ki buna kayıtsız kalmak, ülkenin sınırlarına duvar çekmek gibi bir şey olur 2018 yılı itibarıyla.

“Hakan: Muhafız”da Faysal karakterini canlandırıyorsunuz. Karakterinizde sizi en çok ne heyecanlandırdı?

Hayatla ilgili değişik bir algısı var Faysal’ın. Senaryoyu ilk okuduğumda Faysal rolüyle ilgili beni en çok heyecanlandıran bu oldu: Hayat algısı ve tecrübeleri.

Ben Faysal ile “Muhteşem Yüzyıl”da canlandırdığınız Pargalı İbrahim arasında bir yakınlık hissettim. Her ikisi de karar verici mevkilerde, ikisi de güçlü, erk sahibi kişiler. Siz Faysal karakterini canlandırırken böyle bir yakınlık hissettiniz mi?

Belki güç parantezinde evet, hissettim diyebilirim ama çok da ayrılar aslında. Çünkü kendi özel durumundan dolayı Faysal’ın güce ve insana bakış açısı, Pargalı İbrahim’den çok daha başka. İkisi de çok güçlüler, evet ama bu gücü başka türlü sindirip yaşıyorlar diyebilirim.

“Yönetmenlerin dizi tecrübeleri olmaması, avantaj sağladı”

Kamera arkasında üç genç ve dizi deneyimi az yönetmen oturuyordu. Onlarla çalışmak nasıldı? Bu deneyimsizlik işleri zorlaştırdı mı sizin için yoksa taze bir bakış açısı mı kattı?

Bir zorluk yaşamadık. Onların daha önce dizi çekmemeleri bir avantaj bile oldu diyebilirim. Vizyonları, alışkanlıkları ve edinimleri sayesinde işlerine çok hâkim insanlardı. Dediğiniz gibi, taze bir bakış açıları vardı. Sette benim hissettiğim, işin avantaj tarafıydı yani.

Sizi pek çok dönem dizisinde gördük: “Hatırla Sevgili”, “Bu Kalp Seni Unutur Mu?”, “Muhteşem Yüzyıl”, “Vatanım Sensin”… Hatta tiyatro oyununuz “39 Basamak” da öyle. “Hakan: Muhafız”, bir dönem dizisi değil ama tarihsel bir hikâyesi var. Tarihe özel bir ilginiz mi var yoksa tesadüf mü tüm bunlar?

Tesadüf mü bilmiyorum, bir şekilde denk geldi diyeyim. Tarihe özel bir ilgim yoktu ama ister istemez oldu zaman içinde. Çünkü canlandırdığınız rolü, yer aldığınız hikâyeyi iyice kavramak için için o dönemi araştırmanız, hazmetmeniz gerekiyor.

Dizi için nasıl bir ön hazırlık süreci geçirdiniz?

Ön hazırlıkta bir araştırma yapmadım diyebilirim. Yani bir külliyatı alıp okumak anlamında bir araştırma yapmadım. Günümüzdeki bazı figürleri gözlemledim ve kendimce yorumladım. Bu noktada biraz daha özgürdüm aslında. Uymam gereken kurallar dahilinde değil, benim kendi hayalimde koyduğum kurallar dahilinde gerçekleşti inşa.

“Farklı kültürlerdeki insanlara ulaşacak olmak, beni heyecanlandırıyor”

Netflix, tüm dünyadaki en güçlü dizi platformu. Aynı ay içinde birçok farklı kültürden insana ulaşacaksınız. Bu sizi ayrıca heyecanlandırıyor mu?

Tabii ki, kesinlikle heyecanlandırıyor. Zaten sanırım yaptığımız bu işin çekirdeğinde daha çok insana, daha farklı kültürlere ulaşabilmek yatıyor. Oyuncular için de yönetmenler için de bu harika bir şey tabii ki.

Son olarak, süper kahraman denince genelde Amerikan süper kahramanları akla gelir. Siz dizideki karakterlerin yerelleşebildiğini, ortaya kendine özgü bir süper kahraman anlatısı çıktığını düşünüyor musunuz?

Kendine özgü olduğu konusunda eminim. Tabii ki İstanbul’da yaşayan bir süper kahraman fikri, ilk duyduğumuzda hemen algılayabileceğimiz bir şey değil ama nihayetinde fantastik bir şey bu. Yerelleştirmek demeyeyim de Çağatay’ın yorumu ve yönetmenlerin katkısıyla bunu inandırıcı kılmayı başardığımızı düşünüyor ve umuyorum…

Onur Bayrakçeken

1994 yılında İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Annesinin başucunda okuduğu kitaplarla okumayı, ilkokul hocasının teşvikiyle yazmayı sevdi. İflah olmaz bir müzik tutkunu. İki şiir kitabı var (devrilmiş fil hüznü, devingen gömüt), bir de "Prekazi: Vurdu, Gol Oldu!" (Mylos Kitap, 2019) nehir söyleşi kitabını hazırladı.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir