Özel Röportaj: Esther Acebo & Jaime Lorente

 Özel Röportaj: Esther Acebo & Jaime Lorente

Tüm dünyada en çok izlenen dizilerden “La casa de papel” 4. sezonuyla döndü. Sevtap Tuzcu’nun Episode derginin 15. sayısı için yaptığı özel röportajları derledik.

Röportaj için Madrid’e gittim. O kadar röportaja girip çıktım, hiç bu kadar sıcak bir ekiple karşılaşmadım. Aile olmuşlar belli ki.  Stockholm Sendromu’nun en masum halini sahneleyen Esther Acebo ve Jaime Lorente’yle konuşup Stockholm ve Denver aşkını sorgulamadan geçmedim.

Stockholm ve Denver gerçekten tuhaf bir çift. Nairobi, ilişkilerinin gerçek aşk değil, sadece Stockholm Sendromu’nun sonuçları olduğunu iddia ediyor. Siz onların ilişkisini nasıl tanımlarsınız?

Esther: Aslında tam bir Stockholm Sendromu vakası; rehine onu tutsak eden soyguncuya âşık olur ama sonrası gerçek bir aşka dönüşür.

Álex Pina’nın prodüksiyonları her daim ahlak ve değer çerçevelerimizi sorgulatıyor. Canlandırdığınız karakterler ve aşkları neyin refleksi?

Jaime: Denver karakteri tipik bir İspanyol. Alt sınıfı temsili ediyor. Varoşlarda büyümüş. Gündemi sokak kavgaları, kriminal eylemler, uyuşturucuya bağlı partiler ve şiddetten ibaret. Güdüsel hareket eden bir yapıya sahip ama özünde yaralı bir hayvan gibi. Kalkanları var ama en derinde hassas ve duygusal bir yapıya sahip. İspanya’nın banliyöleri onun gibi gençlerle dolu.

Esther: Monica birinci sezonda toplumun kurallarına uygun hareket etmeye çalışan ve standartları olan bir kadın. Sert ama duygusal değerleri yüksek Denver ile birlikte olmaya başlayınca kendisini baskılayan değerlerden kurtulup çeteye dahil olur ve daha ait hisseder. Aslında yapılarına bakılırsa asla bir araya gelecek iki insan değillerdir ama birlikte olduklarında aralarındakinin gerçek aşk olduğunu görürüz.

Kişisel anlamda karakterlerinizden ne öğrendiniz?

Jaime: Önceliklerimiz olması gerektiğini ve önceliklerimiz adına savaşmamız gerektiğini öğrendim. Her şeyden çok, samimi ve gerçek olmanın çok değerli olduğunu da…

Esther: Cesur olmanın ve korkularına yenik düşmemenin ne kadar önemli olduğunu öğrendim. İnsanların beklentilerine hitap etmektense zincirlerini kırıp kendi yolunu seçmeli insan. İnsanlardan bir şey için izin istemektense kendi doğrularımızı yaşayıp hata yapınca onlardan özür dilemenin daha iyi olduğunu düşünüyorum.

Peki, siz çocukluğunuzda kimden ne çaldınız?

Jaime: Ergenliğimde arkadaşlarımla çok hırsızlık yapardım. Küçük şeyler çalardık, genelde karnımızı doyurmak için. Öğle molalarında büyük süpermarket zincirlerine girip cips, tatlı ve meşrubat çalardık. Ama asla küçük esnafları soymazdık. Sadece büyük marketlere girer, karnımızı doyurur çıkardık.

Esther: Ben çok korkardım, hiçbir şey çalamazdım. Bir keresinde okuldan sonra arkadaşlarımla mahalledeki markete girdik ve herkes bir şey çaldı, ben de gruba dahil olmak için bir lolipop çaldım. Ancak sonra vicdan azabına katlanamayıp lolipopu geri götürdüm. Marketteki kadın, bir daha yapmayacağıma dair söz verirsem bu seferlik affedeceğini söyledi ve bir daha gerçekten böyle bir girişimde bulunmadım.

Sevtap Tuzcu

1980'de Almanya'nın Friedrichshafen kasabasında doğmuştur. Berlin Freie Üniveristesi'nde İktisat ve Turkoloji, Humboldt Üniversitesi'nde Fransız Filolojisi okumuştur. Berlin Edebiyat Ajansı'nın kurucu üyesi olarak çeşitli edebiyat çevirileri yapmıştır. Reklam ve radyo metin yazarlığında kök salacağını düşünürken kendini birden Türkiye'nin müzik piyasasında menajerlik ve yapımcılık yaparken bulmuş. Sıkılgan bir arkadaş olarak müzik sektörüne de bir süre sonra sırtını dönüp kendini ticarete vermiş. Ne işle meşgulsün sorusuna, "Edebiyat falan filan" demekten vazgeçememiş. Arada bir kendini reklam ve kliplerde sanat yönetmenliği yaparken yakalıyor. Üç kedi anası ve en büyük hedefi "hayır" demeyi öğrenmek…

Related post

1 Yorum

  • Röportaj için teşekkürler

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir