NatGeo “Mars” Belgeselinin Yazarı Stephen Petranek ve Oyuncu Clementine Poidatz Episode’un Konuğu

 NatGeo “Mars” Belgeselinin Yazarı Stephen Petranek ve Oyuncu Clementine Poidatz Episode’un Konuğu

[blockquote size=”two-thirds” align=”left” byline=”Röportaj: Çağla Üren ve Onur Bayrakçeken”][/blockquote]Uzay, tarih boyunca belki de insanlığın en büyük merakı oldu. Binlerce yıl önce göğü seyrederek başlayan bir serüven, önce Ay’a yolculuğu düşleyen romanlara, sonra uzaya çıkan ve Ay’a giden insanlara vardı. Bugünse o serüvenin belki en gizemli ve heyecan verici yerindeyiz: İnsanlık bir başka gezegene, Mars’a yerleşmeyi konuşuyor!

İşte, NatGeo’nun Mars dizisi de tam bu noktada sahne alıyor; hem de belgesel izlemekten sıkılan ama belgesel gerçekliğinde bir kurgu izlemek isteyenler için çölde vaha bir docudrama olarak! Yüzlerce yıllık bir düşün, Mars’ta yaşama düşünün çok yakında nasıl gerçek olacağının seyirliği… Mars’ta Nasıl Yaşarız? kitabının yazarı Stephen Petranek ve dizinin oyuncularından Clementine Poidatz ile yapacağımız röportaja giderken duyduğumuz heyecan işte bundan kaynaklanıyordu.

İkili “Nat Geo Live: Mars’ta Yaşamak” etkinliğine konuşmacı olarak katılmak için İstanbul’a gelmişti. Etkinlikten önce buluştuk ve kısa bir tanışma faslının ardından sohbetimize başladık. Her şeyden önce, böyle samimi ve hoşsohbet iki insanı tanımak harikaydı! Her sorumuza içtenlikle cevap verdiler. En önemlisiyse, Mars dizisinin onlar için alelade bir projeden çok bir düşü paylaşmanın yolu ve heyecanlı bir deneyim olduğunu gördük, hissettik.

Bir astronot olsaydınız Mars’a gidecek ekibin parçası olmak ister miydiniz?

Stephen: Evet.

Clementine: Kesinlikle!

Neden?

S: Çünkü hayatın boyunca yaşayabileceğin en büyük serüven bu. Bir başka gezegeni görecek ilk insanlar arasında olmak, insanlık tarihinden asla silinmeyecek bir anın parçası olmak demek. Üstelik Mars güzel olacak, çok güzel bir gezegen orası.

C: Mars zorlu ama güzel olacak. Ayrıca öyle sanıyorum ki astronotların ya da astronot olmaya çalışan insanların birçoğunun en büyük dileği Mars’a gitmektir. Çünkü Mars her şeyi değiştirecek. Artık evrenin merkezinde Dünya olmayacak, evrenin merkezinde biz olmayacağız. Bu değişimin bir parçası olmak… Bu bir rüya, hem de yakında gerçeğe dönüşecek bir rüya!

S: Bir rüya değil, gerçek. Bu olacak, hem de birçok insanın düşündüğünden çok daha kısa sürede… Muhtemelen 10 yıl, kesinlikle 15 yıl içinde.

Oldukça kısa bir süre.

S: Evet. Ancak insanlık Mars’a gidecek teknik beceriye 50 yıldır sahip. Mars’a gitmek için gereken teknolojiyi geliştirmeye 1970’lerde başlayabilir ve Wernher Von Braun’a göre 1982’de Mars’a ayak basabilirdik. Yani en azından 30 sene önce. Eğer uzay mekiği yapmak ve uluslararası bir uzay istasyonu inşaa etmek yerine Mars’a gitmeyi seçmiş olsaydık bunu yapacak donanıma sahiptik. Sonuçta, bunu yapabiliriz, çünkü nasıl yapılacağını yıllardır biliyoruz. Mars’a gitmek için ihtiyacımız olan her şeye sahibiz.

Peki, Mars serüveni, teknolojik ve bilimsel açıdan çokça tartışıldı. Fakat toplumsal ve bireyler arasındaki ilişkiler nasıl düzenlenecek, bununla ilgili çok bir bilgimiz yok. Sizin bu konu hakkındaki görüşünüz nedir?

S: Bence nasıl yaşayacaklarına Mars’a gidecek insanların kendileri karar verecektir. Toplumsal düzeni onlar belirleyecek; ama buradakinden farklı olur mu, kuşkuluyum. Başlarda aldıkları kararlar çoğunlukla hayatta kalma güdüsüne dayanacak. Hayatta kalma mücadelesinde genelde güçlü bir lider ve otorite görülür. Fakat iş, hayatta kalma mücadelesinden normal yaşama dönmeye başladıkça Mars’a daha çok insan gelecek. Spacex’in CEO’su Elon Musk’a göre 2050’ye kadar elli bin insan Mars’a yerleşmiş olacak. Sonuçta Mars’ta yaşayan insan sayısı arttıkça, on binlerle ifade edilmeye başlandıkça, bu insanlar kendi toplumsal sistemlerini geliştirecek ve kendi yasalarını yapmaya başlayacaklar. Unutmayalım: Bu insanlar Dünya’dan yönetilmeyecek, kendi kendilerini yönetecekler. Onlar, Marslılar olacaklar.

Belki Mars’ta ulusal sınırlar da olmaz…

S: Bilemeyiz, insanların Mars’ta nasıl var olacaklarını, oraya gerçekten kimin gideceğini bilmiyoruz. Ama Çinlilerin, Rusların Mars’a gitmeye niyetli olduklarını biliyoruz. Öyleyse, Mars’ta tıpkı Antarktika’daki gibi ayrı ayrı üsler mi olacak? Bir Amerikan üssü, bir Rus üssü, bir Çin üssü, Hint üsttü, Fransız üssü… Böyle mi olacak, yoksa ortak bir yapı mı olacak? Bunu bilemiyoruz.

C: Aslında bu, Dünya’daki hatalarımızı tekrarlamamak için harika bir fırsat. Mars deneyimi fazlasıyla ilham verici olabilir, çünkü bu deneyim öncelikle bir hayatta kalma savaşı olacak. Oraya gidecek insanlar, akıllı ve iyimser olmak durumundalar, bir çeşit aile olmaları gerekiyor. Bu yüzden Mars’ta olup bitecekler Dünya’daki insanlara ilham verebilir. En azından böyle umuyorum.

S: Aslında Dünya’da güzel bir örnek var: Güney Kutbu’ndaki araştırma istasyonları. Antarktika’da birçok ulusun araştırma merkezi bulunuyor; Rusların, Amerikalıların, İngilizlerin… Fakat Antarktika’ya göre çok daha zorlu doğa koşullarına sahip Güney Kutbu’nda da araştırmalar yapılıyor. Güney Kutbu’nda da Rusların, Amerikalıların, Fransızların araştırma istasyonları var ve bunlar birbiriyle işbirliği yapıyor! Birbirlerini farklı yerlerdeki farklı kültürler olarak görmüyorlar. Güney Kutbu’nun o çok zorlu şartları onları her bir gün birbirleriyle işbirliği yapmaya itiyor. Mesela Amerikalıların, arada Fransızların araştırma istasyonuna gittiklerini biliyorum, çünkü Fransızların yemekleri daha güzel! Bu gerçek!

Clementine, Mars yolculuğunun 8 ay kadar süreceği düşünülüyor. Sonrasında Mars’ta yaşamın kurulması da uzun bir zaman alacak. Ufak bir mekânı paylaşan astronotlar çeşitli gerginlikler, psikolojik bunalımlar yaşayabilirler. Kavgalar çıkabilir. Sen dizide bir psikologu canlandırıyorsun. Bu konuyla ilgili ne gibi önlemler alınabilir sence?

C: Mars’a gidecek astronotlar çok uzun bir eğitim programına tabi tutulacaklar. Bir aile gibi olacaklar. Birbirleriyle nasıl iletişim kuracaklarını çok iyi bilecekler. Öte yandan, daha önce kimse Mars’ta bulunmadı… Yani Dünya’dan bu kadar uzakta, izole bir durumda olacağın gerçeğine insan zihni nasıl tepki verir, bunu bilmek zor. Elbette bazı testler yapılıyor. İnsanlar Dünya’nın Mars’ı andıran bazı bölgelerinde tamamen izole bir şekilde belirli bir süre kalıyorlar. Ama sonunda normal yaşamına ve sevdiklerine döneceğini bilerek böyle bir ortamda bulunmakla gerçekten Mars’ta bulunmak çok farklı şeyler. İlk Mars yolculuğu tek yön olacak. Dünya’ya geri dönmeyeceksin. Bu çok büyük bir şey. Astronotlar çok iyi eğitiliyor, ama buna nasıl hazırlanılır bilmiyorum. Sanırım oraya gidecek ekip için en önemlisi bir aile gibi olmak, çünkü Mars zor olacak. Zorluklarla mücadele ve hayatta kalma güdüsü insanları birbirine bağlar.

S: Askerler gibi. Onlar da birbirleriyle kardeş gibi olurlar, bir aile haline gelirler. Mars’ta da böyle olacak.

C: ABD’li Astronot Scott Kelly ile Rus Kozmonot Mikhail Kornienko’nun Uluslararası Uzay İstasyonu’nda geçirdikleri bir yıl, Mars’a gidecek ilk insanların karşılaşacakları fiziksel zorluklarla dair bazı fikirler verdi aslında. Sıfır yerçekimi ve radyasyon gibi faktörlere insan vücudunun nasıl tepki verdiği araştırıldı. Ama bunun dışında, Scott Kelly ile Mikhail Kornienko’nun bu tecrübeleri bize psikolojik veriler de sunuyor. Çünkü orada geçirdikleri bir sene boyunca doğayı özlediler, ailelerini özlediler, yağmur sesini özlediler… Hatta duş alamadılar! Düşünebiliyor musunuz? Tam bir yıl boyunca duş alamadılar. Çıldırtıcı bir şey.

Film demişken, The Martian (2015) filmi hakkında ne düşünüyorsunuz?

S: The Martian gerçekten güzel bir hikâye. Ama bir kurgu, bir fantezi… Yoksa Mars’ta esen rüzgârlar, 300-400 mille esiyor bile olsa bir radyo antenini alıp uzay giysinize saplayamazlar. Ana karakterin kendini uzayda 20 km sıçratmak için uzay giysisinde delik açma fikri de hiç gerçekçi değildi. Sonuçta The Martian harika bir hikâye, ama “Ne olacak, nasıl olacak?” sorusunun cevabı değil.

C: Ben filmi izlerken uzaygemisindeki kadınların saçlarına ve yüzlerine takılmıştım biraz. Harika görünüyorlardı. Halbuki uzayda öyle görünemezsin. Çünkü orada makyaj yapamazsın, duş alamazsın, saçını yıkayamazsın… Mükemmel görünmezsin yani.

Mars dizisi, bilimsel gerçeklere tamamen uygun mu?

S: Evet. Çok sıkı çalıştık. Dizi benim kitabıma (Mars’ta Nasıl Yaşarız?) dayanıyor ve senaryonun her halinin üzerinden defalarca geçtim. Ayrıca başka danışmanlarımız da var. Yıllarca NASA’da çalışmış, bir yıl kadar da NASA’nın baş teknoloji uzmanlığını yapmış olan Dr. Robert Braun bunlardan biri. O da senaryo üzerinde çalıştı… Dizideki her şey gerçeğe tamamen uygun tasarlandı. Uzay giysileri mesela… Tuhaf ve kafadan uydurulmuş gibi görünüyorlar, halbuki Houston’daki Johnson Uzay Merkezi’nde geliştirilen en yeni uzay giysileri esas alınarak tasarlandılar.

C: Biz oyuncular da çekimlerden önce bir eğitimden geçtik, çünkü konuyla ilgili hiçbir şey bilmiyorduk. Eski bir astronotla çalıştık. Ayrıca sorularımız olduğunda Stephen’a da ulaşabiliyorduk. Sorularımız da oluyordu açıkçası… Senaryoyu ilk okuduğumda Çince gibi gelmişti bana, bir sürü teknik terim! Ama etrafımızda her sorumuza cevap veren, bize her şeyi açıklayan insanlar vardı. Her ayrıntı düşünülmüştü ve her şey defalarca kontrol ediliyordu. Farklı şekilde olmasını da düşünemezsin zaten, çünkü bu bir NatGeo yapımı.

1969’da ilk defa bir insan Ay’a ayak bastı. Ancak bundan 104 yıl önce bir Fransız romancısı, Jules Verne, Ay’a gitmeyi düşlemiş ve 1865 yılında Ay’a Yolculuk romanını yayımlamıştı. Hayal kurmanın bilimsel gelişmelerle ilişkisini nasıl görüyorsunuz?

S: Geleceği düşlemezsen, inşaa da edemezsin. Bu yüzden önce geleceği hayal etmelisin. Mars bizi, değil yüzlerce yıldır, binlerce yıldır cezbediyor. İnsanlar göğe baktılar ve şöyle dediler: “Gökyüzündeki şu parlak şeylerden biri kızıl” ve günümüzden çok uzun bir zaman önce bunun bir gezegen olduğunu anladılar; sonra da bunun Dünya’ya yakın bir gezegen olduğunu… Sonuçta bazı insanlar Mars’a gitmenin hayalini kurdular. Örneğin Wernher von Braun, 1940’ların sonunda, Mars’a gidecek roketler tasarladı ve Das Marsprojeckt kitabını yazdı. Bir şeyi yapabilmek için, önce onu düşünmelisin.

Peki, Mars dizisini kariyerinde nasıl bir basamak olarak görüyorsun?

C: Güzel soru! Yaşadıklarım bana beklentiye girmemeyi öğretti. Bir filmin ya da dizinin ardından beklentiye girersen hayal kırıklığına uğrayabilirsin. Sanırım benim biraz özgüven sorunum vardı. Mars gibi hiçbir şey bilmediğim bir konuyla ilgili çok büyük bir projede yer almak, oldukça zorlayıcıydı ve kendimi sınamamı sağladı. Bana güven verdi. Gurur duyduğum bir iş çıktı ortaya. Bu projenin bir parçası olmaktan inanılmaz mutluyum, kariyerimi olumlu ya da olumsuz anlamda nasıl etkiler, bilemiyorum. Fakat bir Fransız aktrist olarak şunu söyleyebilirim: Bilindiği gibi Fransız filmleri daha küçük bütçeli filmlerdir ve genelde aşktan ya da toplumsal konulardan bahsederler. Bu açıdan, Mars benim için yepyeni bir deneyim. Konfor alanımdan çıktım ve bambaşka bir türü keşfe daldım, harika bir şey bu. Hayatımın en iyi dönemi!

S: Mars, seyircilerini de oyuncularını da aynı şekilde etkileyen bir dizi. Çünkü bu dizi bir tarafıyla kurgu, ancak bir tarafıyla da belgesel. İkisinin özelliklerini bir araya getiriyor. Böylece izleyiciler işin kurgu tarafıyla eğlenirken, belgesel tarafıyla öğreniyorlar. Aynı durum oyuncular için de geçerli. Bu süreçte oyunculuklarından keyif alırken Mars’la ilgili de çok şey öğrendiler.

[button url=”dukkan.mylosyayingrubu.com/episode” size=”xlarge”]Bu Röportaj İlk Kez Episode Dergi’nin 2.Sayısında Yayımlanmıştır[/button]

Onur Bayrakçeken

1994 yılında İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Annesinin başucunda okuduğu kitaplarla okumayı, ilkokul hocasının teşvikiyle yazmayı sevdi. İflah olmaz bir müzik tutkunu. İki şiir kitabı var (devrilmiş fil hüznü, devingen gömüt), bir de "Prekazi: Vurdu, Gol Oldu!" (Mylos Kitap, 2019) nehir söyleşi kitabını hazırladı.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir