Netflix’ten 5 Şahane Müzik Belgeseli

 Netflix’ten 5 Şahane Müzik Belgeseli

Koronavirüs salgını tüm dünyaya yayılır, insanlık son dönemlerin en büyük dramlarından birini – üstelik bu defa cümleten – yaşarken hepimiz evlere kapandık. Kapanmalıyız da. Ancak insanlığımızı korumak adına, dört duvar arasında ve endişe içinde bile, yaşamı bir ucundan yakalamayı da unutmamalıyız.

Müzik, yaşamın en güzel uçlarından biri belki. İyi bir şarkı, bizi biz yapan duyguları aşikar kılar. Bizi yaşama bağlar. Direnme ve dayanışma gücümüzü artırır. O şarkıların, müziklerin, onları üreten insanların hikayeleriyse çoğu zaman bir sinema filmi gibi heyecan vericidir. Tam da bu yüzden, istedik ki evdeki vaktinizi Netflix’te geçirmeyi planlıyorsanız şahane müzik belgesellerini gözden kaçırmayın… Bu yüzden hem bir liste hem de listedeki belgesellerle alakalı şarkılardan bir çalma listesi hazırladım. Buyurun!

Keith Richards: Under the Influence (2015)

Rock’n’roll bir insan olsa kim olurdu? Buna kimi Elvis Presley cevabını verebilir, kimi Chuck Berry; kimi Bo Diddley der, kimi Little Richard… Ancak sadece bir tek isim söylemek gerekirse, bence rock’n’roll Rolling Stones’un gitaristi Keith Richards’ın damarlarında dolaşmaktadır. Sadece her daim korsanları andıran görüntüsü, vurdumduymaz tavrıyla, rock’n’roll yaşamıyla değil üstelik; Keith Richards, gelmiş geçmiş en olağanüstü rock’n’roll gitaristlerinden biri. Kendine has stili ve akort düzenleriyle birçok gitariste ilham kaynağı olmuş bir usta.

Keith Richards: Under the Influence (2019) onun bu yönünü yakından görmek için harika bir belgesel. Morgan Neville’ın yönettiği belgeselde ‘Keef’i 23 yıl aradan sonra çıkardığı ilk solo albümü Crosseyed Heart (2015)’ın kayıtlarında görüyoruz. Bazen provada gitar tıngırdatıyor, bazen kayıtta. Bazen geçmiş günlerden bahsediyor, bazen bugünden. Aslında Keith Richards, bize kapısını açıyor; Gelin, diyor, bir rock’n’roll gitaristi nasıl müzik yapar görün!

Miles Davis: Birth of the Cool (2019)

O, sadece caz tarihinin en iyi trompetçilerinden değildi. Usta bir teknik direktör misali bir araya getirdiği şahane gruplar, o şahane gruplardan çıkıp kendi efsanesini yaratan John Coltrane gibi isimler, caz alemine pek aykırı giyim kuşamı, caz müziğe getirdiği yenilikler Miles Davis’i bir müzisyenden fazlası kılıyor: O, bir kâşifti. Asası caz olan bir rock’n’roll büyücüsü. Miles Davis: Birth of the Cool (2019), onu işte tüm bu yönleriyle etraflıca ele alan bir belgesel.

Adını Miles Davis’in 1957 tarihli bir derleme albümünden alan Miles Davis: Birth of the Cool’un yönetmenlik koltuğunda Stanley Nelson var. Belgeselde Miles Davis’in el yazmaları, arşiv fotoğrafları, Miles’ın kendi kaydettiği ev görüntüleri gibi materyal görülebiliyor. Ayrıca Miles’ın çocukluk arkadaşlarının yanı sıra Miles Davis ile çalışmış (tabiri caizse onun tedrisatından geçmiş) Quincy Jones, Wayne Shorter gibi caz efsanelerine de mikrofon uzatılmış.

ReMastered: Devil at the Crossroads (2019)

Jack White onun için “Howlin’ Wolf, Led Zeppelin ve The Cream’le falan haşır neşirdim ama Robert Johnson’ı dinlediğimde aklım başımdan uçtu!” diyor. Keith Richards’a sorarsanız o, “tek kişilik bir orkestra” gibiydi ve en iyi çalışmalarının bazıları Bachvari yapılara sahipti. Robert Johnson’dan bahsederken Jimmy Page de heyecanlanıyor: “Robert Johnson’ın müziği milyonlarca riff’e ilham verdi, Robert Johnson’ın mitiyse milyonlarca düşe…”

Anlatılanlara göre, başlarda hiç de iyi gitar çalamayan bir delikanlıymış Robert Johnson. Yaşadığı kasabanın barında sahneye çıkartmazlarmış onu. Sonra ortadan kaybolmuş. Aylar sonra geri döndüğünde barın sahnesine yürümüş, sandalyeye oturmuş, gitarını dizine yerleştirmiş ve çalmaya başlamış. O çalmaya başlayınca mekandaki diğer müzisyenler şaşkınlıktan ağızlarındaki sigaraları unutmuş, yere dökülen külleri heyecandan ayaklanıp elalemin bira bardağına girmiş, elalem biralarını dinledikleri şeyin inanılmazlığıyla bir dikişte içivermiş. Robert Johnson, aylarca ortadan kaybolduktan sonra öyle görülmemiş tarzda blues yapmaya başlamış ki hemen herkes onun ruhunu şeytana sattığına inanmış. Şeytanla anlaştı, diyorlarmış onun için, bir kavşakta buluştular ve ona ruhunu sattı…

Netflix’in müzik tarihi belgeselleri dizisi ReMastered’ın adını Robert Johnson’ın aynı adlı şarkısından alan Devil at the Crossroads işte bu gizeme, Robert Johnson efsanesine ve blues’u sonsuza dek değiştiren bu efsanevi şahsiyetin çocukluğuna eğiliyor.

ReMastered: The Miami Showband Massacre (2019)

Watch ReMastered: The Miami Showband Massacre | Netflix Official Site

Hem müzik tarihine hem polisiyeye meraklıysanız, üzücü bir hikaye var: The Miami Showband Katliamı, deniyor bu hikayeye.

31 Temmuz 1975. İrlanda’nın Birleşik Krallık’a bağlı kuzeyinde (Kuzey İrlanda demiyoruz, onu Kraliçe’yi çok sevenler desin!) bağımsızlık yanlısı cumhuriyetçi Katoliklerle Birleşik Krallık yanlısı Protestanlar arasındaki çatışmaların en kanlı yılları, ‘The Troubles’ dönemi. The Miami Showband, müzikal açıdan çok da bir numarası olmayan ama her kesimden İrlanda’yı eğlendirmeyi başaran, meşhur bir gruptu. O gece de grubun beş üyesi İrlanda’nın kuzeyinde verdikleri bir konserden Dublin’e dönüyorlardı. Ancak sadece ikisi dönebildi çünkü diğer üçü (Fran O’Toole, Tony Geraghty ve Brian McCoy) Birleşk Krallık yanlısı paramiliterler tarafından bombalı ve silahlı saldırıyla katledildi. Grubun diğer iki üyesi, Stephen Travers ve Des Lee ise saldırıdan yaralı kurtulmayı başardı. Yıllar sonra Travers, bu saldırının detaylarının ve sorumlularının peşine düştü. Bu belgesel, hem katliamın hem de Travers’ın gerçekleri tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarma çabasının öyküsü.

Rolling Thunder Revue: A Bob Dylan Story by Martin Scorsese (2019)

Bir Bob Dylan belgeseli. Yönetmen, Martin Scorsese. Bob Dylan ve Martin Scorsese; bir müzik meraklısı daha ne ister ki!

Bob Dylan’ın 1975 tarihli meşhur ‘Rolling Thunder Revue’ turnesini ele alan bu belgesel aslında yarı kurgu bir belgesel. Yani, niyetiniz her şeyin en doğrusunu öğrenmekse hiç size göre değil. Mesela, sanki turneye bir yerinden dahil olmuş gibi mikrofonlar Jack Tanner’a uzatılıyor – Jack Tanner’ın kendisi bile gerçek değil ki halbuki! O, Michael Murphy’nin canlandırdığı Tanner ‘88 mini-dizisi karakteri. Bununla beraber turnede sahiden Bob Dylan’la sahne almış Joan Baez, Ramblin’ Jack Elliot gibi isimler de konuşuyor. Bu yüzden Rolling Thunder Revue: A Bob Dylan Story by Martin Scorsese (2019)’i bir belgeselden çok belgeselvari bir Bob Dylan filmi olarak izlemelisiniz. Martin Scorsese dokunuşlarını da hesaba katınca, keyif almamanız imkansız!

Ayrıca, filmde Bob Dylan’ın “Hurricane” şarkısını ithaf ettiği ve neredeyse 20 yıl cinayet suçlamasıyla haksız yere hapis yatan boksör Rubin ‘Hurricane’ Carter ile de röportajlar yer alıyor.

Onur Bayrakçeken

1994 yılında İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Annesinin başucunda okuduğu kitaplarla okumayı, ilkokul hocasının teşvikiyle yazmayı sevdi. İflah olmaz bir müzik tutkunu. İki şiir kitabı var (devrilmiş fil hüznü, devingen gömüt), bir de "Prekazi: Vurdu, Gol Oldu!" (Mylos Kitap, 2019) nehir söyleşi kitabını hazırladı.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir