‘Wireless’: Kablosuz İnternetin Şifresi Neydi Acaba?

 ‘Wireless’: Kablosuz İnternetin Şifresi Neydi Acaba?

Kalben’in bu Wireless incelemesi Episode’un Aralık özel (dijital) sayısında yayımlanmıştır.

Gençken dünyanın bizim etrafımızda dönmesini isteriz. Birine âşık olursak o da bize aynı şiddette âşık olmalıdır. Bir uğraşın peşine tutkuyla düşersek en ufak başarısızlık bile bizi soğutabilir. Bir hobi edindiğimizde fazla zaman ve emek harcamadan hemen galibi olmaya takarız kafayı. Hemen olmalıdır olacak olan! Hemen! Mantıktan ve gerçekten ziyade önümüzde uzanan hayatın görkemine teslim oluveririz. 

En güzel filmleri izlemek, en şık mekânlara gitmek, en klas muhitlerin en havalı evlerinde oturmak, en çekici/güzel/yakışıklı kimse onunla takılmak, dilediğimiz gibi yaşamak ve genel geçer kuralları umursamadan kendi kurallarımıza göre akıp gitmek hakkımızdır. 

İçebiliriz, dağıtabiliriz, zarar verebilir ve görebiliriz. Vücudumuzun değerini henüz anlamamışızdır. Vücudun ruhla bağlantısından ve kutsallığından dem vuranların vaazlarından kaçar; özgürlüğü sevgisiz çıplaklıklarda aramak için zamanın doruğundan pişmanlık okyanusuna atlarız. 

Varlığımızın tüm yetkilerini kendimizde toplamayı arzularız. Acilen. Akıl verenlerden, görüş belirtenlerden, deneyim paylaşanlardan ve ciddiye almamızı önerenlerden pek hoşlanmayız. Ana kucağı gibi sıcak gelen bir yanılsamanın kollarında dans etmekteyizdir. Gelişigüzel kırılacak heveslerimizden, yanlış çıkacak doğrularımızdan, anlaşıldığını anlamadığımız yalanlarımızdan, utancını gizleyemediğimiz fantezilerimizden ve kimsenin karışmasına izin vermeyeceğimize inandığımız coşkularımızdan meydana gelen bir ateş topu gibi her seferinde ruhumuzun üstüne dökülürüz. Ruhumuz yanar, kavrulur ve kavrula kavrula yetişkin olmayı öğreniriz. 

Wireless da çeşitli bağımlılıkların gözünden genç olmaya bakmamızı ve internet yoluyla sağlandığını sandığımız özgürlüğün bedelsiz olmadığını hatırlamamızı sağlıyor, 8 dakikalık 10 bölümden oluşan dünyasına girdiğimizde. 

Yeni nesil yayın platformları arasında yerini güçlendirmeye başlayan Quibi’nin 13 Eylül’de izleyicileriyle paylaştığı Wireless akıllı telefonların, arkadaşlık uygulamalarının, kendimizi bir başka gösterebildiğimiz çeşitli platformların çağında genç olmaya dair özgün bir hikâye anlatıyor. İsterseniz hikâyeyi telefonunuzu dikey tutarak Tye Sheridan’ın oynadığı ana karakter Andy’nin deneyimiyle izleme şansınız da var üstelik. Akıllı telefon ekranına göre görsel üretme fikri giderek güç kazanırken mini dizinin idari yapımcılığını üstlenen Steven Soderbergh, yaratım sürecini Jack Seidman ve Zach Wechter’e teslim etmiş ve ortaya sade ve güçlü anlatımıyla kendi türevlerinin öncüsü olmaya sessizce adaylığını koyan Wireless çıkmış. 

Geleneksel casting süreçlerinden, çekim bütçelerinden, dizi/film setlerinden giderek uzaklaştığımız ve iletişimin de üretimin de hızla dijitale taşındığı 2020’de telefonlarımıza bağımlılığımızı derinlemesine hissediyoruz, değil mi? Wireless da çeşitli bağımlılıkların gözünden genç olmaya bakmamızı ve internet yoluyla sağlandığını sandığımız özgürlüğün bedelsiz olmadığını hatırlamamızı sağlıyor, 8 dakikalık 10 bölümden oluşan dünyasına girdiğimizde. 

Yakın zamanda kaybettiği babasının ’86 model kırmızı-beyaz Bronco’suyla Kolorado dağlarındaki bir kestirmeden geçip yeni yıl kutlamasına giden Andy Braddock, araba kullanırken cep telefonundan bir türlü ayrılamadığı için ona büyük halası gibi söyleniyorum. Bölümleri telefon şarjına göre adlandıran yapımda henüz %100’deyiz. 

Andy, ayrılık acısı çekiyor ve partide eski sevgilisi Dana ile buluşup onu tekrar kazanmak istiyor. Ben de biten ilişkileri kabullenmekte güçlük çekiyordum, telefonum bu kadar akıllı olmasa da onun yaşlarında. Bir yandan Andie MacDowell’in canlandırdığı annesine, baba yadigârı arabayı arakladığını belli etmemesi gerek çünkü ehliyeti yok. Neden mi? İçkili araba kullandığı için… Yolda karşılaştığı polis memuruna babasının öldüğünü söyleyerek yırtacak kadar benmerkezci… Kendime benzetiyorum bu genç adamı. Ben de sevdiğim birini kaybettiğim için yıllarca kaybolmakta haklı bulmuştum kendimi. İnsan, önünde sonunda sorumluluk almayı ve duygularıyla yüzleşmeyi öğreniyor. Andy, benden daha hızlı öğrenecek çünkü dev bir kar fırtınası bekliyor onu. Ölüm korkusu, insanların en aydınlatıcı deneyimlerinden biri neticesinde. 

Ailesi bir evde toplanmakta, arkadaşları başka bir evde partiliyor ve kahramanımız güçlü bir kar fırtınasının yaklaştığı dağda kendi içinde yakalayacağı dürüst, açık ve cesur bir kovuğa doğru yolda.

Yeni zamanın yeni gençlerine dair yeni hikâyeler izliyor olsak da insanın özünden, acısından, yalnızlığından kaçmak için denediği yollara dair bir dizi Wireless. En eski hikâyemiz aslında eşzamanlı olarak.

Ayrılık acısı çekmesine karşın arkadaşlık uygulamasında çapkınlık yapmayı ihmal de etmiyor elbette. Neden? Çünkü Andy bir alkolik. Her durumda mağdur yahut kurban olduğuna inanıyor. Dünyaya kendi çarpık gerçeklerinin gözlüğünden bakıyor. Yakın arkadaşı Jack’in de dediği gibi çıkarına göre yalan söylüyor, ortalığı karıştırıyor, sorumluluktan kaçıyor ve hoşuna gitmeyen duygularla karşılaşmamak için başkalarını kullanmaktan çekinmiyor. Uygulamada tanıştığı ve hayatında ne kadar büyük bir rol oynayacağından henüz habersiz olduğu Callie lakaplı kızla muhabbet ederken başına gelenler, Andy’nin bağımlılığıyla yüzleşmesine ve hayatta olmanın değerini anlamasına yardımcı oluyor. 

Hem genç hem bağımlı hem de yas gerçeğinden kaçışta olmaya dair bir bağ geliştiriyor Andy, bu genç kadına. En yakınlarından bile sakladığını düşündüğü ama en çok kendi radarından kaçırdığı gerçekleri, hiç tanımadığı birine uysal bir kabullenişle döküveriyor. Araba koltuklarının arasında bulduğu, babasına ait çakmakla dünyayı yakmak istediğini hissettiren öfkesi dizi ilerledikçe çaresizliğe, kabullenişe, yardım istemeyi öğrenmeye ve vazgeçmek yerine hayata tutunmaya dönüşüyor. Kısa zamanda anlatılan dönüşüm, bana ani ve temelsiz gelmeliydi ancak hiç de öyle olmuyor. Wireless’ın başarısı da burada belki. Çoğu sahnesini tek başına çekerek sınav veren genç oyuncu Sheridan’ın dediği gibi, “Bu yeni bir hikâye anlatım biçimi ve kendi türünün ilk örneği. Önemli bir dile öncü olduğumuzu ve böyle işler izlemeye devam edeceğimizi düşünüyorum.” 

Yeni zamanın yeni gençlerine dair yeni hikâyeler izliyor olsak da insanın özünden, acısından, yalnızlığından kaçmak için denediği yollara dair bir dizi Wireless. En eski hikâyemiz aslında eşzamanlı olarak. Anı ağları içinde işleyemediğimiz duyguların doğurduğu travmaların üstümüzdeki etkilerini betimliyor. Babamız bizi arabası kadar sevdi mi acaba? Annemizin istediği ideal evlat olabildik mi? Kardeşimiz bizden daha mı havalı? Eski sevgilimiz neden bizi değil, onu tercih etti? Değersiz miyiz? Tuhaf mıyız? Kırık mıyız? Kusurlu muyuz? Defolu muyuz? Oysa sadece buradayız ve varız. Ne güzel tesadüf. Kar fırtınalarına gerek kalmadan kendimize ve hayatımıza dair gerçekleri kavrayabildiğimiz, özgür ve kablosuz günlerin ümidiyle. 

Editör

Aralık 2016'da yayın hayatına başladı. Spinoff'u, prequel'i, sequel'i, remake'i, eşi benzeri muadili olmayan, Türkiye'nin tek DİZİ KÜLTÜRÜ dergisi ve web platformu...

Related post

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir