Richard K. Morgan: Dünya, Bilim Yüzünden Daha Karanlık Bir Hal Almıyor

 Richard K. Morgan: Dünya, Bilim Yüzünden Daha Karanlık Bir Hal Almıyor

[highlight]Altered Carbon, sancılı ve uzun bir süreç sonunda TV’ye uyarlanmıştı. Tahminlerin aksine 2. sezonu da onaylanmış durumda popüler Netflix dizisinin. Dizinin uyarlandığı romanın yazarı Richard K. Morgan, sonuçtan memnun. Morgan, “Bilimin nasıl kullanılacağı çok önemli ama ona ket vurmaya çalışmak mantıklı değil, mümkün de değil zaten. Yani distopik bir dünya fikrini bilimin kendisine bağlamayı doğru bulmuyorum. Dünya, bilim yüzünden daha karanlık bir hal almıyor,” diyor…[/highlight]

Bundan 16 yıl önce roman olarak yayımlandığında bilimkurgu dünyasında epey ses getiren Altered Carbon (Değiştirilmiş Karbon), Laeta Kalogridis’in yapımcılığı ve senaristliğinde Netflix dizileri arasına katıldı. Aslında romanın filme uyarlama hakları alınalı yıllar olmuştu, bu arada başkarakter Takeshi Kovacs’ın iki macerası daha yayımlandı ama uzun bir bekleyişin sonunda nihayet bu heyecan verici 26. yüzyıl serüveni ekranlara da taşındı. Altered Carbon‘un belki en heyecan verici yanı, yalnızca bir bilimkurgu değil aynı zamanda polisiye kurgu olması… Distopik bir evrende polisiye bir öykü seyrediyoruz! Hazır dizinin heyecanı bilimkurgu ve polisiyeseverlerde tazeyken aynı zamanda oldukça politik de olan bu ilginç öykünün yaratıcısı, Altered Carbon romanının yazarı Richard K. Morgan ile söyleştik…

Röportaj: Onur Bayrakçeken

Öncelikle vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. İlk olarak, yazmaya ne zaman başladığınızı sorabilir miyim?

Aslında daha çocukluktan yazmaya hevesliydim, yazıyordum da bir şeyler ama ciddi olarak ilgilenmeye başlamam 19-20 yaşlarıma denk düşüyor. Tabii çok okuyordum, okumayı çok seviyordum…

Bilimkurgu da okur muydunuz?

Bilimkurgu da çok okurdum ama benim yazarlık serüvenim çok da kolay olmadı. Yazdıklarımı yayımlatmam uzun zaman aldı. Yıllarca dergilere gönderdiğim öykülerime ret mektupları aldım. Altered Carbon‘u yazdığım dönemde de bir yandan başka bir işte çalışıyordum. Yani kendi açımdan değil ama edebiyat dünyası açısından benim Altered Carbon ile çıkıp gelmem biraz şaşırtıcı olabilir. Bu da genç yazarların için bir örnek oluştursun; hemen vazgeçmeyin!

Bedenler değişse, bilinç ve zihin aynı kalsa ne olurdu?

Altered Carbon konsepti ve fikri nasıl doğdu?

Fikir aslında bir partide doğdu… Birisiyle karma düşüncesi üzerine tartışmaya girdik. O, karma düşüncesine inanıyor ve bunu savunuyordu. Aslında söyledikleri kulağa çok adil geliyordu: Bu hayatta yaşadıkların, önceki hayatında yaptıklarının sonucudur falan… Fakat biraz düşününce, bunun çok da adil olmadığını fark ettim. Çünkü önceki hayatımıza dair hiçbir şey hatırlamıyoruz! Bu da aslında sadece başka bir vücudun değil, başka bir zihnin de yani tamamen bir başkasının cezalarını çektiğimiz anlamına geliyor. Bunun neresi adil ki! İşte böylece aklıma şu soru düştü: Ya bedenlerimiz değişse ama hafızamız, bilincimiz, zihnimiz hiç ortadan kaybolmasa?

Ama bu adaletsizliğe dini bir çözüm de üretebilirdiniz, siz bunun yerine bilimsel bir çözüm üretmeyi seçtiniz. Meseleyi teknoloji çözdü…

Evet, ben pek dindar bir adam değilim. Haliyle meseleyi benim için yalnızca bilim, teknoloji çözebilirdi. Türe aşina olanlar zaten fark etmiştir, ben de birkaç yerde daha söyledim, bu başka bir vücutta uyanma konseptinde önceki örneklerden, özellikle de Robert Sheckley’den çokça yararlandım. Benim Altered Carbon‘u yazarken yaptığım asıl iş, bu konsepti bir polisiye öykü etrafında toplumsal ve politik bağlamda ele almaktı.

Aslında bilimin kullanımı üzerine de etik bir tartışma dönüyor eserde. Mesela meseleye daha muhafazakâr yaklaşanlar var, insanların başka bir vücut içinde hayata dönmesine karşılar… Hatta daha ilk bölümde onların protestolarını görüyoruz.

Evet. Ama sanırım burada benim safım belli! (Gülüyor) Bilimin nasıl kullanılacağı çok önemli ama ona ket vurmaya çalışmak mantıklı değil, mümkün de değil zaten. Yani distopik bir dünya fikrini bilimin kendisine bağlamayı doğru bulmuyorum. Dünya, bilim yüzünden daha karanlık bir hal almıyor. Sanırım teknolojinin kimin elinde olduğu önemli olan. Esas olarak bu konu üzerinden bir politik tartışma da dönüyor. Yani, kim size yeniden yaşama şansı verecek ve nasıl?

Yaşlı bir kadın vücudunda yeniden dünyaya gelen kız meselesi, ilk bölümdeki…

Aynen öyle.

“Ölümsüzlüğü kesinlikle isterdim”

Bugün Altered Carbon‘daki gibi bir teknolojiye sahip olsak, siz başka bir vücuda da sahip olsanız ölümsüzlüğü ister miydiniz?

Kesinlikle isterdim! 52 yaşındayım ama hâlâ okumak istediğim o kadar çok kitap var ki… Yapmak istediklerim var. Hem de hafızamı koruyarak tekrar dünyaya geleceğim, bunu istemez miyim! (Gülüyor)

Romanınızı ekrana uyarlamak için kapınızı çaldıklarınızda ilk tepkiniz ve hissettikleriniz ne oldu? Bildiğim kadarıyla başta sinema filmi olarak planlanmıştı…

Heyecanlandım ve sevindim. Tabii biraz da endişeleniyor insan; kafanızda bir dolu soru işareti oluyor… Yani güvensizlikten değil de belirsizlikten ileri gelen bir endişeden bahsediyorum. Kitabın ekrana taşınması uzun da bir süreç oldu. Kitabımın hakları seneler önce alındı, senin de dediğin gibi en başta bir sinema filmi olarak uyarlanması düşünülüyordu. 2 yıl önce Netflix işe el attı ve romanı diziye uyarlamak istedi. Laeta da (Kalogridis) bunun uygun olduğunu düşündü. Açıkçası bence de kitap, bir sinema filminden çok televizyon dizisi olmaya uygun zaten. Bir kere, bir sinema filminin birkaç saatlik süre sınırına takılamayacak kadar geniş ve kompleks bir hikâye. Televizyon dizisi, bu kompleks yapıyı sunmak için daha iyi bir format diye düşünüyorum. Bunu bir sinema filmi yapsaydık pek çok ayrıntıyı atmak, belki bazı karakterleri çok üstünkörü ele almak durumunda kalacaktık.

“Dizi içime sindi diyebilirim”

Aslında zaten Netflix’in tüm sezonu aynı anda servis ettiği format sayesinde upuzun bir film olarak da görülebilir…

Evet, aynen öyle. Ama ben insanlara tüm bölümleri bir anda izlemelerini önermem, 10 küsur saat ediyor, kolay mı! (Gülüyor)

Yazar olarak her şeyi tek başınıza yarattıktan sonra bunu canlandırması için birilerine emanet ediyorsunuz. Oyuncuların ve ekibin performansından memnun kaldınız mı, hayalinizdeki Altered Carbon bu muydu? İçinize sindi mi?

Bir yazar için bu tabii ki önemli bir karar, ama sonuçta bu bir dizi. Romanla birebir aynı olmasını bekleyemezsiniz. Romanı tek başıma ben yazdım ama bir dizi ya da film çekmek ekip işi. Tabii ki her uyarlamada olduğu gibi değişiklikler oldu, Laeta’nın çeşitli önerileri vardı. Onunla çalışmak büyük keyif zaten, inanılmaz bir karakter. Kesinlikle öyküye önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Tüm projeyi çok iyi kotardı. Ekibin harika bir iş çıkardığını söylemem lazım. Oyuncular da harika iş çıkardılar. Joel Kinnaman kesinlikle Kovacs’ı iyi özümsemiş, orijinal vücudunu canlandıran Will Yun Lee de öyle. Zaten ikisi de çok iyi oyuncular. Ama mesela benim düşündüğümden daha genç bir Takeshi Kovacs çıktı ortaya; fakat burada önemli olan karakterin özüdür. Bunun da dizide çok iyi aktarıldığını düşünüyorum. Kristin Ortega karakterini canlandıran Martha Higareda’ya da bir parantez açmalıyım. Kesinlikle Ortega’ya can vermiş, çok iyi iş çıkarmış! Sonuçta, beklentilerimi karşılayan bir iş çıktı ortaya. Yani evet, içime sindi diyebilirim. Tüm ekibe, oyunculara teşekkür ediyorum.

Distopyaların yükselişinin sebebi ne?

Altered Carbon çoğunlukla bilimkurgu türüne dahil ediliyor ama aslında anlatılan bir polisiye öykü. Gelecekte geçen bir polisiye öykü yazmak demek aynı zamanda yepyeni kriminoloji terimleri, teknolojisi ve ayrıca yarattığınız toplumla uyumlu yepyeni bir hukuk da yaratmak demek. Bu, oldukça zor ama bir o kadar da heyecan verici olmalı…

Kendi adıma işin heyecan verici kısımlarının başında bu geliyordu zaten: Ortaya yepyeni bir dünya, yepyeni bir toplum çıkartmak. Dediğin gibi, bu hele de bir polisiye öykü sözkonusuysa oldukça zorlayıcı olabiliyor. Çünkü bir noktada öykünün kendi iç gerçekliği, tutarlılığı çok önemli bir hal alıyor. Bu yüzden de gerçekçi bir gelecek tahayyül edebilmeniz gerekiyor. Ayrıca yarattığınız o toplumla, o evrenle ilgili tüm detayları en ince ayrıntısına kadar düşünmelisiniz. Her ayrıntıya hâkim olmak durumundasınız, okurun açıkça görmeyeceği ayrıntılara bile. Çünkü karakterlerin psikolojilerinden geçmişlerine her şey hikâyenizi etkiler. Toplum yapısı, kuralları da öyle. Bir yasa, diğerini etkiler, bir gelenek bir başkasını… Zaten bu işin en zorlayıcı ama en keyifli kısmı. Fakat şunu da vurgulamak istiyorum: Ben tür olayını çok önemsemem, inanmam türlere. Bir okur olarak da böyleyim… Tür ayırt etmeksizin ilgimi çeken her kitabı okurum. Bir yazar olarak da her türün çeşitli özelliklerinden yeri geldiğinde yararlanabilirim. Önemli olan ortaya çıkardığın hikâye, yarattığın evren ve karakterlerdir. Bu açıdan, polisiye kurgudan yararlanmanın elbette zorlukları var ama benim anlattığım hikâye de bunu gerektiriyordu ve iyi bir yazarın yapması gereken, hikâyenin gerektirdiğini tüm zorluklarına karşın uygulamaktır diye düşünüyorum.

Distopyalar son zamanlarda yeniden popüler oldu. Geleceğin daha karanlık göründüğünü düşünüyor musunuz?

Pek çok distopik roman, dizi ve film çıktı değil mi? Sanırım bu bazı toplumsal ve politik konularda insanların farkındalığının artmasıyla alakalı olabilir. Çevre sorunları örneğin, göçmen meselesi, kadın meselesi… Öte yandan 90’lı yıllarda 2000’lere dair yüksek bir umut vardı. Son yıllarda yaşanan pek çok toplumsal ve politik olay bu umudu kırmış olabilir. Dünyanın pek çok noktası savaş alanına döndü, malum. Farkındalığın arttığı konularda da sorunlar büyüdü ve daha görünür oldu. Distopyaların yeniden popüler oluşunun da bununla ilintili olduğunu düşünüyorum. Yine de distopyaları doğrudan bu sorunlarla ilişkilendirmek doğru mu, emin değilim. Yani distopik bir romanın, dizinin ya da filmin doğrudan bu savaşlardan, ne bileyim, küresel ısınmadan falan bahsetmesine gerek yok. Hikâyenin merkezine bunları yerleştirmek zorunda değilsin. Ama distopik bir dünya fikri eninde sonunda bunlarla ilişkili.

Son olarak şunu öğrenmek istiyorum: Elbette bir roman diziye uyarlanırken pek çok değişiklik oluyor, bunu siz de söylediniz. Ama kurgusal bir değişiklik de var mı, yani romandan farklı bir öyküye dönüşecek mi dizi?

Sadece romandan diziye uyarlandığı için değil, dünyada geçen zamanda yaşanan kimi değişimler de tabii ki ufak tefek farklılıklar doğmasına sebep oluyor bu tip uyarlamalarda. Ama şunu söyleyebilirim ki romanın anlatmak istediği neyse dizinin de anlatmak istediği o.

Röportaj, Episode Dergi’nin 8. sayısında yayımlanmıştır…

Onur Bayrakçeken

1994 yılında İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Annesinin başucunda okuduğu kitaplarla okumayı, ilkokul hocasının teşvikiyle yazmayı sevdi. İflah olmaz bir müzik tutkunu. İki şiir kitabı var (devrilmiş fil hüznü, devingen gömüt), bir de "Prekazi: Vurdu, Gol Oldu!" (Mylos Kitap, 2019) nehir söyleşi kitabını hazırladı.

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir